2023’te yaşananlar, 2024’e yönelik potansiyel jeopolitik ve stratejik senaryoları önemli ölçüde çeşitlendirdi.
Yıl boyunca seçimlere 4 milyardan fazla insanın katılacak olması, ABD, Rusya, İngiltere, Hindistan, Tayvan ve Bangladeş’teki kritik oylamaların altını çiziyor. Ukrayna, Gazze, Tayvan anlaşmazlığı, İran’ın nükleer programı, Orta Doğu’daki İsrail-Arap çatışması, enerji fiyatlarındaki belirsizlikler ve iklim değişikliğine bağlı öngörülemeyen gelişmeler gibi temel konular, uluslararası siyaseti derinden etkileyecek değişimleri tetikleyebilir.
Geçtiğimiz 24 ay boyunca 78 çatışma ya tamamen yeniden alevlendi ya da daha önce donmuş olan çatışmaların yeniden aktif çatışma aşamalarına girdiği görüldü. Bu, uluslararası sistemdeki çatışma ortamını tanımlayan en belirgin yönlerden biridir.
Sistemik kaos
Sistematik değişim ve dönüşümü çevreleyen belirsizlik devam ediyor ve ABD’nin tutumu çok önemli bir rol oynuyor. ABD’nin küresel duruşuna yönelik ciddi bir meydan okuma çeşitli alanlarda devam ediyor. Çin şu anda ABD’yi askeri açıdan dengeleyemese de yakın gelecekte belirli sektörlerde bunu yapma potansiyeline sahip. Bu olasılık, Çin’e ABD’ye karşı bölgesel bir dengeleme gücü sağlayabilir. Ayrıca, özellikle Ekim ayından sonra, Orta Doğu’daki ABD askeri varlığına yönelik kayda değer bir saldırı ortaya çıktı. 7 konumunu tehlikeye atıyor.
Ekonomik açıdan ABD, Avrupa ve Çin’in toplam ekonomilerini geride bırakarak en büyük ekonomilerden biri olarak lider konumdadır. Ancak küresel ekonomik manzara, ABD’nin ekonomik hegemonyasına yönelik, özellikle de Hindistan gibi bölgesel güçlerden kaynaklanan önemli zorluklara tanık olmaya devam ediyor. Diplomatik açıdan ABD’nin ahlaki üstünlüğü, özellikle Gazze çatışması sırasında azalmış görünüyor ve bu da Amerikan diplomasisinin güvenilirliğini aşındırıyor. Joe Biden yönetiminin kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurma hedefi sekteye uğradı ve diğer küresel aktörlerin asi davranışlarının meşrulaştırılmasını teşvik etti.
Bir diğer sistemik endişe ise Rusya’nın Ukrayna’yı sürekli işgal etmesidir. Rusya’nın değişmeyen jeopolitik hedefleri Ukrayna’yı Karadeniz’e kapalı bir devlete dönüştürmeyi amaçlıyor. Finlandiya’nın NATO üyeliği ve İsveç’in NATO’ya katılım ihtimali Rusya’nın hedefini yoğunlaştırdı. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu hedefe 2024 yılına kadar ulaşması pek mümkün görünmüyor. Sonuç olarak, Ukrayna ihtilafında yüksek operasyonel yoğunluk ile Moskova’nın coğrafi emellerini gerçekleştirememesi arasındaki eşitsizlikle birlikte durgun bir savaş alanı ortaya çıktı.
Batı, Ukrayna’ya önemli miktarda askeri yardım teklif etse de, sahadaki durumu kararlı bir şekilde Rusya’nın aleyhine değiştirmedi. Diplomatik ilerleme durgun olmaya devam ediyor, Ukrayna’nın barış müzakerelerine doğru ilerlemesini engelliyor ve Rus birliklerinin Ukrayna topraklarından tamamen çekilmesine bağlı. Ukrayna barış planı sağlamlaşmış görünüyor ve mevcut statükonun 2024’te devam edeceğini ve ABD başkanlık seçimlerinin muhtemelen Ukrayna sürecini etkileyeceğini öngörüyor.
Benzer şekilde, Rusya’da yapılacak yaklaşan seçimlerin, öngörülemeyen bir olay gidişatı değiştirmediği sürece Putin’in başkanlığını bozması ve iktidarı sağlamlaştırması pek mümkün görünmüyor. Bu, özellikle eski ABD Başkanı Donald Trump’ın bir zafer elde etmesi ve potansiyel olarak Avrupa’nın Ukrayna’ya karşı özerk duruşunu güçlendirmesi halinde, Rusya-Avrupa ilişkilerini etkileyebilir.
Ortadoğu’nun belirsiz geleceği
Ukrayna’nın ötesinde İsrail-Gazze çatışması Orta Doğu’daki bir diğer önemli cepheyi temsil ediyor. İsrail’in Gazze’deki saldırılarının uzun süreli doğası, daha fazla sivil kaybı ve çatışmanın komşu ülkelere yayılması riskiyle karşı karşıya kalarak devam edeceğine işaret ediyor. İsrail askeri zaferler elde ederken bölgesel olarak stratejik kayıplarla da karşı karşıya kalabilir. Uzun süren çatışma, normalleşmenin ve İbrahim Anlaşmalarının attığı temelleri tehdit ediyor. Savaş sonrası İsrail’in genişleyen güvenlik stratejileri Suriye ve Irak’ı da kapsayabilir ve bu da İran’la gerilimi artırabilir.
Bölgede İsrail karşıtı bir siyasi blok oluşturma ihtimali oldukça yüksek görünüyor ve bu durum potansiyel olarak ABD’nin Orta Doğu’dan çekilme stratejisini yeniden gözden geçirmesine ve muhtemelen askeri varlığını artırmasına neden olacak. Trump yönetimi bu dinamiği değiştirebilir ve ABD, İsrail ve Suudi Arabistan arasında yeni bir ittifakı teşvik edebilir.
Yemen, tırmanması muhtemel başka bir çatışma bölgesi olmaya devam ediyor. İran’ın nükleer programıyla ilgili çözülmemiş sorun, Orta Doğu’da nükleer silahlanma yarışına yol açabilir ve potansiyel olarak Suudi Arabistan ve Türkiye’yi bu eksene çekebilir.
İsrail’in Gazze’de devam eden savaşının maliyeti bu senaryolar açısından büyük önem taşıyor. Türkiye’nin bu dinamiklerdeki rolü iç içe olmaya devam ediyor ve 2024’te son derece rekabetçi ve agresif bir bölgesel ortamda dinamik bir dış politikayı zorunlu kılıyor.
7 Ekim öncesindeki senaryoyu hayal edin: Suudi Arabistan, Yemen savaşını durdurmak için Husilerle bir anlaşmaya varma sürecindeydi, İsrail ile yeni bir anlaşma müzakere ediyordu ve İsrail ile Türkiye arasında normalleşmeye yönelik yapısal bir temelin kurulmasına tanık oluyordu. Ancak bunların hiçbiri bugün geçerli değil.
Beklentilerin aksine bölgede rekabetçi ve agresif süreçlerin yeniden canlanmasına tanık olunabilir.
2023’te yaşananlar, 2024’e yönelik potansiyel jeopolitik ve stratejik senaryoları önemli ölçüde çeşitlendirdi.
Yıl boyunca seçimlere 4 milyardan fazla insanın katılacak olması, ABD, Rusya, İngiltere, Hindistan, Tayvan ve Bangladeş’teki kritik oylamaların altını çiziyor. Ukrayna, Gazze, Tayvan anlaşmazlığı, İran’ın nükleer programı, Orta Doğu’daki İsrail-Arap çatışması, enerji fiyatlarındaki belirsizlikler ve iklim değişikliğine bağlı öngörülemeyen gelişmeler gibi temel konular, uluslararası siyaseti derinden etkileyecek değişimleri tetikleyebilir.
Geçtiğimiz 24 ay boyunca 78 çatışma ya tamamen yeniden alevlendi ya da daha önce donmuş olan çatışmaların yeniden aktif çatışma aşamalarına girdiği görüldü. Bu, uluslararası sistemdeki çatışma ortamını tanımlayan en belirgin yönlerden biridir.
Sistemik kaos
Sistematik değişim ve dönüşümü çevreleyen belirsizlik devam ediyor ve ABD’nin tutumu çok önemli bir rol oynuyor. ABD’nin küresel duruşuna yönelik ciddi bir meydan okuma çeşitli alanlarda devam ediyor. Çin şu anda ABD’yi askeri açıdan dengeleyemese de yakın gelecekte belirli sektörlerde bunu yapma potansiyeline sahip. Bu olasılık, Çin’e ABD’ye karşı bölgesel bir dengeleme gücü sağlayabilir. Ayrıca, özellikle Ekim ayından sonra, Orta Doğu’daki ABD askeri varlığına yönelik kayda değer bir saldırı ortaya çıktı. 7 konumunu tehlikeye atıyor.
Ekonomik açıdan ABD, Avrupa ve Çin’in toplam ekonomilerini geride bırakarak en büyük ekonomilerden biri olarak lider konumdadır. Ancak küresel ekonomik manzara, ABD’nin ekonomik hegemonyasına yönelik, özellikle de Hindistan gibi bölgesel güçlerden kaynaklanan önemli zorluklara tanık olmaya devam ediyor. Diplomatik açıdan ABD’nin ahlaki üstünlüğü, özellikle Gazze çatışması sırasında azalmış görünüyor ve bu da Amerikan diplomasisinin güvenilirliğini aşındırıyor. Joe Biden yönetiminin kurallara dayalı bir uluslararası düzen kurma hedefi sekteye uğradı ve diğer küresel aktörlerin asi davranışlarının meşrulaştırılmasını teşvik etti.
Bir diğer sistemik endişe ise Rusya’nın Ukrayna’yı sürekli işgal etmesidir. Rusya’nın değişmeyen jeopolitik hedefleri Ukrayna’yı Karadeniz’e kapalı bir devlete dönüştürmeyi amaçlıyor. Finlandiya’nın NATO üyeliği ve İsveç’in NATO’ya katılım ihtimali Rusya’nın hedefini yoğunlaştırdı. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu hedefe 2024 yılına kadar ulaşması pek mümkün görünmüyor. Sonuç olarak, Ukrayna ihtilafında yüksek operasyonel yoğunluk ile Moskova’nın coğrafi emellerini gerçekleştirememesi arasındaki eşitsizlikle birlikte durgun bir savaş alanı ortaya çıktı.
Batı, Ukrayna’ya önemli miktarda askeri yardım teklif etse de, sahadaki durumu kararlı bir şekilde Rusya’nın aleyhine değiştirmedi. Diplomatik ilerleme durgun olmaya devam ediyor, Ukrayna’nın barış müzakerelerine doğru ilerlemesini engelliyor ve Rus birliklerinin Ukrayna topraklarından tamamen çekilmesine bağlı. Ukrayna barış planı sağlamlaşmış görünüyor ve mevcut statükonun 2024’te devam edeceğini ve ABD başkanlık seçimlerinin muhtemelen Ukrayna sürecini etkileyeceğini öngörüyor.
Benzer şekilde, Rusya’da yapılacak yaklaşan seçimlerin, öngörülemeyen bir olay gidişatı değiştirmediği sürece Putin’in başkanlığını bozması ve iktidarı sağlamlaştırması pek mümkün görünmüyor. Bu, özellikle eski ABD Başkanı Donald Trump’ın bir zafer elde etmesi ve potansiyel olarak Avrupa’nın Ukrayna’ya karşı özerk duruşunu güçlendirmesi halinde, Rusya-Avrupa ilişkilerini etkileyebilir.
Ortadoğu’nun belirsiz geleceği
Ukrayna’nın ötesinde İsrail-Gazze çatışması Orta Doğu’daki bir diğer önemli cepheyi temsil ediyor. İsrail’in Gazze’deki saldırılarının uzun süreli doğası, daha fazla sivil kaybı ve çatışmanın komşu ülkelere yayılması riskiyle karşı karşıya kalarak devam edeceğine işaret ediyor. İsrail askeri zaferler elde ederken bölgesel olarak stratejik kayıplarla da karşı karşıya kalabilir. Uzun süren çatışma, normalleşmenin ve İbrahim Anlaşmalarının attığı temelleri tehdit ediyor. Savaş sonrası İsrail’in genişleyen güvenlik stratejileri Suriye ve Irak’ı da kapsayabilir ve bu da İran’la gerilimi artırabilir.
Bölgede İsrail karşıtı bir siyasi blok oluşturma ihtimali oldukça yüksek görünüyor ve bu durum potansiyel olarak ABD’nin Orta Doğu’dan çekilme stratejisini yeniden gözden geçirmesine ve muhtemelen askeri varlığını artırmasına neden olacak. Trump yönetimi bu dinamiği değiştirebilir ve ABD, İsrail ve Suudi Arabistan arasında yeni bir ittifakı teşvik edebilir.
Yemen, tırmanması muhtemel başka bir çatışma bölgesi olmaya devam ediyor. İran’ın nükleer programıyla ilgili çözülmemiş sorun, Orta Doğu’da nükleer silahlanma yarışına yol açabilir ve potansiyel olarak Suudi Arabistan ve Türkiye’yi bu eksene çekebilir.
İsrail’in Gazze’de devam eden savaşının maliyeti bu senaryolar açısından büyük önem taşıyor. Türkiye’nin bu dinamiklerdeki rolü iç içe olmaya devam ediyor ve 2024’te son derece rekabetçi ve agresif bir bölgesel ortamda dinamik bir dış politikayı zorunlu kılıyor.
7 Ekim öncesindeki senaryoyu hayal edin: Suudi Arabistan, Yemen savaşını durdurmak için Husilerle bir anlaşmaya varma sürecindeydi, İsrail ile yeni bir anlaşma müzakere ediyordu ve İsrail ile Türkiye arasında normalleşmeye yönelik yapısal bir temelin kurulmasına tanık oluyordu. Ancak bunların hiçbiri bugün geçerli değil.
Beklentilerin aksine bölgede rekabetçi ve agresif süreçlerin yeniden canlanmasına tanık olunabilir.