İsrail’in Gazze’de devam eden katliamı Amerikan demokrasisini yeni bir krizin eşiğine getiriyor, Washington’un dünya çapındaki demokrasilerin liderliği iddiasını baltalıyor ve ülke içindeki özgürlüklere ek kısıtlamalar getiriyor. ABD’nin İsrail katliamına verdiği desteğin, 6 Ocak 2021’de ABD Kongre Binası’na düzenlenen saldırıdan bu yana yaşanan en büyük krizi temsil ettiğini iddia etmek esas itibarıyla mümkün.
Mevcut durum içeride bir çöküş anlamına geliyor. İsrail’i eleştirmek ve Filistin direnişini desteklemek yasaklanırken, hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler bir baskı ortamı yaratılmasına yardımcı oluyor. Gerçekten de üniversite rektörleri soykırım çağrılarını engellemedeki sözde başarısızlıkları nedeniyle sorgulanıyor ve istifaya zorlanıyorlar. Amerika’nın önde gelen üniversitelerinden bazılarının (UPenn, MIT ve Harvard) başkanları yakın zamanda Kongre üyeleri tarafından azarlandı ve istifa etmeleri istendi.
Amerikan kolejleri üzerindeki “mahalle baskısı”, pek çok ABD’li politikacının gurur duyduğu Amerikan istisnacılığının sefaletini vurguluyor. Amerikalıların demokrasiye, özgürlüğe ve serbest girişime dayalı bir ülke inşa etmeleri nedeniyle kendilerinin diğer uluslardan üstün olduklarına inandıkları bir sır değil. Ayrıca kendileri ve diğerleri arasındaki farkın kendilerine dünyayı dönüştürme sorumluluğunu verdiğini iddia ederek Amerikan liderliğini ahlaki bir görev olarak gösteriyorlar. Dolayısıyla ABD işgalleri ve çifte standartlar meşrulaştırılıyor.
Batılı değerler
ABD’nin Gazze’deki duruma yönelik politikası, değerlere saygıyı benzeri görülmemiş bir şekilde reddetmek değil. Uluslararası toplum, Washington’un uluslararası hukuku, değerleri ve özgürlükleri nasıl pervasızca hiçe saydığına ve kendi çıkarlarını savunmak için çifte standart benimsediğine defalarca tanık oldu. 11 Eylül sonrasında kitle imha silahlarına sahip olduğu iddia edilen ABD’nin Irak’ı işgal etmesi bunun bir örneğiydi. Sonunda Irak işgal edildi ve Saddam Hüseyin devrildi. Yüzbinlerce kişi öldü, ancak neredeyse hiç kimse ABD’yi herhangi bir kitle imha silahı bulamadığı için suçlayamaz veya adalet önüne çıkaramaz.
ABD’nin değerlere ve hukuka göz yumduğu ülkelerden biri de İsrail. Washington, 1970 yılından bu yana İsrail’i savunmak amacıyla İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin 35 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararını veto etti. Bunun en son örneği geçtiğimiz Cuma günü yaşandı.
ABD kararı veto etti
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Güvenlik Konseyi’nden, uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olarak gördüğü Gazze’deki savaşa ilişkin BM Şartı’nın 99. maddesi uyarınca harekete geçmesini istedi. 15 üyenin tamamına yazdığı mektupta, Gazze’deki insani yardım sisteminin iki ay süren çatışmaların ardından çökmenin eşiğinde olduğu konusunda uyardı ve ateşkes talebinde bulundu. 13 üye ateşkes lehinde oy kullanmasına ve bir üye devletin çekimser kalmasına rağmen ABD karar taslağını veto etti.
Bu, ABD’nin 7 Ekim’den bu yana beşinci vetosuydu. Güvenlik Konseyi’nin başka hiçbir üyesi artık görüşlerini desteklemese de Washington, Tel Aviv’i sivilleri öldürmeyi bırakmaya zorlamayacağını açıkladı. Yani Amerika bir kez daha İsrail’in suçlarına ortak oldu. Washington’un İsrail’e en az 15.000 bomba (büyük sığınak avcıları da dahil) ve 50.000’den fazla top mermisi teslim ederek kendi mevzuatını ve uluslararası insani hukukunu hiçe saydığını akılda tutarsak, durumun ciddiyetini anlamak oldukça kolaydır. Yakın tarihli bir röportajda Dışişleri Bakanı Antony Blinken, sivillerin öldürülmesine rağmen İsrail’in savaşı ne zaman sonlandıracağına karar vereceğini özellikle söyledi.
Washington’un sefil izolasyonunu en çarpıcı şekilde vurgulayan kişi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Cuma günü ABD vetosuna yanıt olarak şu açıklamayı yaptı: “BM Güvenlik Konseyi’nde beş daimi üye ve daimi olmayan üye var. Ne yazık ki konsey ateşkesi reddetti çünkü yalnızca ABD buna karşı oy kullandı. Tek başına. Bu adalet mi? Burası adil bir dünya mı? Bunun yerine şunu söylüyoruz: Adil bir dünya mümkün ama ABD ile mümkün değil”
Ne yazık ki ABD’nin pervasız bir süper güç gibi davranma konusunda uzun bir geçmişi var. Ülkeyi eski Başkan Donald Trump’ın mı yoksa görevdeki Joe Biden’ın mı yönettiğinin pek önemi yok; Biden yönetiminin Gazze’ye yönelik politikası, Amerikan istisnacılığının yeni bir sefalet düzeyine işaret ediyor. Amerikan demokrasisinin gerilemesiyle mevcut durum, ülkeyi adil bir dünyanın ortaya çıkmasının önünde bir engel gibi gösteriyor.