Ortadoğu bölgesinde son dönemde yaşanan gelişmeler istikrarsızlığın derinleşmesine ve çatışma ihtimalinin her geçen gün artmasına yol açmıştır. 2023 yılında Ortadoğu’da göreli bir normalleşme sürecine tanık olduk. Bölge ülkeleri çatışma potansiyelini en aza indirmeye çalışırken ortak potansiyel geliştirme konusunda da önemli mesafe kat ettiler.
7 Ekim öncesinde durum şöyleydi: Suudi Arabistan ile Husiler arasında, Yemen’deki savaşı bitirmek için barış görüşmeleri yapılıyordu; Suudi Arabistan ile İsrail arasında normalleşmenin ne zaman gerçekleşeceğinin belirlenmesine yönelik bir süreç yönetiliyordu; Türkiye ile İsrail arasında ilerici bir normalleşme süreci yaşanıyordu. Ancak 7 Ekim’den sonra bu bölgesel jeopolitik eğilim çarpıcı biçimde değişti.
Yine 7 Ekim öncesinde Orta Doğu’da nispeten silahlı devlet dışı aktörler açısından rekabetçi ama çatışmasız bir stratejik ortam vardı. Terör örgütleri de dahil olmak üzere Orta Doğu bağlamındaki çatışma eğiliminde aşağı doğru bir ivmelenme yaşandı. Yani bu aktörlerin seferberliğinde nispeten durağan bir durum vardı. Ancak 7 Ekim’den sonra yeni bir seferberlik süreci başladı. Hamas, Hizbullah, aşırı milisler, PKK terör örgütü ve onun Suriye kolu YPG gibi terör örgütleri, Irak’ta İran destekli gruplar, Yemen’de Husiler bir ittifakın parçası oldu. yeni bir yüzleşme süreci. Şimdi Lübnan’dan Yemen’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada devlet dışı silahlı aktörlerin ve terör örgütlerinin yeniden seferberliğine bir kez daha tanık oluyoruz.
Bölgesel istikrarsızlığın artması
PKK terör örgütü, geçtiğimiz ay Kuzey Irak’ta düzenlediği saldırılarla, yeni ortaya çıkan bölgesel istikrarsızlıktan yararlanmaya çalıştığını gösterdi. Terör saldırıları Türkiye’yi Irak ve Suriye’de kapsamlı bir askeri harekat başlatmaya sevk etti. Ankara’nın terörle mücadeledeki üstünlüğünü sürdürmek için Suriye ve Irak’ta PKK’ya karşı daha yoğun bir askeri, istihbarat ve diplomatik kampanya yürütmesi muhtemel. İran’daki terör saldırılarının ardından Tahran’ın Kuzey Irak ve Pakistan’a yönelik saldırıları İran açısından da askeri güvenlik eğilimlerinin hakimiyetine ve jeopolitik çatışmalara yol açmıştır. ABD’nin Husilerin Kızıldeniz’deki faaliyetlerine yönelik hava saldırıları, Yemen’deki sorunu aktif bir çatışmaya dönüştürdü. ABD’nin Husileri yeniden terör listesine alması, Yemen’deki barış sürecini yok etti ve bu süreç, sonuçta çatışmanın doğasını şekillendirecek.
Üçüncü nokta ise bölge dışı devletlerin bölgesel politikalarında Ekim öncesine göre önemli bir değişiklik olduğudur. 7 dönem. 7 Ekim öncesinde ABD odağını Ukrayna ve Çin’e kaydırırken Çin, siyasi ve ekonomik bir oyuncu olarak Orta Doğu’ya daha fazla odaklandı. Avrupa ülkeleri açısından bakıldığında Ukrayna’nın Ortadoğu’dan çok daha öncelikli bir güvenlik meselesi olduğu yönünde bir anlayış vardı. Öte yandan Rusya, Ukrayna’da devam eden savaş nedeniyle Ortadoğu’ya olan ilgisini canlı tutmaya çalışıyordu. Körfez ülkeleriyle ekonomik ve siyasi ilişkilerini derinleştirmeye çalıştı. Son iki ayda yaşanan gelişmeler bölgesel eğilimin tersine döndüğüne işaret ediyor. ABD, İsrail’in güvenliği adına bölgedeki varlığını yeniden savunmak zorunda kaldı. Bu durum ABD’nin bir süredir yürüttüğü Ortadoğu’daki stratejik angajmanının değiştirilmesine ilişkin tartışmaları da sona erdirdi. Avrupa Ukrayna’ya olan ilgisini kaybetti. Yaşanan gelişmelerin ardından Çin aktör haline geldi.
Ortadoğu’nun askeri çatışmalarında ve jeopolitik eğilimlerde değişim
Bu gelişmeler Ortadoğu’daki askeri çatışmalarda ve jeopolitik eğilimlerde önemli bir değişime işaret ediyor. Bunlardan ilki İran’a yönelik. İran, 7 Ekim’den sonra çatışma eksenindeki en kritik ülkelerden biri olarak nitelendirilebilir. Bunun nedeni, ABD ve İsrail’in, Hamas, Hizbullah, milisler ve Husiler bağlamında açıkça ortaya çıkan çatışma dinamikleri açısından İran’ı hedef almış olmasıdır. ABD’de hakim olan görüş, asıl sorunun İran olduğu ve bu durumun ABD’yi İran’a karşı daha sert adımlar atmaya yöneltebileceği yönünde. İran’ın bölgedeki çalkantılardan yararlanarak nükleer programında yeni bir aşamaya geçmesi ve nükleer silahlanma yönünde radikal bir adım atması, İran meselesindeki muhtemel gelişmeleri kökten değiştirebilir.
Devlet dışı silahlı aktörlerin ve terör örgütlerinin (PKK ve DEAŞ gibi) yeniden canlanması ve Ortadoğu’da terör eğiliminin yeniden hızlanması, terör tehdidiyle karşı karşıya olan ülkeleri farklı bir askeri angajmana yöneltmektedir. Böyle bir sürecin bölgedeki çatışma ortamını askerileştirmesi muhtemeldir. Bugün itibarıyla birçok ülke bölgedeki askeri operasyonlarını ve askeri angajmanlarını artırdı. Türkiye’nin Kuzey Irak ve Suriye operasyonları, Ürdün’ün Suriye operasyonları, İran’ın Irak ve Suriye operasyonları, ABD’nin Suriye, Irak ve Yemen operasyonları bunların en önemlileri arasında yer alıyor. ABD açısından bakıldığında en kritik konu askeri caydırıcılık güvenilirliğinin zayıflamasıdır. Irak’ta ABD’ye yönelik saldırılar devam ederken, ABD’nin askeri korumasına ve Husilere yönelik hava saldırılarına rağmen deniz ticareti durma noktasına geldi. Bu durum Amerika’nın caydırıcılığı üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor.
Sonuç olarak, şu anda Orta Doğu’daki güvenlik ortamının giderek daha askerileştiği bir aşamayı yaşıyoruz. İsrail’in Gazze’de devam eden saldırganlığı devam ederse çatışma muhtemelen tırmanacak ve tüm bölgeye yayılacaktır.