Ukrayna savaşı nedeniyle Avrupa jeopolitiğinin değişen manzarasının ardından, Fransız-Alman ortaklığı kendisini uyumdan ziyade anlaşmazlığın damgasını vurduğu kritik bir kavşakta buluyor. Fransa ile Almanya’nın Ukrayna’daki çatışmaya ilişkin yaklaşımlarındaki farklılık, yalnızca basit bir politika anlaşmazlığını değil, aynı zamanda kendi siyasi ortamlarındaki daha derin yapısal değişiklikleri de yansıtıyor.
Tarihsel olarak Fransız-Alman ilişkisi, her ulusun kendi güçlü yönlerine ve etki alanlarına sahip olduğu hassas bir güç dengesi ile karakterize edilmiştir. Almanya’nın ekonomik gücü uzun zamandır kabul ediliyor, Fransa ise kültürel ve askeri prestijini koruyor. Ancak iç siyasi koalisyonlardaki son değişiklikler bu farklılıkları daha da artırdı ve iki Avrupalı güç arasında gerilime yol açtı. Daha geniş Avrupa Birliği için işbirliği zorunluluğuna rağmen, Fransa ile Almanya arasındaki tarihsel rekabet ve farklı ulusal öncelikler devam ediyor.
Tarihsel olarak konuşursak, Avrupa’nın birliğinin kalbinde, uzun süredir kıtanın başarı öyküsünün temel taşı olarak görülen Fransa ile Almanya arasındaki dinamik ortaklık yatıyor. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing ve Almanya’nın eski Şansölyesi Helmut Schmidt gibi liderlerin öncü çabalarından, eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel arasındaki daha yeni işbirliğine kadar, Paris-Berlin işbirliği, Almanya’nın şekillenmesinde etkili oldu. Avrupa entegrasyonunun yörüngesi. Ancak Avrupa, Ukrayna’daki savaşla son mücadelesiyle karşı karşıya kalırken, Fransız-Almanya ittifakında çatlaklar ortaya çıkmaya başlıyor.
Eyaletlerarası çatışmaların baskısı ve farklı ulusal çıkarlar bu tarihi ortaklığı tehdit ediyor. Geçmişteki krizler sıklıkla Fransa ve Almanya’nın amaç doğrultusunda birleştiğine tanık olsa da, mevcut jeopolitik manzara, işbirliklerine yeni engeller çıkarıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Batı birliklerinin Ukrayna’ya konuşlandırılması yönündeki son önerisi tartışmalara yol açtı ve başta Almanya olmak üzere müttefiklerin eleştirilerine yol açtı. Macron’un iddialı duruşu, Batılı ulusların tek taraflı eylem yerine iç istişareyi tercih etmesiyle çelişiyordu. Özellikle Almanya, Macron’un şahin açıklamalarına şaşırdı.
Almanya’nın değişen askeri duruşu
İlginç bir şekilde, Ukrayna ihtilafının ilk aşamasında Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Almanya’nın geleneksel pasifist duruşundan önemli ölçüde farklılaşarak daha aktif bir askeri rol üstleneceğini belirtti. Şubat 2022’deki meşhur “Zeitenwende” konuşmasında Scholz, Almanya’nın askeri aktör olarak rolünü yeniden tanımlama taahhüdünü dile getirerek, İkinci Dünya Savaşı sonrası duruşundan farklı olduğunu ifade etti. Ancak son iki yıldır Almanya bu konuya giderek daha temkinli yaklaşmaya başladı. Fransa’nın iddialı tavrı ile Almanya’nın temkinli yeniden değerlendirmesi arasındaki bu farklılık, Avrupa’da gelişen dinamikleri vurguluyor. Ukrayna’daki savaş, kıtanın geleceğine ilişkin farklı vizyonların keskin bir hatırlatıcısı olarak hizmet ediyor.
Taurus füzelerinin Ukrayna’ya tedariki ve Macron’un Batılı birliklerin konuşlandırılması önerisi gibi önemli konulardaki anlaşmazlıklar, Paris ile Berlin arasındaki gerilimi artırdı. Fransa, Almanya’yı Ukrayna’ya yetersiz destek vermekle suçlarken Almanya, Macron’u tek taraflı karar alması nedeniyle eleştiriyor. Bu anlaşmazlıklar, jeopolitik zorlukların nasıl ele alınacağı konusunda daha derin anlaşmazlıkların altını çiziyor. Bir zamanlar Avrupa entegrasyonunun motoru olarak selamlanan Fransız-Alman ortaklığı, şimdi benzeri görülmemiş bir gerilimle karşı karşıya. Fransa ile Almanya arasında Ukrayna konusunda yaşanan bu çatlak, ekonomi, enerji ve güvenlik alanlarını kapsayan daha geniş bir ideolojik ayrılığın altını çiziyor.
Özellikle enerji politikası, yaklaşımlardaki keskin farklılıkları ortaya çıkaran tartışmalı bir konu olarak ortaya çıkmıştır. Hamburg’daki zirvede elektrik fiyatlandırma metodolojisi konusunda fikir birliğine varılmasına rağmen Paris ve Berlin, ilgili enerji modelleri konusunda anlaşmazlıklarını sürdürüyor. Fransız iktisatçılar uzun süredir Almanya’nın ekonomik avantajı olarak gördükleri durumu eleştirdiler ve avronun kullanılmaya başlanmasından önce Deutsche Mark’ın gücünün Alman endüstrisini haksız yere sübvanse ettiğini ileri sürdüler. Bu, Almanya’nın ihracata öncelik vermesine ve ekonomisini desteklemesine, çoğu zaman AB ortaklarının pahasına olmasına olanak tanıdı. Bu anlaşmazlıklar devam ettikçe, uzun süredir Avrupa bütünleşmesinin merkezinde yer alan birliğin çözülmesi tehlikesi ortaya çıkıyor.
Fransız-Alman ortaklığının önündeki zorluklar
Bocalayan Fransız-Alman ortaklığı yalnızca son olaylara atfedilemez; daha ziyade Avrupa ve ABD genelinde iç politikadaki daha derin değişimlere atfedilebilir. Almanya’da, bir zamanlar dış politikaya yön veren tarihsel kısıtlamalar zayıfladı; farklı görüşler artık iktidardaki koalisyon içinde bile hakim durumda. Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Özgür Demokratlardan oluşan mevcut hükümet, uluslararası ilişkiler konusunda tutarlı bir yaklaşımdan yoksun. Milliyetçi Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin artan etkisi göz önüne alındığında, liderlikteki bir değişiklik bile muhtemelen çok az değişiklik sağlayacaktır. Merkez sağ Hıristiyan Demokratlar geleneksel olarak daha küreselci bir gündemi desteklerken, popülist muhalefet karşısında güçleri zayıflıyor. Bu iç bölünmeler, yalnızca Almanya’nın Ukrayna’yı destekleme yeteneğini baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda Avrupa’nın daha geniş işbirliğini ve istikrarını da engelliyor. Hem Almanya’da hem de Fransa’da milliyetçi duyguların yükselişi, bu ulusların geleneksel dış politika yaklaşımlarına önemli zorluklar teşkil ediyor.
Almanya’da aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin Avrupa entegrasyonuna yönelik şüpheciliği ve askeri müdahale yerine Moskova ile diyaloğu tercih etmesi, ülke içindeki bölünmeleri daha da artırıyor. Benzer şekilde Fransa’da da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Charles de Gaulle ve François Mitterrand gibi öncüllerini hatırlatan iddialı duruşu, geleneksel liberal enternasyonalizmden bir kopuşu yansıtıyor. Ancak Macron’un görev süresinin sınırlı olması ve potansiyel halefi Başbakan Gabriel Attal’ın geniş çapta tanınmaması, Fransız liderliğinin geleceğini belirsiz bırakıyor. Fransa’da Marine Le Pen gibi aşırı sağcı isimlerin artan popülaritesinin de gösterdiği gibi, her iki ülkedeki değişen siyasi manzara, küresel ve Avrupa’daki çatışmalarla ilgili konulardaki fikir birliğinin zayıfladığının altını çiziyor.
Bir zamanlar Avrupa istikrarının temel taşı olan Fransız-Alman ekseni, küresel siyasetin değişen ortamında benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıya. Tarihsel olarak bu ittifak, ABD’nin uluslararası düzenin çerçevesini sağlamasıyla Amerikan hegemonyasının şemsiyesi altında gelişti. Ancak ABD’de bu düzeni destekleyen geleneksel iki partili fikir birliği aşındı. Başkan Joe Biden’ın Macron’un vizyonuna benzer enternasyonalizmi, kendi partisi ve muhalefet içinden artan baskılarla karşı karşıya. Cumhuriyetçiler, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın desteklediği “Önce Amerika” bayrağı altında izolasyonculuğa yöneldi. Bu arada Demokratlar, dış tehditlerle yüzleşmek ve iç sorunları ele almak arasında kalan farklı önceliklerle boğuşuyor. Amerika Birleşik Devletleri küresel liderlik rolünden çekilirken, Fransız-Alman ekseni kendisini Avrupa’nın güvenliği ve istikrarı açısından sonuçları olan, keşfedilmemiş sularda seyrederken buluyor. Ukrayna’da devam eden çatışma, Fransa-Almanya ittifakının şu anda Avrupa’nın angajmanında tutarsız bir güç olduğunu kanıtlamasıyla çok önemli bir dönemece ulaştı.