Yalnızca Batılı hükümetler ve siyasi kurumlar değil, aynı zamanda küresel iş çevrelerinin çoğu da onlarca yıldır İsrail yanlısı lobi tarafından rehin alındı. İsrail yanlısı uluslararası lobi, onları İsrail’in Gazze’deki savaş suçları konusunda İsrail karşıtı bir duruş sergilememeleri konusunda tehdit ediyor. Batılı siyasetçilerin ve iş adamlarının çoğu, İsrail yanlısı lobinin mali, medya, ticari, akademik ve entelektüel gücünden korkuyor.
İsrail yanlısı lobiciler, Batı ülkelerindeki en etkili finans kuruluşlarını, küresel çok uluslu şirketleri, tanınmış üniversiteleri, önde gelen akademik dergileri, ana akım medya kuruluşlarını ve gazeteleri kontrol ediyor. Bütün bu kurum ve platformlar onlarca yıldır İsrail’in ulusal çıkarlarına hizmet ediyor. Sonuçta bu platformlar aracılığıyla İsrail yanlısı anlatı ve siyasi söylem tüm dünyada mutlak bir tekel haline geldi. Özellikle Batı dünyasında çok az kişi, çevre veya devlet İsrail anlatısına meydan okumaya cesaret edebilir.
Ancak 7 Ekim’in ardından İsrail’in vahşeti ve soykırım eylemleri, İsrail yanlısı anlatıya büyük ölçüde meydan okumaya başladı. İsrail anlatısının ve siyasi söyleminin başarısızlığına dair birçok önemli gösterge var. Öncelikle İsrail’in Gazze’deki 2 milyondan fazla masum Filistinliye karşı uyguladığı ahlak dışı politikalar ve sınırsız şiddet uygulaması, birçok Batılı siyasetçiyi bile İsrail’e ve onun Batılı destekçilerine karşı çıkmaya itmiştir. Batı’daki pek çok siyasetçi ve devlet kurumu, kendi hükümetlerinin İsrail suçlarına koşulsuz desteğine karşı seslerini yükseltmeye başladı.
Örneğin, aynı zamanda Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı olan Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, İsrail’in şiddet uygulamasını eleştirmeye başladı ve ABD’yi daha fazla masum insanı öldürmek için silah göndermeyi bırakmaya çağırdı. Borrell Batılı ülkelere Gazze’de daha fazla insanın öldürülmesini engelleme çağrısında bulundu.
Benzer şekilde, Birleşik Krallık’ta muhalefet lideri ve İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, defalarca kendi hükümetini ve diğer Batılı hükümetleri Gazze’de kalıcı bir ateşkes istemeye ve İsrail’e vahşetine son vermesi için baskı yapmaya çağırdı. . Ayrıca Hollanda mahkemesi, hükümete, İsrail’in Gazze’yi bombalamak için kullandığı F-35 savaş uçaklarının parçalarının tedarikini durdurma emri verdi. Mahkeme, parçaların uluslararası insancıl hukukun ciddi ihlallerinde kullanılmasına ilişkin açık bir risk bulunduğunu beyan etti. Fransa Dışişleri Bakanı Stephane Sejourne bile İsrail’in 1,5 milyon yerinden edilmiş sivilin yaşadığı Refah kentine yönelik saldırısının haksız olacağına işaret etti.
Küresel tepki büyüyor
İkincisi, birçok evrensel uluslararası kuruluşun temsilcileri, uluslararası topluma, İsrail’in uluslararası hukukun temellerini ihlal etmesini ve daha fazla savaş suçu işlemesini durdurma çağrısında bulunmaya başladı. Örneğin Avusturyalı avukat BM insan hakları şefi Volker Türk, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştirdi. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UAD) başsavcısı, İsrail’in Gazze’nin güneyindeki Refah şehrine olası bir kara saldırısı konusunda derin endişeleri olduğunu belirtti.
Bir diğer Avrupalı uluslararası bürokrat, BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Genel Direktör Yardımcısı Beth Bechdol, “Gazze’de benzeri görülmemiş düzeyde akut gıda güvensizliği, açlık ve kıtlığa yakın koşullar var” dedi. Ayrıca BM Çocuk Hakları Komitesi Başkanı Ann Skelton da şuna dikkat çekti: “Gazze Şeridi’ndeki bütün çocuklar çocukluklarını kaybetmiştir. Travma yaşıyorlar ve sonsuza kadar akıl sağlıkları üzerinde kalıcı bir etkiyle yaşayacaklar.” Uluslararası bürokratların yaptığı bu açıklamaların dolaylı soykırım itirafları olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyor.
ICJ’den çığır açan karar
En önemlisi, 26 Ocak’ta Birleşmiş Milletler’in en yüksek mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı, Gazze’de soykırım olduğuna dair makul deliller olduğuna karar verdi. Ardından UAD, İsrail’e Soykırım Sözleşmesini ihlal eden herhangi bir eylemi önlemek için kapasitesi dahilinde gerekli tüm önlemleri alması talimatını verdi. Bu karar, İsrail’in söylemini çürütmek açısından tarihi bir adımdır, zira resmi bir uluslararası hukuk organı ilk kez İsrail’i soykırım yapma olasılığıyla suçluyor. Mahkeme beklenen kararı verse de vermese de, dünya kamuoyu İsrail’i insani hukukun tüm ilkelerini ihlal etmesi ve savaş suçlarına karşı taahhütlerini ihlal etmesi nedeniyle zaten cezalandırdı.
Üçüncüsü, İsrail’in Gazze’deki vahşeti ve suçları, Batılı insanların, kendi hükümetlerinin gerçeği kendilerinden çaldığına dair farkındalığının dramatik bir şekilde artmasına yol açtı. Uluslararası bürokratların yaptığı açıklama ve açıklamaların yanı sıra sosyal medya platformlarında yaygınlaşan haberler de İsrail yanlısı söylemin tekelini kırdı. Özellikle gençler, İsrail yanlısı lobinin hakim olduğu geleneksel ana akım medyadan değil, alternatif kaynaklardan haber okuyor. Er ya da geç uluslararası toplum ana akım medya kuruluşlarına inanmayı bırakacaktır.
Sonuçta İsrail yanlısı lobi başarısızlığa mahkumdur. Er ya da geç küresel kamuoyu, özellikle de Batı kamuoyu, İsrail’i ve suç ortağını (Batılı hükümetleri) Gazze’de işlenen savaş suçlarından sorumlu tutmaya başlayacak. Gazze’deki soykırımın unutulmaması tüm insanlığın Filistinlilere karşı görevidir. Aksi takdirde insanlık, çılgın ve gaddar politikacılar karşısında insani davasını kaybedecektir. Gazze’de devam eden soykırıma karşı sesimizi yükseltmenin tam zamanı ve her insanın görevidir.