Türkiye’de mahkeme salonlarında, başkanlık ettikleri hakim kürsüsü arkasında “Adalet devletin temelidir” ibaresi belirgin bir şekilde sergileniyor. Bu ifadenin mahkeme salonunda yer alması da aynı derecede tartışmalıdır, çünkü yazarının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e mi yoksa Müslüman halife Ömer ibn El Hattab’a mı atfedildiği belirsizliğini korumaktadır.
Türk profesör Kemal Gözler bir kitabın girişinde bu tartışmayı şöyle yorumluyor: “Bu açıklamayı okuması gereken kişi sanık ya da davanın tarafları değil, hakimlerin kendisidir. Çünkü asıl davayı getirecek olan kişiler onlardır.” Adalet ışığa, belki de Türkiye’de mahkeme salonlarında adalet hakim olmuyor çünkü bu cümle hakimlerin arkasında yazıyor ve hakimin arkasında gözü yok!”
Aslında bir ülkede adaletin tecelli edip etmediğini anlamak oldukça kolaydır:
Tacize veya şiddete maruz kalan bir kadına “çok geç olmadan” yardım edilmediği bir ülkede adalet yetersiz kalıyor.
Çocukların anlatılamaz dehşetler yaşadığı durumlarda bile “rıza” anlamına gelen kararlar veriliyorsa o ülkede adalet yoktur.
İnsanlar tarafından yaşam alanlarından mahrum bırakıldıkları için çöplerden yiyecek arayan, otoparklara veya apartmanlara sığınan sokak kedi ve köpeklerine acımasızca işkence edip öldürenlerin cezasız kaldığı bir ülkede adalet yok.
Kamuoyunun ciddi tepkisine rağmen kadınları, çocukları ve hayvanları korumaya yönelik daha kapsamlı ve insani yasaların çıkarılması hala zorsa, o ülkede adalet yok demektir.
Polisten yardım istemenin sonuçsuz kalması ve sosyal medyaya güvenmenin adalete ulaşmanın tek yolu haline gelmesi, o ülkede adaletin bulunmadığının bir göstergesidir.
Dahası, belirli bir elit kesimin desteğini alan varlıklı bir kişi bir suç işlerse ve karşılaşabilecekleri sonuçlarla ilgili şüpheler yükselirse, bu, o ülkede adaletin uzun süredir yok olduğu ve kimsenin yasını tutmadığı anlamına gelir.
Badem ve Eros vakaları
Çarşamba günü, Türkiye’de adaletin ve hayvan haklarının önemine ışık tutan iki önemli dava görüldü. Bunlardan biri, cinsel saldırıya maruz kalan köpek Badem’in davasıydı, diğeri ise, sakinler tarafından sahiplenildiği ve bakıldığı bir binada altı dakika boyunca vahşice işkence edilerek öldürülen tekir kedi Eros’la ilgiliydi.
Her iki davada da sanıklar ve hakimler ciddi bir kamuoyu baskısıyla karşı karşıya kaldı. Katiller, haftalardır başta X olmak üzere sosyal medya platformlarında ön sıralarda yer alıyor ve çok sayıda protestoya yol açıyordu. Aslında mahkeme salonu, duruşmaya katılan milletvekilleri, hayvan hakları örgütleri ve hayvansever vatandaşların da aralarında bulunduğu yüzlerce kişiyle doldu.
Eros davasında katilin bir önceki duruşmada “iyi hal” hükümleri alması, kararın açıklanmasının ertelenmesine yol açan tepki, kamuoyunun tepkisini daha da artırmıştı. Basitçe söylemek gerekirse, apartmanın kapılarını kapatarak küçük çocuğu tuzağa düşürüp öldüren, ayakkabılarındaki kanı silen ve hayatına devam eden hain, eğer olay bir apartman sakininin şikayeti ve ihbarı üzerine büyümeseydi cezasız kalacaktı. gözetleme görüntüleri ortaya çıktı. Bu katil hiçbir cezayla karşılaşmamıştı ve belli bir süre içinde herhangi bir suç işlemekten kaçınmış olsaydı, sanki o çaresiz kediye hiç zarar vermemiş gibi sicili tertemiz olacaktı.
Bu karara tepki olarak kamuoyunun yaygın hoşnutsuzluğu davanın yeniden görülmesine yol açtı. Sonuç olarak, Çarşamba günkü duruşma öncesinde herkeste bir umut duygusu vardı ve hâlâ adalete inananlar dönüm noktası niteliğinde bir karar bekliyorlardı.
Ancak bu beklentiler boşa çıktı. Bugünkü karar birçok kişinin adalete olan inancını yerle bir etti ve hukuk sisteminin eksikliklerini bir kez daha ortaya çıkardı.
Artık önümüzde bir temyiz süreci var ve kimsenin vazgeçmeye niyeti yok. Eros artık bir “anıt” haline gelmiş ve kısa ömrüyle hayvan hakları hareketinin simgesi haline gelmiştir. Hala görülmesi gereken çok sayıda dava var ve çok sayıda can kaybı ya da yaralanma var. Her birine yapılan diğerinden daha kötüdür. Elbette bu mücadele amansızca devam edecek ama burada belirtmeden geçemeyeceğim önemli bir konu var: Suçlunun cezalandırılmadığı bir yerde, tüm canlılar adına söylüyorum, kendimizi nasıl güvende hissedeceğiz?
İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi avukatlarından Bahtiyar Güner, ilk duruşmada verilen kararın “cezasızlığı övme” niteliğinde olduğunu belirtti.
“Aslında tepkiler bu davaya özel değil; maalesef hayvan hakları alanında maalesef yetersiz ilerleme kaydeden ülkemizdeki adalet sistemine yönelik genel bir eleştiridir. Takip ettiğimiz davanın kararı şöyle: Güner, “Kabul edilemez, karar hukuka ve kamu vicdanına uygun bir gerekçeden yoksundur” dedi.
O zamandan beri “cezasızlığı övme” fikri üzerinde düşünüyorum.
Adaletsizliğin yankıları
Karar rahatsız edici soruları gündeme getiriyor. Göze çarpan delillerin göz ardı edilmesi ve ardından saçma mazeretler öne süren sanığın ödüllendirilmesi, bu tür suçları işlemeyi düşünenler için kötü bir örnek teşkil etmiyor mu?
Bu durum vakaların artmasına ve toplumda cezasızlık duygusuna yol açmaz mı? Yetersiz cezalar yoluyla şiddetin teşvik edilmesi bizzat şiddetin sürdürülmesiyle sonuçlanmıyor mu?
İyi hal veya haksız tahrik nedeniyle işkence ve şiddet cezalarında indirim yapılması kamuoyunda yankı bulmaz mı? Ayrıca, adalet arayışına olan inancın kaybolmasına yol açamaz ve potansiyel olarak bireylerin meseleyi kendi ellerine almalarına neden olamaz mı?
Bu, ciddiyeti hemen belli olmasa da aslında devletin ve hukuk sisteminin varlığını tehdit edebilecek bir meşruiyet krizine yol açan çok karanlık bir yoldur.
Dolayısıyla bir toplumun adaletin varlığına olan inancını kaybetmesi, modern toplumlarda son derece tehlikeli bir olgudur ve asla hafife alınmamalıdır. Devlet kavramının tarih boyunca yaşadığı siyasal ve toplumsal evrimin şekillendirdiği modern toplumların ortaya çıkmasında adalet ve güvenlik önemli bir rol oynamaktadır.
İngiliz filozof Thomas Hobbes’a göre güçlünün hakim olduğu doğa durumunda mülkiyetten, suçtan, adaletten söz edilemez. Güvenliğin sağlanması için gücü ve adaleti temel alan devlet şarttır. Bu nedenle insanlar güvenlik uğruna hak ve özgürlüklerinden feragat ederek toplum sözleşmesi yoluyla devleti kurmuşlardır. Başka bir deyişle Hobbes, devletin güvenlik ihtiyacından doğduğuna inanmaktadır.
Kısacası devletin adaleti sağlayamaması devletin “özünü” ve bu anlamda meşruiyetini doğrudan etkileyen endişe verici bir durumdur. Çünkü artık adalete inanmayan bir toplum, devleti ve diğer otoriteleri ciddiye almayı bırakır ve onlara olan güvenini kaybeder.
Bu tür krizlerin yaşanmaması için bu nitelikteki suçların cezalandırılması gerekmektedir. Aksi halde kendimizi güvende hissetmiyorsak ve yasal boşluklar nedeniyle suç işleme niyetinde olan kişiler serbestçe dolaşıyorsa böyle bir sisteme nasıl güvenebiliriz?
Verilen ceza Türkiye Hayvanları Koruma Kanunu’nun bugüne kadarki en yüksek cezası olsa da, son olaylar bize mevcut mevzuatın yetersiz olduğunu gösteriyor. Bu yasa haksız yargılamalara yol açmaktadır. Bu nedenle değiştirilmesi gerekir.
Hayvanların fiziksel ve psikolojik açıdan sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürmelerini amaçlayan hayvan refahı kavramı, hayvanları insanlardan aşağı görerek her türlü zulme maruz bırakan zihniyete de meydan okuyor. Bu nedenle hayvanlara ilişkin mevzuatta, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) bugünkü İstanbul Merkezi’nin hayvan refahına ilişkin kılavuzlarını içeren kılavuzların dikkate alınması gerekmektedir.
Gerçekten caydırıcı, herkese eşit adalet sağlayan, suçluların gerçek sonuçlarla yüzleşmesini sağlayan yasalar için mücadelemiz devam etmelidir.
Son olarak, ABD’nin eski First Lady’si Eleanor Roosevelt’in günümüzde tüm canlıları ilgilendiren insan haklarına ilişkin sözlerini de dikkate alıp hatırlamakta fayda var.
“İnsan hakları nerede başlar?” 1958’deki destansı konuşmasında sordu.
Sonra kendi sorusuna cevap verdi: “Küçük yerlerde, eve yakın, hiçbir dünya haritasında görülmeyecek kadar yakın ve küçük. Ancak bunlar bireyin dünyasıdır; yaşadığı mahalle, çalıştığı fabrika, çiftlik veya ofis. Her erkeğin, kadının ve çocuğun ayrım gözetmeksizin eşit adalet, eşit fırsat, eşit onur aradığı yerlerdir. Bu hakların orada bir anlamı olmadığı sürece hiçbir yerde pek bir anlamı yoktur.”