Rusya ile Batı arasındaki ilişkiler, Rusya-Ukrayna savaşının başladığı Şubat 2022’den bu yana en gergin noktasına ulaştı. Avrupa Ukrayna’nın yanında yer alırken Rusya, Batı’nın yaptırımlarına karşı alternatifler arıyor.
1990’lı yıllarda Soğuk Savaş sonrası liberal demokrasiyi geliştirme çabalarının aksine, mevcut durum Soğuk Savaş dinamiklerinin tekrarını andırıyor. Avrupa ile Rusya arasındaki çatışmalar, özellikle NATO’nun sürekli genişlemesiyle birlikte arttı ve güvenlik ve askeri gerginliklerin artmasına yol açtı. Özellikle Soğuk Savaş’tan bu yana uluslararası sistem içerisinde askeri gücünü kararlılıkla koruyan İsveç’in kendisini çapraz ateşin ortasında bulması dikkat çekiyor.
NATO’nun askeri şubesi Rusya ile savaşa hazırlanmak için kesin adımlar atmamış olsa da, Fransa’nın son dönemde Rusya’ya karşı tutumunda yaptığı değişiklik dikkat çekti. Avrupa, Ukrayna’ya mali ve askeri yardım sunmaya devam ederken, destek seviyeleri giderek azalıyor ve bu da savaştan bıkkınlık hissini yansıtıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Rusya’nın potansiyel yenilgisine işaret eden sözleri tartışmayı ateşledi ve gidişatta potansiyel bir değişimin sinyalini verdi. Ancak diğer Avrupa ülkelerinin Macron’un tutumuna katılıp katılmayacağı belirsizliğini koruyor.
Macron’un söylemlerine rağmen bölgeye asker gönderilmesi yönünde resmi bir girişimde bulunulmadı. Macron’un açıklamalarının ardındaki motivasyon, ya Napolyon benzeri bir rol üstlenmekten ya da yazın başlarında ortaya çıkan Nijer krizinden intikam alma arayışından kaynaklanıyor olabilir.
Nijer’in intikamı mı?
Nijer’de 2023 yazında gerçekleşen askeri darbenin ardından ülke, Rus bayraklarının sergilenmesi ve Batılı uluslara karşı artan düşmanlığın damgasını vurduğu Batı’ya karşı siyasi duruşunu değiştirdi. Birçok Batı ülkesiyle ekonomik bağlarına rağmen, Nijer’in birincil ekonomik ortağı olan Fransa bu değişimden memnun değildi. Fransa’nın Nijer’de askeri üssü olması ve ülkenin özellikle Fransa’nın nükleer enerji ihtiyaçları için önemli bir uranyum üreticisi olması nedeniyle, uranyumunun dörtte biri Avrupa’ya satılarak önemli bir zenginlik sağlandı. Ancak artan Rus etkisi sonunda Fransa’nın bölgedeki gücünü zayıflattı.
Darbe sonrası protestoların ardından Fransa, askeri varlığını yalnızca Nijer’den değil aynı zamanda Afrika’nın daha geniş Sahel bölgesinden de çekmeye başladı. Dolayısıyla Burkina Faso, Gine, Mali, Çad, Nijer ve Gabon gibi ülkelerde yaşanan değişimler Batılı güçler tarafından endişeyle takip ediliyor.
49 yıldır faaliyet gösteren bölgesel bir kuruluş olan ECOWAS’ın etkinliği sorgulanmaya değer. Son dönemde Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun ECOWAS üyeliğinden çekilmesiyle örgütün etkisi azaldı. Batı’nın bölgedeki nüfuzu azaldıkça Rusya’nın gücü artmış, bu da Rusya’ya yönelik yaptırımların devam etmesine yol açmıştır. Rusya’nın bu boşluğu doldurmasında başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın bölgedeki gücünün azalması etkili oluyor. Fransa ve ECOWAS askeri ve ekonomik alanda güçlerini kaybederken, oluşan güç boşluğunun Rusya ve Çin gibi aktörlere yer açtığı söylenebilir. Eylül 2023’ten itibaren Macron’un büyükelçisini Nijer’den çekeceğini ve ülkeyle askeri işbirliğini sonlandıracağını açıklaması bir anlamda bölgedeki yenilgisini ortaya koymuştur.
Fransa’nın daha önceki başarısızlığının, Macron’un Afrika’da Ukrayna’ya askeri destek sağlama isteğini etkilediği ileri sürülebilir. Macron, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi durumunda, bunun Fransa’nın Afrika dış politikasındaki hakimiyetini yeniden kazanması için fırsatlar yaratacağına inanıyor. Ancak Rusya’nın yenilgiye uğrama ihtimaline ilişkin son dönemdeki güçlü açıklamalar, Macron’un Ukrayna’ya verdiği desteğin fizibilitesine ilişkin soruları gündeme getiriyor. Macron’un, Fransa’da aşırı sağın yükselişi ve popülaritesinin azalması gibi dış politikadaki son kayıplar nedeniyle siyasi yansımalarıyla karşı karşıya olduğu göz önüne alındığında, destek kazanmak için dış politikada cesurca hareket etmesi gerekiyor. Aslında Batı ile Rusya arasında bir vekalet savaşı olan Ukrayna’da devam eden çatışmada Fransa, Rusya’ya karşı tavır alabilir.
Napolyon’u hatırlamak
Macron daha fazla iç güç elde etmek için Napolyon Bonapart’ın izinden gitmeye mi çalışıyor?
Bildiğimiz gibi Napolyon, 1804’te İmparator olduğu dönemde Avrupa’ya hakim olan son derece yetenekli bir askeri stratejistti. Ancak Rusya ile yaptığı savaş sonuçta onun düşüşüne yol açtı. Soru, Macron’un uluslararası ilişkilere ilişkin tutumunu yeniden gözden geçirmesinin gerekip gerekmediğidir. Tarih bu ilişkilerin şekillenmesinde kritik bir rol oynuyor ve ondan alınan dersleri unutmamak gerekiyor. Macron’un Ukrayna’ya asker gönderilmesine ilişkin açıklaması sorulduğunda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov gülerek yanıt verdi.
Fransa’nın Ukrayna’ya asker gönderme yönündeki açıklamaları ABD ve NATO’nun yaklaşımına ilişkin soru işaretlerini artırıyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yeniden seçilmesi halinde ne gibi değişikliklerin olabileceğine ilişkin düşüncelerini dile getirdi. Orban, Trump’ın Rusya ile çatışma halinde olan Ukrayna’ya mali yardımın durdurulmasına ilişkin açıklamasının savaşın sona ermesine yol açabileceğine inanıyor. Ancak Batı ile Rusya arasındaki ilişkiler gergin olmaya devam ediyor. ABD, Kiev’e 300 milyon dolar değerinde “acil askeri destek” paketi sağlayacağını duyurdu. Desteğin azalması uzlaşma ve anlaşma potansiyeline işaret etse de Ukrayna, Rusya ve Batılı ülkeler henüz ortak bir açıklama yayınlamadı.
Şu anda Rusya-Ukrayna Savaşı’nın sonuna yaklaşırken nükleer silah tehlikesinin arttığı bir dönemdeyiz. Bu durum aynı zamanda NATO üyesi Fransa’nın Rusya ile çatışmaya girebileceği olası bir dünya savaşı endişesini de artırıyor. Bu durum Fransa’nın Ukrayna topraklarında Rusya ile karşı karşıya gelmesine yol açabileceği gibi, Rusya ile NATO arasında da bir savaşa yol açabilir. Şu soruyu sormak gerekiyor: Büyük bir dünya savaşına yol açabilecek bu adımın sorumluluğunu Fransa ne kadar üstlenecek? Çünkü liderlerin kararları insanları etkiler. Bu bakımdan Macron’un açıklamaları sadece iç politikada bir Napolyon yaratma girişimi midir, yoksa dış politikada bir Napolyon yaratma girişimi olarak mı karşımıza çıkacak?