Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya yönelik “özel askeri operasyon” başlatılacağını açıklamasının üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti.
Rusya-Ukrayna savaşı üçüncü yılına girerken, bunun küresel sonuçlarını ve ardından gelen kaosu değerlendirmek büyük önem taşıyor. Siyasi alanda devam eden savaş, her biri jeopolitik, askeri, ekonomik, siyasi ve dini motivasyonlarla hareket eden birden fazla çatışan tarafın yer aldığı, Doğu ile Batı arasında yeniden canlanan bir Soğuk Savaş’ın yansımasıdır. Papa’nın herhangi bir yanıt alamayan barış çağrısına rağmen bu durum, savaşın sonucu ve sistemik etkisi hakkında soru işaretleri yaratıyor.
Savaşın başlamasının ardından Batı, Rusya’ya yaptırımlar uyguladı. Bu yaptırımlar Rusya’yı SWIFT sisteminin dışında bıraktı ve çok sayıda Rus yetkiliyi ve iş adamını etkiledi. Ayrıca Rusya’nın küresel arenada öncelikli avantajı olan enerji sektörü, Avrupa Birliği pazarlarında da kısıtlandı. Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı ülkeler, devam eden askeri ve mali yardım sağlayarak Ukrayna’yı destekledi.
Özellikle Joe Biden yönetimi Rusya tehdidini uluslararası düzeyde ele alacak adımlar attı. Aynı zamanda NATO daha da doğuya gitmeye ve yeni genişleme girişimleriyle Rus etkisine karşı koymaya çalıştı. Rusya ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlığı çözme çabaları ara sıra oldu ve kazan-kazan sonucundan ziyade kaybet-kaybet politikalarıyla sonuçlandı. Rusya’nın hem savaş alanında hem de müzakere masasında hızlı bir zafer elde edebileceği ya da Ukrayna’nın Batı’nın desteğiyle galip gelebileceği yönündeki teorilere rağmen durum iki yılı aşkın süredir değişmedi. Bu çatışmada her iki taraf da önemli kayıplar yaşadı; Batı yeniden etkilendi.
Öte yandan bu dönemde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları Batı’nın Ukrayna’ya verdiği destekte bölünme yarattı. ABD’nin yanı sıra birçok Avrupa ülkesinin de Ukrayna’ya mali ve askeri yardım sağlanmasına ilişkin tartışmalara dahil olması savaşın gidişatını etkiledi.
Sistemi enerjiyle terörize etmek
Savaşın başlangıcından bu yana gıda, enerji ve nükleer mekanizmalara ilişkin kaygılar yaygınlaştı. Rusya’nın her üç alandaki eylemleri, Soğuk Savaş’ta olduğu gibi, özellikle nükleer silahlara ilişkin küresel endişeleri artırdı.
Tahıl kıtlığının çağdaş dünyanın en acil sorunlarından biri olduğu göz önüne alındığında, gıda krizinin ele alınması öncelikli olmalıdır. Bu kıtlık, dünya çapında gıda tedarikini tehlikeye attığı için savaşın dolaylı bir sonucuydu. Bu bağlamda, Türkiye’nin çabaları, Karadeniz tahıl koridoru anlaşmasını imzalayarak ve bölgeden tahıl taşıyarak küresel gıda krizinin önlenmesi ve gıda güvenliğinin sağlanması açısından büyük önem taşıyor.
Ancak Rusya’nın Temmuz 2023’te anlaşmadan çekilmesi küresel bir tahıl krizine yol açarak yaygın açlığa ilişkin endişeleri artırdı. Rusya, küresel toplum tarafından kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması çağrısında bulunuyor. Dahası Moskova, tahılların ihtiyaç sahibi bölgelere değil, diğer uluslara, özellikle de Avrupa kökenli varlıklı ülkelere yönlendirildiğini iddia ederek, tahıl koridoru aracılığıyla tahıl dağıtımından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getiriyor. Putin, Karadeniz Girişimi kapsamında bölgede üretilen gıdanın yüzde 70’inin gelişmiş ülkelere yönlendirildiğini belirtti.
İkinci endişe ise enerji terörüyle ilgilidir ve kapsamı içinde dikkatli bir şekilde ele alınmasını gerektirmektedir. Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskyy, enerji hatları ve altyapı saldırılarından Rusya’yı sorumlu tuttu. Ayrıca Rusya’yı “enerji terörü” yaratmakla suçladı. Batı yaptırımları Rusya’yı alternatif enerji pazarlarına yönlendirmiş olsa da, Rusya’nın özellikle Ukrayna’daki enerji altyapılarına odaklanması ve enerji arzını sınırlaması hayati önem taşıyor. Dolayısıyla, bu noktada, Rusya’nın Mart 2022’de Zaporizhia Nükleer Santrali’ni devralmasının da gösterdiği gibi, enerji terörü ile nükleer enerji arasındaki ilişki özellikle önemlidir ve BM nükleer ajansı başkanı Rafael Grossi’nin durumu ilan etmesine neden olmuştur. ” kontrol dışı.”
Rusya’nın Zaporojye santralini ele geçirerek enerjiyi korku aracına dönüştürdüğü ortadadır. Bu konu sistemin terörize edilmesini önemli bir tartışma konusu haline getirmiştir. En acil konu, Soğuk Savaş dönemindeki endişelere benzer şekilde, Rusya’nın nükleer gücünün oluşturduğu tehdittir. Ukrayna’daki savaşın Rusya’nın konvansiyonel kuvvetlerine olan güvenini zedelediği öngörüsüyle birlikte, son dönemde Rusya’nın NATO’yu caydırmak amacıyla nükleer silah kullanma ihtimali gündeme geldi. NATO ve Batılı ülkelerin, Rusya’nın Soğuk Savaş dönemindeki benzeri bir nükleer saldırı olasılığından korkarak kendi endişe bölgelerini oluşturdukları görülüyor. YouGov, Rusya’nın nükleer kapasitesinin oluşturduğu potansiyel tehdidi tartışan “Batı nükleer bir saldırıya nasıl tepki vermeli?” başlıklı bir makale yayınladı. ilgili anketler ve sorularla birlikte.
Belirsizlikler ve gerçekler
Herhangi bir sonuca varmadan önce, Rusya’ya uygulanan yaptırımların etkililiğinin incelenmesi büyük önem taşıyor. Savaşın yıl dönümünde ABD ve AB’nin yaptırımları genişletme kararına rağmen Rusya ekonomisi istenilen etkiyi yaşamadı, hatta büyüme belirtileri gösterdi. Ayrıca Rusya’nın Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın bazı bölgelerindeki cesareti de ortadadır. Savaşın mevcut durumu ışığında Batı’nın Rusya’nın yenilgisini öngörüp öngöremeyeceği hâlâ belirleniyor. İkincisi, bölgesel ilerleme konusunda Rusya daha da ilerlemeye çalıştı. Başkan Putin, Ukrayna’nın Donetsk, Luhansk, Zaporizhzhia ve Kherson bölgelerini Rusya Güney Askeri Bölgesi’ne ilhak eden kararnameyi imzaladı.
Ancak uluslararası kabul edilebilirliği sorgulansa da Gazze çatışması bu haberi geride bırakıyor ve arka planda kalıyor. Ayrıca hayatını kaybedenlerin sayısının da incelenmesi büyük önem taşıyor. Zelenskyy geçtiğimiz günlerde Rus işgalinin 31.000 Ukrayna askerinin kaybıyla sonuçlandığını belirtmişti. Buna karşılık 180.000 Rus askerinin öldürüldüğünü ve on binlercesinin de yaralandığını iddia etti. Ayrıca, bu rakamların öncelikle askeri kayıplar olmasına rağmen, bu savaşın asıl etkisinin sayısız sivil kayıp ve yerinden edilmiş kişi tarafından hissedildiğini de belirtmek gerekir.
Devam eden savaşın sona ermesi için tarafların kazan-kazan anlaşması yapması gerekiyor. Ancak Batı’nın Yeni Soğuk Savaş rüyasının tazeliği ve tarafları birleştirememesi bu uzlaşmayı sonuçsuz bırakıyor. Bu varsayım, İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla kendini gösteren, uluslararası hukukun anlaşma temeline halihazırda meydan okunduğu için anlamlıdır.
Batılı ulusların kasıtlı olarak çatışma bölgeleri mi yarattığını, yoksa Türkiye gibi ülkelerin insani diplomasiyi kullanarak makul bir uzlaşmaya varmak için arabulucu olarak mı ortaya çıkacağını zaman bize gösterecek. Zaman sivillerin aleyhine işliyor; ne yazık ki savaş zamanlarında en çok acıyı siviller çekiyor ve bu kaybet-kaybet durumu dünya trajik tarihine bir yenisini daha ekliyor.