Dikkatli bakıldığında dikkat çeken bir detay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde üst düzey devlet yetkilileri ve dış misyon şefleri tarafından tebrikleri kabul ettiği “Mülteci Çocuk” temalı tabloydu.
23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi’ne özel olarak çeşitli ülkelerden sanatçılar tarafından hazırlanan tablo, göç ve mülteci krizine dikkat çekmeyi amaçladı. Eserde, aralarında Afrikalılar’ın da bulunduğu üç farklı ırkı simgeleyen mülteci bir çocuk, çocuğun geride bıraktığı zorlukları yansıtan gözleri, silüet ve gözyaşlarıyla tasvir ediliyor.
Resim derin bir sembolik anlam taşıyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içindeki konumu da aynı derecede dikkat çekicidir; devlet yetkilileri ve ödül sahipleri de dahil olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan ile tanışan ve fotoğraf çektiren herkes, arka plan teması olarak bu eserin önünde poz vermiştir. Bu cesur bir mesaj veriyor: Türkiye, zorluklarla karşı karşıya olanların ve baskıya maruz kalanların yanındadır.
Türkiye’nin Batı’nın sömürge mirasından farklılaşan kendine özgü yaklaşımı, özellikle Afrika için uzun süredir özel bir yere sahip. Son haftalarda Batı sömürge kültürüne karşı yenilenen bir direniş ortaya çıkarken, Afrika ülkeleri bir dizi darbe yaşadı. Geriye dönüp baktığımızda bu ayaklanmaların bir süredir hazırlandığını görüyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika devletleri kendilerini yeni bir durumda buldular. Hepimizin bildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Amerika kıtasından Uzak Doğu’ya, Orta Doğu’dan Afrika’ya, Asya’ya kadar dünyanın hemen her yeri birkaç Avrupa devletinin kolonisi haline gelmişti.
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile diğer Batılı devletler arasındaki çatışma İngiltere ve Fransa’yı zayıflattı ve bağımsızlık hareketlerini tetikledi. 1940-1960 yılları arasında irili ufaklı onlarca ülke bağımsızlıklarını ilan etti. Uzaktan baktığımızda Hindistan, Suudi Arabistan, İran gibi binlerce yıllık devletler gibi görünen devletlerin bağımsızlık mücadeleleri, birbirine yakın yıllarda, hepsi de 20. yüzyılın ortasında gerçekleşti. 1970’li yıllarda bile bağımsızlığını kazanan Orta Doğu ülkeleri var.
ABD’nin küresel denklemdeki jandarmanın rolü bugün zayıflıyor. Batı’nın yeniden iç işlerine yönelmesi, Afrika’da yeni kırılmalara yol açacak gibi görünüyor. Afrika ülkeleri, Fransa’ya yapılan askeri darbeyle birer birer bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı.
Demokrasi ve darbe
Burada bir konuyu gündeme getirmek istiyorum: Demokrasi ve darbe. Dışarıdan bakıldığında Batılı sömürgeciler, Fransızlar, İngilizler veya diğer Batılı uluslar tarafından köleleştirilen sömürge elitleri ve entelektüel sınıftan oluşan Jakoben bir yönetim oluşturuyorlardı. Batılı devletler bu yönetimi kullanarak Afrika halkının kanını emmeye devam ettiler.
Afrika, verimli toprakları, yağışlı iklimi, zengin bitki örtüsü, madenleri, petrolü ve insan kaynaklarıyla kendi kendine yetebilen bir kıtadır. Ancak neredeyse tamamı emtia olarak alınıp satılabilecek düzeyde ve bugün Afrika’nın %80’i açlık tehlikesiyle karşı karşıya.
Bu bağlamda Fransa ve diğer Batılı ülkelere karşı bağımsızlık mücadelesi veren askeri grupların darbe yapması sert bir şekilde eleştirilir. Hatta Afrika ülkelerinde zaman zaman vatansever askeri gruplar, kendi ülkelerinin ve kendi halklarının lehine Fransa’ya karşı darbeler yapmışlardır. Bu askeri darbelere ne kötü, ne çirkin, ne de korkunç diyemem. Bunları bağımsızlık savaşları olarak mı yorumlayacağız? Daha sonra bu girişimlerin neye, nereye evrileceğini göreceğiz.
Sonuçta Afrika halkı tükendi. Köle ruhlu yöneticilerine ve arkalarındaki Batı’ya karşı isyan edip ayakta duramazlar. Dolayısıyla bu ülkelerdeki isyan, sömürgeciliğe ve darbelere karşı isyan eden askeri birliklerle sınırlıdır.
Kan emici vampirler
Afrika ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası kırılma dönemine benzer bir kırılma sürecinden geçtiğini ve burada da yine ABD, Rusya, Çin, İran veya diğer devletlerin eski sömürge mantığıyla Afrika’ya girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik Afrikalılar tavadan ateşe atlamamalı.
Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye gelişimini tamamlayamamış ülkelerle ilgili bir model geliştirmiştir. Türkiye, birlikte çalıştığı ülkelerin istikrara kavuşmasını ve bağımsız devletler olarak var olmalarını, dolayısıyla kazan-kazan yaklaşımıyla iş birliği yapmalarını arzu etmektedir.
200 yıl boyunca Afrika topraklarını sömüren Fransız ya da İngilizlerin içme suyuna ulaşmak için 30-40 metrelik su kuyuları açmamaları bile bu insanların ne kadar zalim olduklarını gösteriyor. Afrika toplumları kan emen vampirlerden kurtulurken diğer yırtıcı hayvanların eline düşmemelidir.
Dünyanın her yerindeki tüm aydın ve düşünürlerin, darbeci de olsa ulusal bağımsızlığının peşinde koşan savaşçıların arkasında durması gerekir. Eğer bir gün demokrasi ilan edilecekse o ülkenin halkının kendi ordusuyla karar vermesi gerekir.
Demokrasi türleri ve isyan bayrağı
Bir Afrika ülkesi, Fransız sömürgeciliğinin ya da İngiliz işgalinin devamı için demokrasiye gidecekse ve hâlâ sömürülecekse, hâlâ Afrikalıların kanı emilecekse, onların da demokrasiye geçmemesi gerekiyor. Zaten iki tür demokrasi olduğunu biliyoruz: Batılı ülkeler kendi uluslarının refahı için demokrasiyi işletir; diğeri ise diğer ülkeleri sömürmek için sömürge kültürünün bir aracı olarak.
Artık Afrikalıların isyan bayrağını kaldırıp şunu ilan etme zamanıdır: “Sömürge demokrasisi istemiyoruz; kendi yönetimimizi, irademizi, kendimiz oluşturabiliriz. 200 yıldır kanımızı emen Batılı devletlerin 200 yıl daha kanımızı emmesini istemiyoruz!”
Rusya’nın, Çin’in, Türkiye’nin ve Afrika’daki diğer devletlerin çıkarları asla sömürgeci ülkelere benzememelidir. Aksi takdirde Afrika halkının kolektif isyana dönüşmesi söz konusu olacaktır. Çünkü Afrikalılar İngiliz, Fransız, Belçika ve Alman sömürgeciliğine aşinadır. Sonsuza kadar kaybettiklerini, insanlarının öldüğünü, kaynaklarının tükendiğini, hiçbir idari beceri kazanmadıklarını çok iyi biliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan bağımsızlık ruhu Afrika’da yeniden alevlendi.
Dikkatli bakıldığında dikkat çeken bir detay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde üst düzey devlet yetkilileri ve dış misyon şefleri tarafından tebrikleri kabul ettiği “Mülteci Çocuk” temalı tabloydu.
23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi’ne özel olarak çeşitli ülkelerden sanatçılar tarafından hazırlanan tablo, göç ve mülteci krizine dikkat çekmeyi amaçladı. Eserde, aralarında Afrikalılar’ın da bulunduğu üç farklı ırkı simgeleyen mülteci bir çocuk, çocuğun geride bıraktığı zorlukları yansıtan gözleri, silüet ve gözyaşlarıyla tasvir ediliyor.
Resim derin bir sembolik anlam taşıyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içindeki konumu da aynı derecede dikkat çekicidir; devlet yetkilileri ve ödül sahipleri de dahil olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan ile tanışan ve fotoğraf çektiren herkes, arka plan teması olarak bu eserin önünde poz vermiştir. Bu cesur bir mesaj veriyor: Türkiye, zorluklarla karşı karşıya olanların ve baskıya maruz kalanların yanındadır.
Türkiye’nin Batı’nın sömürge mirasından farklılaşan kendine özgü yaklaşımı, özellikle Afrika için uzun süredir özel bir yere sahip. Son haftalarda Batı sömürge kültürüne karşı yenilenen bir direniş ortaya çıkarken, Afrika ülkeleri bir dizi darbe yaşadı. Geriye dönüp baktığımızda bu ayaklanmaların bir süredir hazırlandığını görüyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika devletleri kendilerini yeni bir durumda buldular. Hepimizin bildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Amerika kıtasından Uzak Doğu’ya, Orta Doğu’dan Afrika’ya, Asya’ya kadar dünyanın hemen her yeri birkaç Avrupa devletinin kolonisi haline gelmişti.
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile diğer Batılı devletler arasındaki çatışma İngiltere ve Fransa’yı zayıflattı ve bağımsızlık hareketlerini tetikledi. 1940-1960 yılları arasında irili ufaklı onlarca ülke bağımsızlıklarını ilan etti. Uzaktan baktığımızda Hindistan, Suudi Arabistan, İran gibi binlerce yıllık devletler gibi görünen devletlerin bağımsızlık mücadeleleri, birbirine yakın yıllarda, hepsi de 20. yüzyılın ortasında gerçekleşti. 1970’li yıllarda bile bağımsızlığını kazanan Orta Doğu ülkeleri var.
ABD’nin küresel denklemdeki jandarmanın rolü bugün zayıflıyor. Batı’nın yeniden iç işlerine yönelmesi, Afrika’da yeni kırılmalara yol açacak gibi görünüyor. Afrika ülkeleri, Fransa’ya yapılan askeri darbeyle birer birer bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı.
Demokrasi ve darbe
Burada bir konuyu gündeme getirmek istiyorum: Demokrasi ve darbe. Dışarıdan bakıldığında Batılı sömürgeciler, Fransızlar, İngilizler veya diğer Batılı uluslar tarafından köleleştirilen sömürge elitleri ve entelektüel sınıftan oluşan Jakoben bir yönetim oluşturuyorlardı. Batılı devletler bu yönetimi kullanarak Afrika halkının kanını emmeye devam ettiler.
Afrika, verimli toprakları, yağışlı iklimi, zengin bitki örtüsü, madenleri, petrolü ve insan kaynaklarıyla kendi kendine yetebilen bir kıtadır. Ancak neredeyse tamamı emtia olarak alınıp satılabilecek düzeyde ve bugün Afrika’nın %80’i açlık tehlikesiyle karşı karşıya.
Bu bağlamda Fransa ve diğer Batılı ülkelere karşı bağımsızlık mücadelesi veren askeri grupların darbe yapması sert bir şekilde eleştirilir. Hatta Afrika ülkelerinde zaman zaman vatansever askeri gruplar, kendi ülkelerinin ve kendi halklarının lehine Fransa’ya karşı darbeler yapmışlardır. Bu askeri darbelere ne kötü, ne çirkin, ne de korkunç diyemem. Bunları bağımsızlık savaşları olarak mı yorumlayacağız? Daha sonra bu girişimlerin neye, nereye evrileceğini göreceğiz.
Sonuçta Afrika halkı tükendi. Köle ruhlu yöneticilerine ve arkalarındaki Batı’ya karşı isyan edip ayakta duramazlar. Dolayısıyla bu ülkelerdeki isyan, sömürgeciliğe ve darbelere karşı isyan eden askeri birliklerle sınırlıdır.
Kan emici vampirler
Afrika ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası kırılma dönemine benzer bir kırılma sürecinden geçtiğini ve burada da yine ABD, Rusya, Çin, İran veya diğer devletlerin eski sömürge mantığıyla Afrika’ya girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik Afrikalılar tavadan ateşe atlamamalı.
Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye gelişimini tamamlayamamış ülkelerle ilgili bir model geliştirmiştir. Türkiye, birlikte çalıştığı ülkelerin istikrara kavuşmasını ve bağımsız devletler olarak var olmalarını, dolayısıyla kazan-kazan yaklaşımıyla iş birliği yapmalarını arzu etmektedir.
200 yıl boyunca Afrika topraklarını sömüren Fransız ya da İngilizlerin içme suyuna ulaşmak için 30-40 metrelik su kuyuları açmamaları bile bu insanların ne kadar zalim olduklarını gösteriyor. Afrika toplumları kan emen vampirlerden kurtulurken diğer yırtıcı hayvanların eline düşmemelidir.
Dünyanın her yerindeki tüm aydın ve düşünürlerin, darbeci de olsa ulusal bağımsızlığının peşinde koşan savaşçıların arkasında durması gerekir. Eğer bir gün demokrasi ilan edilecekse o ülkenin halkının kendi ordusuyla karar vermesi gerekir.
Demokrasi türleri ve isyan bayrağı
Bir Afrika ülkesi, Fransız sömürgeciliğinin ya da İngiliz işgalinin devamı için demokrasiye gidecekse ve hâlâ sömürülecekse, hâlâ Afrikalıların kanı emilecekse, onların da demokrasiye geçmemesi gerekiyor. Zaten iki tür demokrasi olduğunu biliyoruz: Batılı ülkeler kendi uluslarının refahı için demokrasiyi işletir; diğeri ise diğer ülkeleri sömürmek için sömürge kültürünün bir aracı olarak.
Artık Afrikalıların isyan bayrağını kaldırıp şunu ilan etme zamanıdır: “Sömürge demokrasisi istemiyoruz; kendi yönetimimizi, irademizi, kendimiz oluşturabiliriz. 200 yıldır kanımızı emen Batılı devletlerin 200 yıl daha kanımızı emmesini istemiyoruz!”
Rusya’nın, Çin’in, Türkiye’nin ve Afrika’daki diğer devletlerin çıkarları asla sömürgeci ülkelere benzememelidir. Aksi takdirde Afrika halkının kolektif isyana dönüşmesi söz konusu olacaktır. Çünkü Afrikalılar İngiliz, Fransız, Belçika ve Alman sömürgeciliğine aşinadır. Sonsuza kadar kaybettiklerini, insanlarının öldüğünü, kaynaklarının tükendiğini, hiçbir idari beceri kazanmadıklarını çok iyi biliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan bağımsızlık ruhu Afrika’da yeniden alevlendi.