Uluslararası sistem köklü bir değişim ve dönüşüm yaşıyor. Krizler birbirini tetikliyor ve giderek küreselleşiyor. Küresel ve bölgesel rekabet derinleşiyor, belirsizlikler her geçen gün artıyor. Küresel bir kaygı dönemindeyiz. Uluslararası politikanın geleneksel unsurları yeniden öne çıkarken, yeni ama çok daha zorlu bir döneme doğru ilerliyoruz. Toprak genişletmeye dayalı geleneksel jeopolitik mücadele, uluslararası politikayı bir kez daha şekillendirirken, bilgi üretiminin her altı ayda bir ikiye katlandığı, yapay zekanın her gün gündemi belirlediği hibrit bir döneme giriyoruz. Antonio Gramsci’nin 100 yıl önce çok yerinde bir şekilde ifade ettiği gibi, “eskinin öldüğü, yeninin ise doğamadığı” bir dönemdeyiz.
Böyle bir dönemde geleceği tahmin etmek son derece zordur. Yine de yarının dünyasının nasıl görünebileceğini düşünmeliyiz. Bugünün zorluklarıyla başa çıkabilmek için çalışmalı ve yarını öngörmeliyiz. “SETA Güvenlik RADARI: 2024 Yılında Türkiye’nin Jeopolitik Görünümü” tam da bu amaca hizmet ediyor. Güncel dinamiklerin Türk dış, güvenlik ve savunma politikalarını nasıl şekillendireceğini öngörmeyi amaçlamaktadır.
2023 yılında uluslararası sistemde pek çok beklenmedik olay ve stratejik değişim yaşandı. Önümüzdeki yıl daha derin değişiklikler getirebilir. ABD, Rusya, Hindistan, İngiltere, Tayvan ve Bangladeş gibi ülkelerde yapılacak önemli seçimler küresel dinamikleri önemli ölçüde etkileyerek jeopolitik değişimlere yol açabilir. Dünya nüfusunun yarısının, yani 4 milyar insanın bu ülkelerde oy kullanacağı göz önüne alındığında, bu ülkelerin ölçeği ve demografik ağırlığı, mevcut uluslararası/jeopolitik kutuplaşmadaki konumları ve seçim sonuçlarına bağlı olası değişimler, bu seçimleri özellikle önemli kılmaktadır. . Bunlar jeopolitik gerilimleri artırabilir ve sistemdeki belirsizliği derinleştirebilir.
Bölgelerin ötesindeki çatışmalar
2023 yılında Ukrayna savaşı, Tayvan çatışması, İran’ın nükleer programı ve İsrail-Filistin çatışması, hem bölge içi hem de bölge dışı ülkeleri etkileyen uluslararası dinamiklerin temel belirleyicileri arasında yer aldı.
Küresel güçlerin etki alanları ve yetenekleri giderek daha fazla sorgulanıyor. Küresel sistemin ne zaman istikrarlı bir dengeye ulaşacağını tahmin etmek zor. ABD’nin küresel konumuna yönelik zorluklar ve Çin’in artan gücü, potansiyel küresel güç rekabeti ve bölgesel dinamik değişimlere işaret ediyor. Şu anda Çin, ABD’nin bölgesel hegemonik konumuna meydan okuyor ancak ABD’yi askeri açıdan dengelemekten hâlâ uzak. Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail-Filistin çatışması ve Yemen krizi gibi devam eden çatışmalar, öngörülemeyen sonuçlarla küresel belirsizliği artırıyor.
Ukrayna savaşı askeri bir çıkmazla karakterize ediliyor. Sahadaki askeri düzeydeki operasyonel tempo ile coğrafi geometri arasında bir uyumsuzluk var, bu da her iki tarafın da savaşı kazanmadığı veya kaybetmediği anlamına geliyor. Ukrayna’nın oyunun kurallarını değiştirecek bir avantaj elde etmesi ve çıkmazdan kurtulması için, şu anda ABD Kongresi’nde engellenen mali ve savunma yardımının onaylanması hayati önem taşıyor. Bunun başarısızlıkla sonuçlanması ya da kısmen gerçekleşmesi, uzun vadeli bir savaş durumuna dayanma kapasitesi göz önüne alındığında Rusya’nın lehine işleyen askeri statükoyu değiştirmeye yetmeyecektir.
ABD seçimlerinde Donald Trump’ın başkanlığı kazanması senaryosunda, Avrupa’nın Ukrayna’ya askeri ve mali yardımını bağımsız olarak sürdürememesi ve Rusya’ya karşı “kendi başının çaresine bakmak” zorunda kalması mümkün görünüyor.
Avrupa’da aşırı sağın yükselişi
Bu noktada Türkiye’nin savaşın başından beri açıkça görülen önemi Avrupa açısından göz ardı edilemez. Türkiye, ister Ukrayna’yı Rusya’ya karşı askeri olarak destekleme iradesi olsun, ister Rusya ile gerilimi düşürmeye yönelik kanalları işletmek açısından Avrupa’nın güvenlik mimarisi açısından vazgeçilmezdir. Hem Avrupa’nın güvenliği hem de Avrupa’nın “stratejik özerkliği”, eğer ulaşılabilirse, ancak Türkiye’nin eşit ortak olarak görüldüğü anlamlı bir ittifak yaklaşımıyla mümkün olabilir.
Buna rağmen Avrupa genelinde aşırı sağın yükselişi, halihazırda stratejik körlük yaşayan Avrupa’nın daha da miyop ve Türkiye karşıtlığının hakimiyetinde olacağı senaryosunu güçlendiriyor. 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri bu açıdan kritik önem taşıyor. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin sağlıklı işleyişi ancak yeni jeopolitik gerçeklere uygun yeni bir stratejik iletişim ve işbirliği modelinin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir.
2024 yılı bu açıdan kritik bir yıl olacak. Avrupa ya kendi içine kapanıp Soğuk Savaş mantığına hapsolup dışlayıcı bir politikaya yönelecek ya da Türkiye ile sağlıklı temellere dayalı, eşit ve samimi bir ilişki kurarak küresel güç yarışında gerçek bir oyuncuya dönüşecek.
Ortadoğu’da 7 Ekim’e kadar normalleşme politikaları nispeten istikrarlı bir yıl geçirdi. Ancak 7 Ekim, etkileri açısından stratejik bir şok oldu. Bölgesel sorunlar göz ardı edilerek normalleşmenin sağlanamayacağı ortaya çıktı. Ekim sonrası. 7 İsrail saldırganlığı ve binlerce sivilin hayatını kaybetmesi daha da istikrarsız bir ortam yarattı ve bölgesel normalleşme çabalarını sekteye uğrattı. Birçok kulvarda yaşanan normalleşme süreçleri arasında Türkiye-İsrail hattı da çatışmalardan olumsuz etkilendi. İran’ın vekillerinin ABD öncülüğündeki bölgesel koalisyon tarafından hedef alınması durumunda Suudi Arabistan ile İran arasındaki süreç başarısızlıkla sonuçlanacak gibi görünüyor.
İsrail’in Gazze’ye yönelik haksız ve hukuksuz saldırganlığının, Türkiye ile diğer Arap ülkeleri arasında devam eden normalleşme çabalarına olumsuz bir etki yapması beklenmemeli; tam tersine bu alanda konsolidasyona yol açmalı. İsrail’in çatışmayı Gazze’nin ötesine, Lübnan, Suriye ve Irak’a doğru genişletmesi, kaçınılmaz olarak İran’ın vekil güçleriyle gerilimin tırmanmasına neden olacak. Artan istikrarsızlık olasılığı ve tırmanma riski, İsrail karşıtı bir siyasi blok oluşturabilir ve ABD’yi Orta Doğu’dan çekilme konusunu yeniden düşünmeye sevk edebilir. Husilerin Bab el Mendeb’e yönelik füze saldırıları ABD ile doğrudan çatışmaya yol açabilir ve ABD’yi çatışmanın içine çekebilir. Mevcut durum İran’ı vekilleri aracılığıyla Irak’taki ABD üslerine yönelik füze saldırılarını artırmaya teşvik edecek yönde ilerlemektedir.
Üstelik İran’ın nükleer programı sorununun çözülememesi, Ortadoğu’da Suudi Arabistan ve Türkiye’nin de dahil olduğu bir nükleer güç olma yarışına yol açabilir ve bu senaryonun orta vadede dikkate alınması gerekir. Özellikle Trump’ın yeniden ABD başkanlığına seçilmesi durumunda İran’ın baskılarla köşeye sıkıştırılması, İran’ın nükleer faaliyetlerini ilerletmesi için bir teşvik oluşturacaktır. Dolayısıyla 2024 yılında Ortadoğu’da yeni bir çatışmacı ve rekabetçi stratejik ortam ortaya çıkabilir.
Büyüyen belirsizlikler
Küresel ve bölgesel olarak giderek belirsizleşen ortamda Türkiye, yeni bir odak noktası ve jeopolitik ağırlık merkezi olarak yeniden ortaya çıkıyor. Türkiye, 2023 yılında başta Körfez ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmek, küresel siyasi arenada varlığını ve nüfuzunu sürdürmek amacıyla bölgesel bir dış politika izlemiştir.
Bu dinamikler doğrultusunda, Türkiye’nin dış politikası 2024 yılına çeşitli krizler ve karmaşıklıklarla dolu zorlu bir ortamın yansıttığı bir ortamda girmektedir. Türk-Amerikan ilişkileri, terörden savunmaya kadar pek çok çözülmemiş sorun nedeniyle 2024 yılında belirleyici olacak. 2024 yılında Türkiye-AB ilişkilerinin, Türkiye-Yunanistan yakınlaşması gibi bazı olumlu gelişmelerin yanı sıra Avrupa’da aşırı sağ ideolojilerin yükselişi ve devam eden savaş gibi diğer dinamiklerden de etkilenebileceğini de belirtmek gerekir. Ukrayna’da. Türkiye’nin Ukrayna’daki önceliği, savaşı bir an önce durdurmak ve tarafları bir araya getirerek barışçıl bir anlaşmaya varmak olacaktır.
Türkiye, 2024 yılında Türk Devletleri Teşkilatı’nı (OTS) daha da kurumsallaştırarak siyasi ve ekonomik bir güç haline getirmeye devam edecektir. Güney Kafkasya’da sürdürülebilir bir düzenin inşası için tüm taraflarla etkin diplomasi yürütecektir. Afrika’daki ekonomik varlığını derinleştirecek ve küresel dış politika portföyünü kurumsallaştıracak küresel bir aktör olarak, küresel sorunlara çözüm perspektifinden daha fazla katkı sağlamaya devam edecek bir ülke olacaktır. Suriye’deki güvenlik önceliklerini değiştirmeden, Suriye krizine siyasi çözüm için çalışacak. Gazze’deki savaşı durdurmak ve Filistin’de iki devletli çözümü sağlam bir şekilde masaya getirmek için bölgesel diplomasiyi aktif olarak kullanmaya devam edecek.