Türk havacılık ve savunma sektörü, yerli savaş uçağı KAAN’ın ilk uçuşunu gerçekleştirerek önemli bir kilometre taşına imza attı. KAAN’ı üreten Türk Havacılık ve Uzay Sanayii’nin (TAI) internet sitesinde yer alan açıklamaya göre, beşinci nesil uçak “8 bin feet yüksekliğe ve 230 knot hıza ulaştı”. Uçuş toplam 13 dakika sürdü.
Bu etkinlik, Türkiye’nin ileri askeri teknolojiler geliştirme konusunda artan yeteneklerinin altını çizen ve küresel savunma alanında kilit bir oyuncu olarak yükselen konumunu güçlendiren tarihi bir ana işaret ediyor. Daha da önemlisi, Türkiye’nin bölgesel güç statüsünü ve askeri yenilik stratejilerini yeniden canlandıracak büyük bir potansiyele sahip. KAAN’ın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) envanterine girmesi birkaç yılı alabilecek olsa da, Türkiye’nin savunma sanayii teknolojilerindeki büyük stratejisini şekillendiren “özerklik” arayışını güçlendirecek ve Ankara’ya dış savaşta stratejik manevra kabiliyeti kazandıracak. ve güvenlik politikası. Ayrıca küresel savunma alanında Türkiye’nin diğer ülkelerle rekabet gücünü ve etkileşimini güçlendirecek.
Proje nedir?
KAAN, 2030’lu yıllardan itibaren Türk Hava Kuvvetleri envanterinden çıkarılması planlanan F-16 uçaklarının yerine, yerli imkanlarla tasarlanıp geliştirilen savaş uçağının üretilmesi ve tasarlanacak insan gücü ve altyapının oluşturulması amacıyla başlatılan bir projedir. ve bu uçağı geliştirin. TAI ile BAE Systems arasındaki iş birliği anlaşması 25 Ağustos 2017’de imzalanıp yürürlüğe girmiş olsa da Türkiye’nin savaş uçağı yapma arayışı çok daha eskilere dayanıyor. Bu tarih, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün savaş uçağı için belirlediği hedeflere ve 1936 yılında Nuri Demirağ’ın Türk desteğiyle ürettiği Nu.D-36 eğitim ve savaş uçağının 1936 üretimine kadar uzanıyor. mühendisler, Vecihi Hürkuş’un havacılık tarihinde attığı adımlar ve Kıbrıs harekâtı sırasında hava harekât kabiliyetinin oldukça sınırlı olmasının yarattığı zorluklar, Türkiye’yi savunma alanında kendi imkan ve kabiliyetlerini geliştirmeye yöneltmişti. 1984 yılında Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın kurulmasıyla birlikte, hazır tedarik politikalarının yanı sıra Ar-Ge ve konsept geliştirme projelerine daha fazla ağırlık verilmesiyle, savunma sanayii politikalarında ve Türk askeri inovasyon stratejisinde tarihi bir değişim yaşandı.
Ancak Türk askeri inovasyon alanında hiçbir gelişme, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2002’de iktidara gelmesinden sonra yaşananlar kadar etkili olmadı. Erdoğan, yerli ve milli projeler odaklı bir teknoloji politikası uyguladı, siyasi ve jeopolitik bağımlılık yaratan projelerden vazgeçti. yabancı ülkelerde savunma sanayii gelişmelerini öncelikli kalkınma politikasının merkezine yerleştirdi. Savunma sanayisinde atılan adımların başarısı ve Türkiye’nin ciddiye alınması gereken bir oyuncuya dönüşmesi, Ortadoğu güvenlik ortamını kökten sarsan gelişmelerin yaşanmaması sayesinde mümkün oldu. Türkiye askeri gücünü yerlileştirip özerk kabiliyetlerini genişlettikçe askeri operasyonel etkinliği arttı ve dış politikada manevra kabiliyeti kazandı. Böylece Türkiye gerçek bir jeopolitik oyuncu haline geldi. Askeri operasyonel kabiliyeti arttıkça savunma sanayindeki askeri yenilikler de hızlandı ve Türkiye daha büyük projelere yöneldi. Batı ile bozulan ilişkiler nedeniyle Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için ihtiyaç duyduğu askeri sistemlere erişememesi de askeri yeniliklerin katalizörü oldu ve Türkiye iddialı bir savunma portföyü geliştirdi. Böylece Türkiye kendi askeri-endüstriyel mantığını inşa ederek bütünsel bir savunma ekosistemine kavuştu.
KAAN’ın tasarımına yaklaşım şekillendi ve Türkiye’nin S-400 savunma sistemini satın alarak F-35 konsorsiyumundan çekilmesiyle proje hızlandı. Eski adıyla TF-X olarak bilinen KAAN, başlangıçta bir hava üstünlüğü varlığı olarak planlanmıştı. Artık çok amaçlı bir uçağa dönüştürüldü. Düşük görünürlük, dahili silah bölmesi, yüksek manevra kabiliyeti, artan durumsal farkındalık ve sensör füzyonu gibi teknoloji alanlarında kazanılacak yeteneklerle Türkiye, ABD gibi dünyada sayılı ülkeler arasında yerini alma potansiyeline sahiptir. Beşinci nesil savaş uçağı üretebilecek altyapı ve teknolojiye sahip Rusya, Çin vb.
İnovasyon stratejisi
Bu aynı zamanda Türkiye’nin askeri-inovasyon stratejisinin felsefesinin de DNA modelidir. Örneğin, şu anda test uçuşları devam eden ve yakında Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine girecek olan Baykar’ın Kızılelma’sı ve yakın zamanda test uçuşu yapılan ANKA-3 ile “sadık kanat adamı” kavramı ortaya çıkmış gibi görünüyor. Türk hava gücüne yeni bir doktrin anlayışı. Bu anlamda KAAN, Kızılelma ve ANKA-3 savaş uçaklarının silahlı uçuş faaliyetleri ve operasyonel modelleri, Türkiye’nin askeri gücünün yakın gelecekte projelendirilmesi açısından oyunun kurallarını değiştiren bir gelişme olabilir. Böylece KAAN, Türk askeri inovasyon modelinin gelecekteki DNA’sını temsil etmenin yanı sıra, Türkiye’yi kendi savaş uçağını üretebilen bir askeri güce dönüştürüyor.
KAAN, Türkiye’nin askeri gücünü ve savunma sanayi kompleksini güçlendiren bir yetenek olmakla sınırlı değil. Türkiye’nin TB2 İHA’sı Libya, Suriye, Ukrayna ve Karabağ’da yarattığı etkiye benzer şekilde Türkiye’nin askeri diplomasisi için de bir kabiliyet haline gelebilir. KAAN bu anlamda sadece Türkiye için değil, Azerbaycan ve Pakistan için de önemli. Nitekim geçtiğimiz aylarda her iki ülkenin de KAAN projesine belirli düzeylerde katılma kararı alması, Türkiye’nin savunma sektöründe gerçek bir jeopolitik oyuncu olma potansiyelini güçlendiriyor. Projenin başarıyla tamamlanması halinde havacılıkta savunma ihracatı potansiyeli üzerinde çarpan etkisi yaratılacak ve Türkiye, küresel savunma pazarında stratejik bir ortak haline gelecektir. Bu, Türkiye’nin Avrupa savunma mimarisine entegrasyonunu kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’yi alternatif savunma pazarında cazip bir tedarikçi haline getiriyor.
KAAN, Erdoğan’ın uzun süredir devam eden güçlü ve özerk savunma sanayii politikası doğrultusunda Türkiye’nin teknolojik egemenliğini de güçlendiriyor ve Türk devlet kimliğinin çimentosu haline gelerek yeni bir siyasi sosyalleşme ekosisteminin önünü açıyor. Daha önce yazımda da bahsettiğim gibi, “Sosyo-politik açıdan bakıldığında, savunma sanayindeki gelişmeler, geleneksel milliyetçiliğin temelini oluşturan anlatıyı yeniliyor, yeni bir türev olan tekno-milliyetçiliği doğuruyor. Bu, geleneksel milliyetçiliğin kenara itilmesi anlamına gelmiyor; bunun yerine, Teknolojinin ön planda olduğu milliyetçiliğin melez doğasının altını çiziyor. Erdoğan’ın yerli ve milli savunma sanayisi algısını Türk siyasi coğrafyasının tamamına yayması, bu savunma sanayii başarılarının stratejik etkisini pekiştiriyor.” KAAN bu nedenle yeni bir kamu diplomasisi aracının yanı sıra Türk askeri-sanayi kompleksinin askeri yeniliğine devrim niteliğinde bir damga da sunuyor.
KAAN’ın yolculuğu zorlu, uzun ve zorluklarla dolu olmuştur. Ancak başarılı bir şekilde sonuçlandığında Türk savunma sanayisinin ulaştığı seviye, Türkiye’nin stratejik özerkliğini pekiştireceği gibi, Türkiye’yi büyük bir askeri güce dönüştürecektir.