100 günden fazla bir süredir dünyanın büyük bir kısmı İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki vahşi eylemlerine karşı arayış içinde. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplum bir anda hukuki ve insani açıdan sınırlı bir uluslararası sistemin gerçekleriyle karşı karşıya kaldı. Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) yaptığı başvuru, konuya ilişkin umut ışığı yarattı. Peki ama neden? Bilindiği gibi Uluslararası Adalet Divanı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler bünyesinde, savaş döneminde yaşanan insanlık dışı eylemlerin tekrarının önlenmesi amacıyla kurulmuştur. Soykırım, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir topluluğu tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle kasıtlı olarak gerçekleştirilen eylemlerle karakterize edilir.
Dolayısıyla bu eylemi önlemek için atılan tüm adımların mevcut durumu, ne yazık ki 21. yüzyıl dünyasında pek bir değişimin olmadığını ortaya koymuştur. UAD kapsamındaki bu adım, apartheid rejimi döneminde ırkçı uygulamalara maruz kalan Güney Afrika için hayati önem taşıyor. UAD’nin aldığı bu karar yakın tarihte ilk değil. Bosna-Hersek’in 1993 yılında Sırbistan aleyhine açtığı Soykırım Sözleşmesi’nin ihlal edildiği iddiasıyla açılan davada, soykırım teşkil eden fiillerin işlenme ihtimalinin ciddi olması nedeniyle ihtiyati tedbir kararı verilmişti.
Ateşkes mi, değil mi?
UAD 15 yargıçtan oluşuyor ve dava kapsamında İsrail ve Güney Afrika taraflarından birer yargıcın yer aldığı 17 kişilik bir heyet oluşturuldu. ICJ’nin 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kapsamında, Güney Afrika’nın başvurusu, 2. ve 3. maddelere ilişkin sunulan delillere dayanılarak “makul” gerekçelerle yeterli bulunmuştur. Ancak bu tespit neyi yeterli kılmaktadır? Anlam?
Öncelikle şunu hatırlamak gerekiyor. Güney Afrika dava sürecinde dokuz ihtiyati tedbir talep etti. Bunların her biri İsrail’in eylemleriyle ilgili; taahhüt eder veya taahhüt edebilir. Bu durumlar Soykırım Sözleşmesinin 2. ve 3. maddeleri kapsamına girmektedir. Dokuz ihtiyati karar arasında öne çıkanlar, Gazze’deki askeri operasyonların derhal durdurulması, Gazze’de herhangi bir askeri operasyonu ilerletecek adımların atılmaması, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi kapsamına giren her türlü eylemden kaçınmasının zorunlu kılınması, Yerinden edilmiş kişilerin evlerine dönmeleri ve yeterli yiyecek, su, yakıt, tıbbi ve sıhhi olanaklar sağlamaları, malzeme, barınak ve giyim de dahil olmak üzere insani yardıma erişim sağlamaları ve mahkemeye düzenli raporlar sunmaları.
Söz konusu mahkemenin verdiği kararın her ne kadar önemli olsa da nihai değil, geçici olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmekte fayda var. Nihai karar alma süreci gerçekleşene kadar olası soykırım tehlikesi ve tehdidini azaltacak tedbirlerin alınması önemlidir. Dolayısıyla olası soykırım tehlikesi ve tehdidi karşısında ortaya çıkacak sorunlar, davada nihai karar sürecine kadar alınması gereken önlemler olarak görülmelidir. Bu bakımdan sonuç ateşkes olmasa bile, tedbirlerin uygulanması nedeniyle uluslararası alanda ateşkesin hayata geçeceği söylenebilir.
Etik ve devletler
İsrail’in Gazze’de 7 Ekim’den bu yana devam eden insanlık dışı eylemleri sonucu şu ana kadar 28 bine yakın sivil hayatını kaybetti. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Gazze’de yaşayanlar hakkında söylediklerini de hatırlamamız gerekiyor: “Biz, İsrail’e karşı savaşıyoruz. insan hayvanları.” Uluslararası kamuoyu sürekli İsrail karşıtı eylemlerde bulunsa da devletin İsrail’i destekleyen politikalarının değişimi çok hızlı olmadı. Bu bağlamda bugünkü süreç ve UAD kararı esas itibariyle 1948’in hayaletlerini yeniden gündeme getirmiştir. Uluslararası düzeyde korunması gereken insan hayatına ilişkin insanlık dışı yaklaşımlar ve söylemler ne yazık ki halen devam etmektedir. Karar kapsamında unutulmaması gereken en önemli husus bu sürecin sadece başlangıç olduğudur. Konuyla ilgili tüm sorumluluk, uluslararası alanda sözleşmeye taraf olan devletlere düşüyor.
Kaldı ki mesele Doğu’nun anlaşılması ve yanlış hareketlerin yapılması değil, uygulanmasıdır. Ara karar kapsamında ateşkes kararının bulunmaması, bunun uluslararası kamuoyu ve devletlerin baskısıyla gerçekleşmeyeceği anlamına gelmiyor. Gerekli tedbirlerle ateşkes sağlanacak ve soykırım teşkil edecek durumlar sona erecektir. Sivillerin, özellikle de gelecek nesillerin hayatı sona ermeyecek. Bu bakımdan UAD’nin kararı nihai olmasa da uluslararası hukukun ve sistemin doğru ilerleyeceğine dair birçok kişiye ışık oldu. Devletlerin harekete geçmek için aşağıdaki adımları atması ve devam eden süreci durdurması gerekiyor. Aksi takdirde İsrail’in insanlık dışılaştırma politikası izleyen uygulamaları sorgulanacaktır.