Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmeler, ekonomik memnuniyetsizlik nedeniyle Beşar Esad rejimine karşı gösterilerin devam etmesi ve yerel Arap aşiretleri ile PKK terör grubunun Suriye’deki varlığı YPG arasındaki çatışmaların hızlanması nedeniyle iç savaşın yarattığı dinamiklerin halen devam ettiğini gösteriyor.
Her iki konu da Suriye’yi yakından takip edenler için sürpriz değil. Süveyde’deki gelişmeler, Suriye iç savaşının Esad’ın galip olarak gösterildiği yanlış yorumunu ortaya koyuyor. Ekonomik olarak çöken ve devlet olarak işlev görme kapasitesini kaybeden rejimin, kontrol ettiği bölgelerde bile iktidarda kalma mücadelesi verdiğini gösteriyor. Deyrizor’daki gelişmeler ise devam eden savaşın içinde yeni bir iç savaş potansiyeli taşıması açısından kritik önem taşıyor.
Arap aşiretlerinin Deyrizor’da PKK/YPG’ye karşı ayaklanmasının görünen nedeni, Askeri Konsey başkanı Reşit Ebu Havla’nın Haseke’deki toplantı sırasında YPG tarafından tutuklanması. Daha da önemlisi, Ebu Hawla’nın adamlarından biri tutuklama sırasında PKK/YPG tarafından öldürüldü. Ancak ayaklanmanın arkasında pek çok farklı itici faktör var. Bu noktaya ilişkin analizler Washington’daki ortodoks siyasi görüşleri yansıtıyor. Ayaklanmanın temel nedenlerinden biri, Suriye rejimi ve dolayısıyla İran ile birlikte hareket eden Arap aşiretlerinin PKK/YPG’ye karşı ayaklanarak PKK/YPG’yi Arap nüfusunun yoğun olduğu bölgelerden uzaklaştırmasıdır. Elbette terör örgütü bu görüşün başlıca savunucularından biridir. Ancak bu görüş, Deyrizor merkezli ve Münbiç’e yayılan çatışmaları aşırı basitleştiriyor ve diğer itici etkenleri göz ardı ediyor. Bu noktada ABD’nin stratejik tercihlerinin diğer itici faktörlere ve sonuçlarına odaklanmak bize çok daha geniş bir açıklama sunuyor.
Birinci ve en önemli neden bölgenin demografik dinamikleriyle ilgilidir. Deyrizor, Arap nüfusun baskın olduğu bir bölge. PKK/YPG, Suriye devriminin başlangıcından bu yana Suriye’nin kuzeyinde saldırgan bir “Kürtleştirme” politikası izlemektedir. Gerçekte bu, PKK’nın Suriye devriminde topraklarını genişletmek için uyguladığı bir süreçtir. Ancak Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığıyla PKK/YPG, Suriye’nin kuzeyindeki demografik dayanağını kaybederek kendisine yapay bir demografik taban oluşturmaya çalıştı. Bu süreç, DEAŞ’la mücadele kapsamında özellikle ABD’nin desteğiyle Rakka ve Deyrizor gibi Arap bölgelerine de sıçrayınca PKK/YPG aşiretler için tehdit haline geldi. DEAŞ’ın tamamen yenilgiye uğratılmasının ardından PKK/YPG ve Kürtlerin hakim olduğu bir yapının Arap demografisini yönetmesi artık mümkün değildi. Bu durum uzun sürmedi ve Arap aşiretleri terör örgütünden kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Bu arayış aşiretlerin yeniden konumlanmasına yol açtı ve aşiretler arasındaki ortak tehdit DEAŞ’tan PKK/YPG’ye kaydı.
Bir diğer önemli itici faktör ise PKK/YPG’nin yerel yönetim modelidir. İç savaşların yayılmasıyla birlikte devlet dışı silahlı aktörlerin yönetim yapıları ilginç bir durum ortaya çıkardı. Bir yandan devlet dışı silahlı aktörler alternatif yönetişim ve egemenlik uygulamalarını hayata geçirdi. Öte yandan bulundukları ülkelerin toprak bütünlüğünü de baltalamaya başladılar. İşte tam bu noktada PKK/YPG, yerel yönetim modeliyle ABD’nin desteğiyle Suriye’de özerk bir yapı kurdu. Ancak bu yapı hem ideolojik olarak hem de yerel unsurların adil temsili açısından yeni sorunlar yaratmıştır. PKK/YPG, demografik derinliğin olmadığı bölgelerde baskın ve otoriter bir yönetim uygulayarak Arap aşiretlerini ve halklarını yönetiyor. Böylece idari kadrolarda Kürtlerin konumu birincil, Arapların konumu ikincil hale geldi. Bu yönetim modeli, PKK/YPG’nin keyfi uygulamaları, insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının yanı sıra Arapların gücünü zayıflatma ve Kürtlerin konumunu güçlendirme eğiliminde olmuştur. Öte yandan PKK/YPG’nin Marksist-Leninist dışlayıcı ideolojisi Arap siyasi kültürünü rahatsız ederek Arapları PKK/YPG’ye karşı tavır almaya zorladı.
PKK/YPG’nin yerel yönetim modelinin ekonomik mantığı, yerel aşiretlerin petrol gelirlerinden dışlanması ve elde edilen kârın terör örgütünün finansmanında kullanılması şeklinde kurgulanmıştır. Bu durum PKK/YPG’nin ekonomik olarak zenginleşmesine ve yerel halkın zayıflamasına neden oldu. Sonuçta YPG yerel yönetim modelini kendi çıkarları doğrultusunda inşa eden bir mafya örgütü haline geldi.
Bu bağlamda bir diğer önemli dinamik ise ABD’nin Arap aşiretlerinin PKK/YPG’yi hedef almasının önünü açan yanlış politika ve stratejisidir. ABD, IŞİD’le mücadeleye öncelik verirken Arapların hoşnutsuzluğunu ve Türkiye’nin uyarılarını görmezden geldi. ABD, IŞİD’in yenilgiye uğratılmasının ardından İran destekli Şii milislerin ABD kontrolündeki bölgelere girmesini engelleme hedefini revize etti. Çünkü İran bir yandan Esad rejimi üzerindeki nüfuzunu artırırken diğer yandan da sahada en fazla milis barındıran ülke haline gelmişti. Böylece ABD resmi olarak açıklamadığı “Kabile Kuşağı” politikasını hayata geçirdi. Amaç, PKK/YPG’nin varlığını en aza indirerek yerel aşiretlerden oluşan bir güç oluşturmak ve böylece İran destekli milislere karşı dengeleyici bir güç oluşturmaktı. Böylece Arap aşiretleri PKK/YPG’ye karşı hedeflerine ulaşıp onu kuzeye doğru itebilirlerdi. Ancak bu politika işe yaramayınca ABD statükonun devam etmesine izin verdi; ancak yerel halkların ve iç savaştaki güçlerin temel motivasyonlarına ilişkin en önemli kuralları göz ardı etti. Aşiretlerin öncelikli motivasyonu Suriye’de hayatta kalmak ve yerel düzenlerini sürdürmektir. Suriye iç savaşında bu bir istisna değil. Dolayısıyla aşiretlerin PKK/YPG’ye karşı ayaklanıp özerklik kazanmak için birçok nedeni var.
Sorun, ABD’nin statükoyu korumak için aşiretlere ne teklif edeceği ve PKK/YPG’yi daha kuzeye çekilmeye nasıl ikna edeceğidir. Ayaklanma sırasında yaşanan gelişmeler ABD’nin bu çatışmada arabuluculuk yapacağını gösteriyor ancak diğer yerel ve bölgesel dinamikler statükonun devam etmesini imkansız kılıyor.
Türkiye’nin kaygıları
Bu noktada Türkiye’nin Deyrizor’daki gelişmelere ilişkin tutumu kritiktir. Türkiye’nin tutumu başından beri oldukça açıktı. Türkiye başlangıçta olaylara sessiz kalırken, giderek daha açık hale geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Arap aşiretlerinin PKK/YPG’ye karşı birleşerek güçlendiğini belirtti. Erdoğan ayrıca bölgenin asıl sahibinin Arap aşiretleri olduğunun altını çizerek, aşiretlerin tutumunun onurlu, yerli ve milli olduğunu ifade etti.
Öte yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin bu gelişmeleri öngördüğünü belirterek, YPG’nin artık meşru bir aktör olarak görülmemesi gerektiğini savundu. Burada verilen mesaj her zaman olduğu gibi ABD’yeydi. Türkiye pozisyonunu sadece Deyrizor’daki gelişmelere göre belirlemeyecek. Türkiye’nin en büyük önceliği YPG’nin Fırat’ın batısından tamamen çekilmesidir. Bu bağlamda Minbic her zamanki gibi kritik. Aşiretlerle YPG arasında yaşanan çatışmalara Minbicli aşiretler de karıştı. YPG’nin ayaklanmayı şiddetle bastırması, Türkiye’nin Münbiç’e askeri müdahalesini yeniden gündeme getirebilir. Böyle bir müdahale YPG ile yerel aşiretler arasındaki çatışma dinamiklerini Suriye geneline yayabilir.
Suriye’de yerel ve bölgesel dinamikler yeniden hareketlendi. Bu hareketin yeni bir çatışmalı döneme dönüşmesi her an gerçekleşebilir. Tek çıkış yolu var: YPG gibi yapay yapılarla yerel dinamikleri yönetmek asla mümkün değil.