Son aylarda Türkiye ile Irak arasında yoğun diplomatik faaliyetler yaşandı ve geçen hafta Bağdat’ta önemli bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma, bir anlaşmazlık sayfasının kapatılması yönünde karşılıklı istekliliğin sinyalini veriyor ve PKK’ya karşı birleşik bir duruş da dahil olmak üzere bir dizi konuda kapsamlı bir fikir birliğine giden yolu açıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Nisan ayında Bağdat’a ve muhtemelen Erbil’e yapacağı ziyaretle birlikte, bu stratejik uyum yalnızca ikili ilişkiler için sürdürülebilir bir çerçeve vaat etmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgesel sonuçların da habercisi oluyor.
Bu anlaşma, Irak’ı, özellikle Mayıs 2023 seçimleri sonrası dönemde, Türk dış politikasında önemli bir konuma yükseltiyor. Irak’a güvenlik ve ekonomi ikili prizmasından bakan Ankara, yeni bölgesel jeopolitiğe incelikli yaklaşımını ortaya koyuyor.
Yeni bir aşama
Türkiye-Irak anlaşmasının merkezinde, Irak’taki PKK ve DEAŞ’a özel olarak odaklanılarak, terörle mücadele konusunda ortak bir taahhüt yer alıyor. PKK, uzun süredir Kuzey Irak’ta Türkiye’ye yönelik terör eylemleri gerçekleştiriyor, Irak siyasetinde aktör olmaya çalışıyor ve Sincar gibi bölgelerde kontrolünü sağlamlaştırmaya çalışıyor. Özellikle Kuzey Irak’ta Süleymaniye merkezli siyasetin önemli aktörlerinden Bafel Talabani ile yakın ilişkiler kurarak Erbil’e karşı bir denge oluşturmaya çalışıyor. Ancak PKK askeri açıdan Irak’ın kuzeyinde çok zor durumda. Türkiye’nin 2019’dan bu yana yürüttüğü yoğun terörle mücadele operasyonları nedeniyle PKK, mobilizasyonda, araziyi kontrol etmede ve Türkiye’ye saldırı düzenlemede zorluk yaşıyor. Türkiye’nin 2019’dan bu yana terörle mücadele çabaları nedeniyle askeri açıdan zayıflamasına rağmen, PKK’nın kalıcı varlığı, Türkiye’nin daha fazla askeri genişlemesini ve Bağdat ve Erbil’den yerel askeri desteği gerektirmektedir.
Öte yandan Türkiye, kapsamlı bir askeri ve diplomatik hamle yapmadığı takdirde PKK’nın Kuzey Irak’taki siyasi alanını genişletmeye devam edeceğini biliyor. Uzun vadede siyasi nüfuzunun artması, PKK’ya Kuzey Irak’ta daha fazla fırsat sunabilir ve terör örgütünün Suriye kanadı YPG ile yakın ilişkisi nedeniyle onu Suriye ile Irak arasında kilit bir aktör haline getirebilir. Ankara için bu stratejik bir tehdit olarak değerlendiriliyor. Nitekim bu durumu yansıtan en somut gelişme, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da bir milli güvenlik meselesi olarak yinelediği, PKK ile ilişkilerini gizlemeyen Kuzey Irak’taki Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) ortaya çıkmasıdır. Bu açıklama, Ankara’nın son dönemde KYB’ye karşı benimsediği en somut tutumlardan biri olarak öne çıkıyor ve KYB’yi Türk başkenti için meşru bir hedef haline getiriyor.
PKK’yı hedef almanın bir başka önemli nedeni de ekonomiktir. PKK’nın faaliyetleri yalnızca Irak’ın anayasal çerçevesine meydan okumakla kalmıyor, aynı zamanda Kalkınma Yolu Projesi gibi stratejik ekonomik girişimleri de engelliyor. Bu bağlamda Türkiye, PKK’yı, özellikle de Sincar’da artan nüfuzunu, projenin başarısına doğrudan bir tehdit olarak algılamaktadır.
Türkiye ile Irak arasında geçen hafta Bağdat’ta gerçekleşen görüşmenin ardından açıklanan sonuç bildirgesine göre, Erdoğan’ın ziyareti sırasında imzalanması planlanan stratejik anlaşma, PKK’ya karşı ortak çabayı yeni bir boyuta taşımayı amaçlıyor. Bu yeni aşamanın iki temel unsuru arasında Irak hükümetinin PKK’yı yasaklı bir örgüt olarak sınıflandırması ve Bağdat’ın PKK’ya karşı kolektif eylemlere daha fazla dahil olması yer alıyor. Bağdat hükümetinin PKK’yı “yasaklı örgüt” olarak tanıması, Türkiye-Irak ilişkilerinde süregelen terörle mücadele mücadelesini ortak bir stratejik hedefe doğru yönlendirebilir.
Diğer taraftan, iki ülke arasında ortak bir terörle mücadele operasyon merkezi kurulması ihtimali, PKK’ya karşı kapsamlı bir askeri harekât olasılığını artırdı. Türkiye ve Irak’ın öncelikli hedefi, PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığını tamamen ortadan kaldırmak ve örgütü askeri açıdan zayıflatmaktır. Görünen o ki Türkiye, 2024 yazında Kuzey Irak’a kapsamlı bir askeri saldırı başlatarak operasyonel kapsamını genişletmeyi planlıyor. Sonuç olarak bu, PKK’nın Kuzey Irak’taki siyasi nüfuzunu azaltacak ve ekonomik projelere yönelik tehdidi ortadan kaldıracaktır.
Ortak ekonomik çıkarlar
Güvenlik boyutunun ötesinde ekonomi, Türkiye-Irak ilişkilerinin bir diğer kritik ayağını oluşturuyor. Irak’ın Türk ihracatının üçüncü büyük varış noktası olması ve Türkiye’nin Irak petrolü için kilit bir pazar görevi görmesi nedeniyle, stratejik bir anlaşma, petrol anlaşmazlıklarını çözme şansını büyük ölçüde artırabilir. Kalkınma Yolu Projesi ayrıca Irak ve Türkiye arasındaki ortaklık için yapısal bir temel sunuyor.
Basra’dan Türkiye’ye uzanan bu iddialı demiryolu ve karayolu projesi, her iki ülkeye de önemli ekonomik avantajlar sağlamaya hazırlanıyor. Ancak girişim, özellikle bölgesel aktörlerin tutumuyla ilgili olarak çeşitli zorluklarla karşılaşıyor. Önemli bir bölgesel güç olan İran, projeye ilişkin henüz kesin bir tavır almış değil; ne onaylıyor ne de karşı çıkıyor. Benzer şekilde diğer Körfez ülkelerinin de projeye ilgisi sınırlı kalıyor. Kuzey Irak’ın projeye dahil edilmesi Erbil’in desteğini kazanabilir ve girişime yönelik potansiyel tehditleri azaltabilir. Şu ana kadar ABD projeye desteğini belirtmedi. Üstelik Türkiye ve Irak’ın projenin masraflarını tek başına karşılaması mali fizibilitesi de şüpheli görünüyor. Dolayısıyla, Kalkınma Yolu projesine verilen bölgesel destek, Ankara-Bağdat ilişkilerinin ve daha geniş bölgesel ekonomik manzaranın yeniden şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayabilir.
İşbirliği mi yoksa çatışma mı?
Türkiye, ABD’nin Suriye ve Irak’tan potansiyel olarak çekilmesine hazırlanıyor. Ankara, özellikle Suriye’de, Türkiye ile koordineli bir şekilde çekilmeyi savunuyor ve bu, Türk-Amerikan ilişkilerini önemli ölçüde etkileyebilecek bir hareket. Bu yaklaşım Irak için de geçerli olabilir. ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri angajmanını değiştirmesi durumunda Ankara’nın her iki ülkedeki nüfuzu da artabilir. Ankara, bu ülkelerin istikrarını, ulusal güvenlikleri ve bölgesel istikrar açısından hayati önemde görüyor. 7 Ekim sonrasında bölgede yaşanan güvenlik ortamı, Ankara’yı daha büyük bölgesel işbirliklerine yöneltti.
Bu noktada Ankara ile Tahran’ın istikrar konusunda uzlaşıya varması önem taşıyor. Bu nedenle Ankara, güvenlik rekabetine girmek yerine, Tahran’la başta terörle mücadele olmak üzere stratejik konularda ortak zemin bulma arayışına girebilir. Irak’ta iki ülke arasındaki rekabet istikrarsızlığa yol açabilir. Ancak ABD baskısı altındaki Tahran yönetiminin Türkiye ile çalışmaya ne ölçüde hazır olduğu belirsizliğini koruyor. Dolayısıyla Türkiye’nin hem İran hem de Irak’la koordineli bir dış politika yaklaşımı izlemesi büyük önem taşıyor.
Güvenlik, ekonomik ve bölgesel belirsizliklerin hakim olduğu bir ortamda, Türkiye-Irak ilişkilerini kritik konular da etkiliyor. Irak’ta iklim değişikliğinin daha da derinleştirdiği su kıtlığı, Türkiye ile uzlaşma yoluyla hafifletilebilir. Ankara, suyun istikrar açısından önemli bir faktör olduğunun bilincindedir ve su kaynaklarını paylaşmaya ve Irak’ın eskimiş su ve sulama altyapısının modernleştirilmesine yardım etmeye hazırdır.
Gelişen bölgesel dinamikler Ankara-Bağdat ilişkilerinde yeni bir dönemin habercisi olabilir. Irak’ta elde edilen başarılar, Ankara’nın Orta Doğu siyasetindeki rolünü güçlendirecek gelişmelerin habercisi olabilir. Bu stratejik hedefe ulaşmak için sadece Türkiye ile Irak arasında değil, diğer bölgesel aktörlerle de işbirliği hayati önem taşıyor.