Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan, büyük nüfusları, hızla büyüyen ekonomileri ve farklı siyasi kültürleriyle dünyanın Batılı olmayan kısmındaki iki Asyalı küresel güçtür. İki ülkenin artan diplomatik ve ekonomik etkisi Çin-Hindistan ilişkilerinin önemini artırdı. Küresel güç dengesini büyük ölçüde değiştirebilecek iki potansiyel ülke bunlar. Sorun bunların ortak mı yoksa rakip mi olduğudur. Bugün bu soruya kısaca cevap vermeye çalışacağım.
Çin ile Hindistan arasındaki yakın kültürel ve ekonomik ilişkilerin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. İki millet ve medeniyet yakın zamana kadar barış içinde bir arada yaşadı. Tarihi İpek Yolu, iki ülke arasında önemli bir ticaret yolu görevi görmüş ve iki ülke arasındaki ilişkileri istikrara kavuşturmuştur. Ancak modern zamanlarda yabancı güçlerin iki ülkenin iç işlerine müdahale etmeye başlamasıyla istikrarlı ilişkiler değişmeye başladı.
Her iki ülke de 19. yüzyıl boyunca İngiliz sömürge yönetimi tarafından yoğun bir şekilde kontrol edildi. Bu iki ülke, bu sömürge döneminde İngilizlerin ulusal çıkarlarına hizmet ediyordu. Diğerlerinin yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon İmparatorluğu’nun Asya’nın geri kalanına ilerlemesini önlemede önemli bir rol oynadılar. Böylece İtilaf Devletlerinin Pasifik cephesinde savaşı kazanmasına doğrudan katkı sağladılar.
Ancak 1949’da Komünist rejimin Çin’i kontrol altına alması ve 1947’de Hindistan’ın siyasi bağımsızlığını kazanmasıyla ikili ilişkiler büyük ölçüde yeniden yapılandırıldı. Soğuk Savaş döneminde farklı ama benzer yollar izlediler. Her iki ülke de iki kutuplu dünya sistemine direnmeye çalıştı. Çin, Batı ile farklı ülkelerde vekalet savaşları yürütmüştü ancak Sovyetler Birliği’nden ideolojik ve siyasi farklılıklar taşıyordu.
Öte yandan Hindistan, herhangi bir süper güçle ya da süper güce karşı ittifakı reddeden Bağlantısızlar Hareketi’nin kurulmasına öncülük etti.
Üstelik Hindistan 1950’de komünist Çin’i tanısa da iki devlet bazı konularda çatışmaya başladı. En kritik çatışma, iki devlet arasında 1962, 1967 ve 1987 yıllarında birçok küçük çaplı savaşa yol açan sınır anlaşmazlığıydı. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, sorunlarını en azından bir süreliğine dondurmaya karar verdiler.
Ne yazık ki Çin-Hindistan ilişkilerinde 2013 yılından bu yana sınır anlaşmazlıkları yeniden gündeme geldi. İki ülke arasındaki sınır anlaşmazlıkları henüz çözülmedi ve Çinli askerlerin Hindistan topraklarına girdiğine dair haberler Hint medyasında defalarca yer aldı. Son yıllarda sınır çatışmaları arttıkça her iki ülke de sınır bölgelerinde giderek daha fazla askeri altyapı konuşlandırdı.
Güncel konular
Çin-Hindistan ikili ilişkilerinde sınır anlaşmazlıklarının yanı sıra başka birçok sorun var. Her ne kadar iki ülke, 1980’lerin sonlarından itibaren diplomatik ve ekonomik bağlarını yeniden kurmayı başarmış olsa da, iki ülke arasında pek çok sorun var. Bugün Çin ve Hindistan’ın iki farklı, büyük ölçüde birbirini dışlayan Asya medeniyetini temsil ettiği görülüyor. Her ne kadar Çin komünizmin Asya versiyonunu temsil etse de, Hindistan sorunlu da olsa liberal demokrasiyi deneyimliyor.
Öncelikle bu iki ülkenin hem iç siyaseti hem de dış politika yönelimleri mevcut yönetimler döneminde çarpıcı biçimde değişti. Bir yandan Çin’in siyasi rejimi geleneksel olarak bir siyasi parti tarafından kontrol ediliyor; ancak son zamanlarda güçlü bir lider olan Xi Jinping siyasi sisteme hakim oldu. Öte yandan Hindistan liberal demokrasiden ve barış içinde bir arada yaşama kültüründen hızla uzaklaşıyor. Böylece Başbakan Narendra Modi hükümeti, ülkedeki diğer inanç sistemlerini ötekileştirerek, aşırı milliyetçi bir siyasi sistemi getirerek oturduğu dalı kesti. Bu iki otoriter rejimin politikalarını koordine etmek imkansız olmasa da çok zor olacaktır.
İkincisi, ekonomik ve stratejik bağların derinleşmesine rağmen Hindistan ve Çin’in aşılması gereken pek çok sorunu var. Çin, Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı haline geldi ve iki ülke, stratejik ve askeri ilişkilerini geliştirdi. Ancak Hindistan, Çin’in büyük ölçüde faydalandığı bir ticaret dengesizliğiyle karşı karşıya.
Üçüncüsü, Çin ve Hindistan, Asya kıtasında sıfır toplamlı bir ilişki izliyor. Hindistan, Çin’in Asya kıtasındaki yayılmacılığına karşı çıkıyor. Örneğin Hindistan silahlı kuvvetleri, 2018 yılında Çin ile Butan arasındaki sınır sorunu olan Doklam Platosu nedeniyle Çin askeri birlikleriyle çatışmıştı. 2020 yılından bu yana sınırın farklı yerlerinde silahlı çatışmalar arttı ve bunların bir kısmı her iki taraftan da askerlerin ölümüyle sonuçlandı. Benzer şekilde Çin, Hindistan’ın statüsü tartışmalı olan Güney Çin Denizi’ndeki askeri ve ekonomik faaliyetlerine ilişkin endişelerini dile getirdi. Pekin, Hindistan’ın sürgündeki Tibetlilerin Çin karşıtı faaliyetlerde bulunmasına izin vermesinden memnun değil. Hindistan’ın konumunu zayıflatmak için Çin’in, Hindistan’a en çok karşı olan devlet olan Pakistan ile güçlü stratejik ikili ilişkileri var.
Doğal olarak Hindistan bu stratejik ilişkiden endişe duyuyor. Dahası Hindistan, Çin’in işgal altındaki Jammu-Keşmir’deki bağımsızlık yanlısı paramiliter gruplara duyduğu sempatiden endişe duyuyordu.
Dördüncüsü, Asya, Afrika, Latin Amerika gibi dünyanın farklı yerlerinde birbirleriyle rekabet ediyorlar. Ulusal çıkarları, çok taraflı politikalar yerine tek taraflı “milli” politikalar izlemelerini gerektiriyor. Yol ve Kuşak Girişimi (BRI) ve Hint-Akdeniz koridoru gibi farklı tek taraflı küresel projelerin uygulamaya konması, iki ülke arasındaki rekabetin ve gerilimin açık bir göstergesidir.
Bu iki Asya devi arasındaki ikili ilişkilerin geleceği sadece Asya kıtası için değil dünyanın geri kalanı için de çok önemli. İki ülke farklı yollar izlemeye ve birbirlerine karşı çelişkili pozisyonlarını sürdürmeye devam etti, ancak yine de birbirlerine yakınlaşmaya çalıştı. G-20 ve BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) gibi birçok ortak uluslararası platformda bir araya gelerek benzer siyasi ve ekonomik perspektifleri geliştirmeye çalışıyorlar.
Kısacası Batılı olmayan iki önde gelen güç olarak Çin ve Hindistan neye karşı oldukları konusunda hemfikir ama ne istedikleri konusunda anlaşamıyorlar. Dolayısıyla yükselen bu iki gücün ulusal çıkarlarının uyumlaştırılması uzun zaman alacaktır. Sonuç olarak günümüzün geçici küresel sisteminde bu iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin yönünü tahmin etmek kolay değil.