“Bir insan yalnızca tek bir yerde doğabilir. Ancak başka yerlerde birkaç kez ölebilir: sürgünlerde ve hapishanelerde, işgal ve baskının kabusa dönüştüğü bir vatanda” dedi önde gelen Filistinli şair ve yazar Mahmud Derviş, 2004 yılında ödül kabul konuşmasında. Hollanda.
Bu derin sözler, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının karmaşıklığıyla boğuşurken bugün de yankılanıyor.
Filistin anavatanı onlarca yıldır İsrail işgali ve baskısı altında acılarla dolu bir pota haline geldi. Batı Şeria’da, Gazze’de, Doğu Kudüs’te veya ötesinde olsun, mülksüzleştirmenin, şiddetin ve ölümün amansız güçleri Filistinlilerin günlük varoluşunun dokusuna örülmüş durumda.
Daha fazla ilerlemeden önce bir temel ilkenin altını çizmek gerekiyor: Kadınların, çocukların ve yaşlıların “sivil” yaşamları hiçbir durumda hiç kimse tarafından hedef alınmamalıdır.
Kassam Tugayları’nın İsrail’e yönelik karmaşık ve çok boyutlu saldırısının damgasını vurduğu son Cumartesi olayları, “tüm sorunların anası”nı yalnızca Orta Doğu’nun ilgi odağına değil, uluslararası sahneye de taşıdı. Hamas’ın İsrail yetkililerini hazırlıksız yakalayan bu cesur hamlesi, Mısır ve Suriye’nin İsrail’e saldırı başlattığı 6 Ekim 1973’teki devasa sürpriz saldırıyı hatırlatıyor.
Yıllardır Filistinlilere karşı saldırgan bir tavır sergileyen İsrail, buna sert bir şekilde karşılık verdi. Altı gündür aralıksız devam eden Gazze bombardımanı, aralarında sivillerin, kadınların ve çocukların da bulunduğu yüzlerce Filistinlinin trajik bir şekilde hayatını kaybetmesine ve kutsal mekanların, okulların ve hastanelerin yok edilmesine yol açtı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant Pazartesi günü Gazze’de “tam kuşatma” emrini verdiğini ve Gazze Şeridi’ne “hiçbir elektrik, yiyecek ve gazın” ulaşmayacağını söyledi; daha sonra Salı günü İsrail güvenlik güçlerinin müdahalesinin ardından kısıtlamanın kaldırıldığını söyledi. kontrolü kazandı. Bu arada Hamas saldırıları hem sivil hem de güvenlik güçleri olmak üzere yüzlerce İsraillinin hayatına mal oldu.
Diplomatik alanda ABD’li yetkililer, Gazze’deki sivillerin güvenli geçişini sağlamak için İsrail ve Mısır’la görüşmelerde bulunuyor. Ancak tahliyelere odaklanmak kritik bir soruyu gündeme getiriyor: nereye ve neden? Yıllardır ablukaya alınan Gazze, Filistinliler için bir açık hava hapishanesi işlevi görüyor; dolayısıyla onların ayrılması çözüm değildir. Bunun yerine, işgal devam ettiği sürece iyileşmeyecek bir yara olan “nakba”nın anısını hatırlatarak, hava saldırılarını ve İsrail saldırganlığını durdurmaya yönelik ortak çabalar yönlendirilmelidir.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Pazartesi günü yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze saldırılarına tepkisinin “Ortadoğu’yu değiştireceğini” söyledi. Aslında “tüm sorunların anası” olan İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi bölgede bir çatışma kaynağı olmuştur. Hem direniş gruplarının yeni taktikleri hem de İsrail’in tepkisi, hem bölgedeki hem de İsrail-Filistin çatışmasındaki statükoyu muhtemelen değiştirecek. Filistinlilerin mücadelesi devam edecek. Ancak büyük olasılıkla yeni bir strateji düzeyi ile İsrail ile iletişimde Cumartesi günkü olayların ardından statükonun aynı kalması beklenmiyor.
ABD’deki Biden yönetiminin yanı sıra Avrupa Birliği’ndeki Biden yönetiminin de siyasi ve askeri olarak Netanyahu’nun zaten kırılgan olan dinamikleri tehlikeli bir şekilde yeniden şekillendiren “yeni Ortadoğu” fikrini desteklediği görülüyor. Pentagon, bölgedeki savaş uçağı filolarını takviye ederken, uçak gemisi USS Gerald R. Ford ve beraberindeki savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e göndereceğini söyledi. ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Pazar günü öğleden sonra gemi ve uçakların yeni görev yerlerine taşınmaya başladığını doğruladı.
Lübnan, Suriye ve İran’a yayılma potansiyeli, yalnızca bölgesel değil aynı zamanda küresel jeopolitik sahnede de sismik bir değişime işaret ediyor. Tahran ile Hamas arasındaki bağların son zamanlarda güçlenmesi, İslami Cihad grubuyla olan ilişkilerle birleştiğinde, potansiyel sonuçlara daha karmaşık katmanlar ekliyor.
Türkiye’nin konumu
“İsrail topraklarında sivillerin öldürülmesine açıkça karşı çıkıyoruz. Aynı şekilde Gazze’de de masumların ayrım gözetmeksizin katledilmesini asla kabul etmiyoruz” dedi.
Erdoğan, Gazze’de sivillere yönelik gelişigüzel saldırıları “katliam” olarak nitelendirerek şu uyarıda bulundu: “Gazze’ye yönelik orantısız saldırıları, İsrail’i dünya kamuoyunun gözünde beklenmedik bir konuma itebilir. Sivil yerleşim yerlerinin bombalanması, bölgeye insani yardım götüren araçların engellenmesi, tüm bunların bir beceri gibi sunulması bir devletin değil, ancak bir grubun refleksi olabilir.”
“Dünya Beşten Büyüktür” sloganı altında faaliyet gösteren Erdoğan, Filistin’e yönelik kararlı savunuculuğuna paralel olarak İsrail’in gerçekleştirdiği adaletsizliklerin yiğit destekçisi konumundadır. Eş zamanlı olarak Türkiye’nin İsrail dahil bölge devletleriyle bağlarını normalleştirmesi onu potansiyel bir arabulucu olarak konumlandırıyor.
“Türkiye olarak tarafları itidalli olmaya çağırıyoruz. Bölgedeki savaşın bir an önce durmasını ve taraflar arasındaki sorunların müzakere yoluyla çözülmesini istiyoruz.” diye konuştu. Gerginliği azaltmak için hem Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan mekik diplomasisi yürütüyor.
Erdoğan, “Gazze’de, İsrail’de, Suriye’de, Ukrayna’da çocukların, sivillerin ve masum insanların ölmesini istemiyoruz, daha fazla kan dökülmesini istemiyoruz” dedi. Erdoğan itidal çağrısında bulunarak savaşın müzakereler yoluyla durdurulması çağrısında bulundu. Daha fazla kan dökülmesini önleme taahhüdü, Türkiye’nin Ukrayna’daki gibi çatışmalarda ısrarlı çabalarla ve tahıl anlaşmasının başarılmasıyla etkili bir şekilde ortaya koyan yapıcı arabulucu rolüyle örtüşmektedir.
Ancak Türkiye, yasadışı işgaline ve şiddetine rağmen İsrail’i destekleyen Batılı müttefiklerinden farklı olarak Filistin konusundaki pozisyonunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Türkiye, başkenti Doğu Kudüs olan ve 1967 sınırlarına dayanan özgür bir Filistin devletini savunmaktadır ve bu duruş, BM Genel Kurulu dahil uluslararası forumlarda sürekli olarak dile getirilmektedir.
Mevcut istikrarsız ortamda sivil kayıplarını en aza indirmek ve çatışmanın bölge ülkelerine yayılmasını önlemek Ankara için en önemli endişeler arasında yer alıyor. Erdoğan ve Fidan’ın gerilimi düşürmek için mekik diplomasisine başvurması, Türkiye’nin Orta Doğu’da istikrarın korunmasındaki önemli rolünün altını çiziyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türk yetkililerin yoğun çabaları, İsrail ile Filistin arasındaki gerilimin Lübnan ve İran’a yayılmasının önlenmesine yönelik kararlılığı yansıtıyor; bu, istikrarsızlığın arttığı bu dönemde vazgeçilmez bir girişim.