Türkiye, son on yılda iradesini tam bağımsızlığa yöneltince, savunma sanayinde alışılmışın dışında girişimlerde bulunmaya başladı.
I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında kurulan dünya düzeninde kritik teknolojiler, savunma sanayi ürünleri ve silah satışları doğrudan Batılı devletlerin kontrolü altındaydı. Bu savunma sanayii tekeli aynı zamanda devletlerin tercihlerini kontrol etmek için doğrudan bir araç olarak da kullanıldı.
Çocukluğumuzda ABD’nin askeri envanter fazlasının ne kadarının Yunanistan ile Türkiye arasında paylaşılacağına dair müzakereleri hatırlıyoruz. Geçmişte, askeri gücü artırma çabaları genellikle bu tür mühimmat fazlasının büyük miktarlarda elde edilmesi etrafında dönüyordu.
Suriye iç savaşı sırasında Türkiye sınırları füze tehdidiyle karşı karşıya kalınca ABD’nin ilk refleksi Patriot hava savunma sistemlerini Türkiye sınırlarının dışına çıkarmak oldu. Aslında Suriye iç savaşı sadece ittifakın geçersizliğini değil aynı zamanda Türkiye’nin savunma sanayisine yönelik derin tehdidi de ortaya koydu.
NATO’nun üye devletleri yönetmeye yönelik bir kavram olduğunu varsayıyoruz. Türk savunma sanayisinin gelişmesinin sadece Batılı ülkelerin hegemonyasıyla değil, aynı zamanda NATO için çalışan komutanların küçük çıkarları nedeniyle de engellendiğini söyleyebiliriz.
Darbe girişimi askeri vesayeti sona erdirdi
Gülenci Terör Grubu’nun (FETÖ) darbe girişimi, Türkiye’de 1960’larda başlayan ve 2015’e kadar süren askeri vesayete son verdi. Burada sivil siyaset, askeri vesayete galip geldi ve esasen ABD casusu olan FETÖ’cüler, doğrudan örgütten tasfiye edildi. askeri.
2016’daki 15 Temmuz darbe girişiminin ardından askeri teçhizat tedarik kanalları ile silahlı kuvvetlerin operasyonel kapasitesi kalın çizgilerle ayrılmıştı, geçmişte her ikisinden de generaller sorumluydu. Bu nedenle sivil sektör savunma teçhizatı ve mühimmat üretiminde daha aktif hale geldi. Türk savunma sanayii devrimi böyle bir gerçeğe dayanıyordu.
Dünyanın en büyük ordularından biri olarak tanınan Türk ordusu, mühimmatının çoğunu, ülkenin savunma sanayii içinde kısa sürede ortaya çıkan, on milyarlarca dolar değerinde gelişen bir sektör olan yerli kaynaklardan temin etmeye yöneliyor.
Ardından Türkiye’nin güçlü sanayi altyapısına sahip sivil sanayi kuruluşları, 1970’li yıllardan bu yana varlığını sürdüren klasik Türk savunma sanayii Makine ve Kimya Sanayii Kurumu (MKE) ve Silahlı Kuvvetler Vakfı’nın (TSKGV) sahibi olduğu şirketler arasına katıldı. Günümüzde donanma fırkateynlerinden insansız hava aracı (İHA) teknolojilerine kadar geniş bir yelpazede savunma ekipmanları üretiliyor.
Savunma sanayisinin sağladığı ittifaklar
Türkiye yavaş yavaş silah tedarik eden bir devletten silah ihraç eden bir ülkeye dönüştü. Bu sadece Türkiye’nin bağımsızlığı anlamına gelmiyor. Desteklediği ülkelerle birlikte yeni bir jeopolitik oluşumun da habercisidir.
Mesela Afrika’daki herhangi bir ülke, Türk İHA’larını veya savaş ekipmanlarını aldığında, hem muhatap olduğu terör örgütlerine karşı istikrarı sağlıyor, hem de rakiplerine karşı avantaj sağlıyor.
Bugün beşinci nesil Türk savaş uçağı havalandı ve ilk uçuşunu gerçekleştirdi. Aynı zamanda 2028 yılında son hali verilecek jet motorları da çalışmaya başladı. Artık Türkiye’nin uluslararası alanda savunma sanayii üzerinden kuracağı ortaklıklar ve ilişkiler Türkiye’ye yeni bir jeopolitik alan açacaktır. Türkiye askeri gücünü artırmaya ve tam bağımsızlığa ulaşma yolunda kararlı adımlar atmaya hazır.
ABD ve Rusya gibi bazı ülkeler, savunma ürünleri aracılığıyla küresel savunma sanayinde önemli bir etki yaratmakta ve güvenlik paradigmalarını şekillendirmektedir. Benzer şekilde bölgesel bir güç olarak ortaya çıkan Türkiye de kendi etki alanı içerisinde benzer adımlar atıyor. Bu ilerlemeler, özellikle kıta Avrupası ülkeleri ve ekonomik ilerlemesinde gözle görülür bir yavaşlama yaşayan Birleşik Krallık tarafından yakından takip edilmektedir.