Gelecek yüzyılda Türkiye’nin tarihi yazıldığında, çıkar çatışması ve Suriye iç savaşında ABD ile karşı karşıya gelmesi muhtemelen bir milat olarak vurgulanacaktır.
Soğuk Savaş dönemi ittifaklar dönemiydi. NATO ve Varşova ittifakları yaklaşık yarım yüzyıl sürdü. Arap Baharı bu ittifakların neler yapıp yapamayacaklarını gösteren bir test örneğiydi.
Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte ABD’nin Suriye ve Irak’ın yanı sıra Türkiye gibi ülkeleri de kapsayan daha geniş bir bölgeyi istikrarsızlaştırma eğiliminde olduğu giderek daha belirgin hale geldi. Türkiye, Suriye’nin gelecekteki gidişatı konusunda ABD ile anlaşmazlığa düştü. Bu daha geniş dinamik, Türkiye’nin, ABD’nin küresel sahnede diğer ulusların çıkarlarını ve kaygılarını dikkate almaksızın kendi gelecek hedeflerini şekillendirme eğiliminin farkına vardığının altını çizdi.
Türkiye’de eş zamanlı terör saldırıları yoğunlaşıyor
Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya geldiği dönemde, dünyanın en büyük üç terör örgütünün eş zamanlı olarak Türkiye’ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırmış olması dikkat çekicidir.
Birincisi, Gülenci terör örgütü (FETÖ), Türkiye’yi küresel ağın çıkarlarına tabi kılmak, özellikle ABD, İngiltere ve Batı eksenine hizalamak amacıyla içeride faaliyet gösteriyordu.
İkincisi, PKK terör örgütü, Türkiye ile Kürt yetkililer arasında devam eden barış görüşmelerine rağmen, Türkiye’ye yönelik saldırgan saldırılar gerçekleştirmiş, hatta hem ABD’nin hem de İran’ın emriyle İran’da operasyonlar yürütmüştür. Bu eylemler arasında, özellikle çukur protestolarındaki şiddet olayları yoluyla, Türkiye içinde huzursuzluk yaratma girişimleri de vardı.
Eş zamanlı olarak, kökenleri ve işleyiş şekli Türkiye sınırları ötesinde bağlantıları olduğu düşünülen terör örgütü DEAŞ, Türkiye’ye saldırılar düzenledi. Sosyolojik kökleri, bölgesel yayılımı ve eylemleri göz önüne alındığında birçok kişi IŞİD’in İngiltere, ABD ve İsrail’in ortak çabalarıyla beslendiği görüşünde.
PKK’nın ülkede toprak parçalamaya yönelik saldırıları, FETÖ’nün saldırıları 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimine kadar uzandı.
Türkiye Cumhuriyeti ilerleyen yıllarda ulus devletini güçlendirmiş, ordusunun yeniden yapılanmasını tamamlamış, savunma sanayisini güçlendirmiş, özellikle bu üç terör örgütüne karşı mücadelede ve yok edilmesinde küresel anlamda bazı kazanımlar elde etmiştir.
Ne tesadüf ki, Türkiye’nin uzun yıllardır ABD ve NATO üzerinden kurduğu uluslararası ilişkiler, sanki bazı ülkeler Türkiye’nin bu kadar büyük bir baskı altına gireceğine inanıyormuş gibi, aynı anda çöktü.
Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Mısır ve hatta İran gibi tüm bölge ülkeleriyle anlaşmazlığa düştü. Türkiye önündeki zorlu yolu seçti, gücünü pekiştirdi ve yeniden yükseldi.
Türkiye bu en kritik dönemde Deaş’a karşı savaş açtı, güçlü ordusuyla PKK’yı sahada mağlup etti, FETÖ’nün darbe girişimini bastırdı. Darbe girişiminin bastırılmasında siyasi rolü ve halk desteği büyük rol oynayan Recep Tayyip Erdoğan, büyük olasılıkla dünyada bir askeri ayaklanmayı halkın desteğiyle yenilgiye uğratan ilk lider oldu.
Türkiye gücünü koruyup güçlendikçe Suudi Arabistan’la, Mısır’la, hatta Suriye’yle ilişkilerini birer birer yeniden inşa etti. 2023 seçimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine sonuçlanınca AB ülkeleri, pek istekli olmasalar da, Türkiye ile çalışmaya mecbur kaldılar.
Mısır-Türkiye yakınlaşması
Hepimizin bildiği gibi, Mısır-Türkiye ilişkileri on yılı aşkın bir süre önce Mısır’da yaşanan askeri darbe sonrasında askıya alınmıştı ve darbe sırasında Erdoğan çok sert tepki vermişti.
Bugün iki ülke yeniden bir araya geldi. Mısır ile Türkiye arasındaki yakınlaşmanın bölgesel jeopolitiği kökten değiştireceğine inanıyorum.
Afrika ve bölge ülkelerindeki tarihi bağları, devlet tecrübesi ve nüfuslarıyla İslam dünyasının iki büyük ülkesi Mısır ve Türkiye, bu yakınlaşmayla MENA’da çok köklü değişimlerin önünü açabilir.
Öncelikle Ortadoğu ve Afrika’da hiçbir devlet kendisini ABD’den güvende hissetmiyor. Suudi Arabistan ve Mısır, yalnızca ABD’ye ve Batılı güçlere güvenerek ayakta kalamayacaklarını biliyor.
Türkiye’nin 2010 yılında başlayan milletlerin devletini pekiştirme ve kendi gücüyle var olma mücadelesi, Suudi Arabistan’a, Mısır’a ve diğer bölge devletlerine ilham veriyor.
Bir ülkenin kendi gücüyle var olabilmesi, bölge ülkeleriyle olan ortaklığına ve dayanışmasına bağlıdır.
Batının desteği olmadan kendi gücüyle kalkınmasını sağlayan Türkiye Cumhuriyeti, Mısır ile el ele verdiğinde İsrail-Mısır ilişkilerinden mazlumların durumuna kadar pek çok kritik konu her iki ülkenin de lehine gelişecektir. Gazze’den Akdeniz’in jeopolitiğine.
Son yıllarda Kahire’yi ziyaret eden çok sayıda devlet başkanı arasında yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın havalimanına vardığında Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sissi tarafından kişisel olarak karşılanması dikkat çekiyor. Bu jest önemli sembolizm ve imalar taşır.
İki yüzyıl önce Mısır ve Türkiye aynı ülkenin parçasıydı. Bugün, jeopolitik konumlarını ve devlet güçlerini güçlendirmeyi amaçlayan, tarihi bağlantılarına dayanan bir ittifak veya ortaklık kurmaya hazırlanıyorlar. Bu uzlaşının sonuçlarının ekonomik açıdan çok jeopolitik açıdan daha belirgin bir etki yaratacağını tahmin ediyorum.