Soğuk Savaş sonrası dönemde Suudi Arabistan dış politikasının yeniden yapılandırılmasında iki temel kilometre taşı bulunmaktadır: 11 Eylül terör saldırıları ve 2011 yılında patlak veren Arap isyanları ve devrimleri. Bu iki önemli gelişme, bölgesel ve küresel dengeleri büyük ölçüde değiştirmiş, Suudi dış politika tercihlerinin yeniden tanımlanmasına yol açtı.
2001 yılında ABD’nin ana sembollerine yönelik El Kaide tarafından gerçekleştirilen 11 Eylül terör saldırılarının ardından Suudi Arabistan dış politika yönelimini yeniden yapılandırmak zorunda kaldı. Diğerlerinin yanı sıra, örgütün büyük oranda Suudiler tarafından finanse edilmesi ve saldırganları kaçıran 19 kişiden 15’inin Suudi vatandaşı olması nedeniyle Suudi Arabistan, ABD hükümeti tarafından sorumlu tutuldu. O tarihten itibaren ABD, hem Suudi Arabistan devletini, hem de İslam anlayışının Suudi kökenli Vehhabi versiyonunu ötekileştirmeye başladı. Bu gelişmeler ve yeni koşullar üzerine Suudi krallığı, 11 Eylül 2001 sonrasında dış politika yönelimini yeniden yapılandırdı. 2005-2015 yılları arasında krallığın nihai hükümdarı olan Kral Abdullah, Suudi dış politikasında kapsamlı bir çeşitlendirme planı başlattı.
Arap devrimleri
Suudi Arabistan dış politikasının uygulanma koşullarını değiştiren en önemli ikinci gelişme ise 2011 yılında Arap isyanlarının ve devrimlerinin patlak vermesi oldu. Büyük bir değişim dalgası birçok Arap ülkesinde rejimleri değiştirdi; Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşileri değişim güçlerine karşı bir direniş ekseni oluşturdular. ABD ve diğer Batılı ülkeler bu statüko eksenini desteklediler. Özellikle Donald Trump yönetimi, Suudi Arabistan dahil Körfez monarşilerine açık çek verdi. Ancak Başkan Joe Biden ABD’de iktidara geldikten sonra, Trump’ın diğer bölgesel devletlere karşı monarşileri destekleme politikasından vazgeçti.
Bu, Suudi hükümetinin dış politika yönelimini yeniden düşünmesine yol açtı. Kısa bir ihbar süresinin ardından yeni Suudi hükümeti, Ürdün Kralı Abdullah döneminin çeşitlendirme politikasına geri döndü. Güç politikalarının geri dönüşü, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın artması ve küresel rekabetin yoğunlaşması göz önüne alındığında, Suudi krallığının fiili hükümdarı Veliaht Prens Muhammed bin Salman (MBS), pragmatik, ideolojik olmayan ve çeşitlendirilmiş bir dış politika uygulamaya başladı. politika yönelimi. Ortadoğu’daki normalleşme süreci bu yeni Suudi diplomatik söylemini kolaylaştırdı.
Suudi dış politikasının yeniden yapılandırılması ve çeşitlendirilmesinin birkaç önemli nedeni var. Her şeyden önce, artık geleneksel müttefiklerine güvenmeyen Suudi Arabistan, Batılı olmayan küresel güçlerle ilişkilerini geliştirmeye başladı. Çin’in mevcut dış politika anlayışı dikkate alındığında Suudi Arabistan gibi bir ülkenin Çin ile bağlarını geliştirmesi daha kolaydır. Pekin, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerden farklı olarak hiçbir ülkenin ideolojisini veya siyasi rejimini sorgulamıyor veya dış politika ilişkilerine şartlar dayatmıyor. Bu nedenle Riyad, Çin’in arabuluculuk rolünü kabul ederek bölgedeki bir diğer Çin ortağı olan İran ile normalleşme sürecini başlattı.
Benzer şekilde Suudi Arabistan da Rusya-Ukrayna savaşına yönelik farklı bir politika izledi. Batı’nın yani ABD’nin izinden gitmiyor. Rusya’ya yaptırım uygulamadı. Nitekim Suudi Arabistan savaşan iki taraf arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı.
Riyad’ın bölgesel güçlere doğru kayması
İkincisi, küresel güçlerin Ortadoğu sorunlarını çözme niyetinde olmaması nedeniyle Riyad, diğer bölgesel otoritelerle iletişim kurmaya karar verdi. Suudi siyasi liderliği İsrail, İran ve Türkiye gibi diğer bölgesel güçlere kayıtsız kalamayacağını biliyor. Bölgesel sorunları ancak diğer bölge ülkeleriyle ortaklık yoluyla çözebileceğini veya yönetebileceğini kabul etmeye başladı. Bu nedenle Türkiye ve İran dahil tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme kararı aldı. Başka bir deyişle Suudi liderliği bölgesel ortaklıklara öncelik vermeye başladı.
Üçüncüsü, Suudi liderliği sadece ortaklarını değil aynı zamanda dış politikasının içeriğini de çeşitlendirmeye karar verdi. Ekonomisi büyük ölçüde doğal kaynaklara, yani petrole bağımlı olan Riyad, son yıllarda birçok altyapısal mega proje geliştirdi. Uluslararası yatırımcıları ülkeye çekmeye çalışıyor. Böylece başta Batı ülkeleri olmak üzere siyasi ve ekonomik bağımlılıktan kurtulmaya ve dünyadaki statüsünü yükseltmeye çalışmaktadır.
Dördüncüsü, değişim taleplerine yanıt olarak Suudi liderliği ülkedeki sosyal ve siyasi yaşamı kontrol altına almak için birçok önemli önlem aldı. Sosyal hayatta birçok değişiklik yapıldı. Suudi siyasi liderliği, Suudi toplumunu dünyaya açmaya ve entegre etmeye kararlı. Örneğin günümüzde ağırlıklı olarak Christian Ronaldo, Sadio Mane, Karim Benzema ve Roberto Firmino gibi birçok futbol yıldızının transfer edilmesi nedeniyle Suudi futbol ligi dünyanın en popüler ve en çok izlenen liglerinden biri haline gelmiştir. Ülkedeki olumsuz imajı değiştirmek amacıyla ülkede birçok küresel ve bölgesel etkinlik sosyal, ekonomik, bilimsel ve sportif etkinlikler düzenlenmektedir. Böylece Suudi siyasi liderliği yeni bir ekonomik ve idari düzen ile yeni bir toplumsal yapı inşa etmeye çalışıyor.
Özetle Suudi Arabistan, hayatın hemen her alanında kapsamlı bir yeniden yapılanma ve inşa süreci yaşıyor. Bu sürecin en önemli kısmı devlet yapısının kurumsallaşmasıdır. Küresel sistemin ve bölgesel atmosferin hızla değişen doğası göz önüne alındığında, krallığın önündeki zorlukları aşması oldukça zor. Bunun için hem iç hem de uluslararası bağlamda gerekli önlemleri alması gerekiyor.