Filistin Devleti’nin bağımsızlığı, 15 Kasım 1988’de Yaser Arafat tarafından Cezayir’de “sürgündeki devlet” olarak ilan edildi. Devleti ilan eden siyasi aktörler, Filistin topraklarını kontrol etmiyorlardı. Filistin, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı öncesindeki şartlarda tanımlanmış olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’nun aldığı kararlar doğrultusunda topraklarının tamamı fiili olarak İsrail işgali altında kalmaya devam etmiştir. Bu nedenle Filistin Devleti kavramı coğrafi olarak genellikle “işgal altındaki Filistin toprakları” için kullanılmaktadır. Bugün itibarıyla “işgal altındaki Filistin topraklarında” hâlâ 5 milyondan fazla insan yaşıyor.
1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmaları’nın ardından Batı Şeria ve Gazze Şeridi bölgelerini yönetmek üzere Filistin Ulusal Otoritesi kuruldu. İsrail Gazze’den çekildikten sonra bu bölge Hamas’ın kontrolünde kaldı. Bugün itibarıyla Batı Şeria kısmen Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ), Gazze Şeridi ise kısmen Hamas’ın kontrolünde. Ancak her iki bölgedeki Filistinli aktörlerin egemenliği ciddi kısıtlamalara tabidir. İsrail, hem Batı Şeria’yı hem de Gazze’yi dış dünyaya kapalı hapishanelere dönüştürdü. Ne yazık ki bu durum dünya kamuoyu tarafından göz ardı ediliyor. Çünkü ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Batılı küresel güçler, İsrail’i uluslararası hukukun ve tüm normların üstünde bir devlet olarak görüyor.
Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan’ın da aralarında bulunduğu 139’u BM üyesi 143 ülke tarafından resmi olarak tanınan Filistin Devleti, 2012 yılından bu yana BM’de “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünde bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, Filistin’in tam bağımsız bir devlet olma talebi 138 ülke tarafından memnuniyetle karşılanırken, yalnızca dokuz ülke bu karara karşı çıktı. Kırk bir eyalet çekimser kaldı. Ayrıca Filistin Devleti, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Arap Ligi, G-7, Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) gibi birçok uluslararası kuruluşun üyesidir.
Filistin’in bağımsızlığını tanıyan devletlerin neredeyse tamamının Batılı olmayan ülkeler olduğunu söylemeye gerek yok. Batı Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda şu ana kadar Filistin’in bağımsızlığını resmen tanımaktan kaçındı. Bu devletler her ne kadar açıklamalarında Filistin topraklarında iki devletli çözümden yana olduklarını beyan etseler de, Filistin devletini tanımayı reddetmeye devam ediyorlar. Özellikle İsrail’in en yakın destekçisi olan ABD, Filistin halkına yapılan büyük bir haksızlık olarak kayıtlara geçen Filistin’in BM üyesi bağımsız bir devlet olarak resmen tanınmasını engellemek için BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisini kullandı.
Avrupa’nın Filistin’i tanıması
İsrail’in Gazze’de 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü soykırıma tepki olarak birçok ülke Filistin Devleti’ni tanıma kararı aldı. Bu anlamda Gazze soykırımına ilk tepki Karayipler ve Güney Amerika ülkelerinden geldi. 2024 yılının ilk yarısında Barbados, Jamaika ve Trinidad ve Tobago, Filistin Devleti’ni tanıdıklarını açıkladılar. Bu ülkelerin küçük ve nispeten etkisiz olmaları, tanınma kararlarının uluslararası kamuoyunda fazla ses getirmemesine neden olmuştur. Ancak Batı Avrupa’dan üç ülkenin (İspanya, Norveç ve İrlanda) aldığı karar, uluslararası politikada büyük etki yarattı.
İsveç, Filistin’i devlet olarak tanıyan ilk Avrupa Birliği üyesi ülke oldu. İsveç Parlamentosu, 30 Ekim 2014 tarihinde Filistin Devleti’ni resmen tanıdı. İsveç’in yanı sıra, eski Doğu Bloku ülkeleri olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri (Polonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çekya ve Slovakya) da Filistin’i tanıdı. .
İspanya, Norveç ve İrlanda eyaletleri, 28 Mayıs’ta Filistin Devleti’ni tanıyacaklarını Mayıs ayının üçüncü haftasında art arda açıklamalarla duyurdular. Böylece Filistin’in 1967 sınırları içerisinde tam bağımsız bir devlet olarak tanınması meselesi bir kez daha dünya gündemine oturdu.
Bu karar öncelikle İsrail’in beklemediği ve hiç istemediği bir karardı. Bu Batı Avrupa devletlerinin alacağı kararın diğer Batı Avrupa ülkeleri üzerinde ciddi baskı oluşturması ve İsrail’in dayandığı Siyonist söylemin çökmesi ihtimaline İsrailli yetkililer çok sert tepki gösterdi. İsrailli politikacılar, Filistin’i devlet olarak tanımanın Hamas’ı desteklemek anlamına geldiğini açıkladı. Böylece Batılı hükümetleri Filistin Devleti’ni tanımaktan caydırmaya çalışıyorlar.
Bu üç Batı Avrupa ülkesinin aldığı karardan Filistinlilerin yanı sıra pek çok Arap ve Müslüman ülke de oldukça memnun kaldı. Örneğin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamada, Türkiye’nin “İrlanda, Norveç ve İspanya’nın Filistin Devleti’ni tanıyacaklarına dair açıklamalarından” çok memnun olduğu belirtildi. Aynı açıklamada, “Filistin’in tanınmasının uluslararası hukukun, adaletin ve vicdanın bir gereği olduğu” vurgulandı. Türkiye’nin daha fazla ülkenin Filistin’i tanıması için çaba göstermeye devam edeceği ifade edilirken, Avrupa’nın üç önemli devletinin yaptığı açıklamanın “işgal altındaki Filistin halkının gasp edilen haklarının iade edilmesi ve Filistin’in tanınması açısından son derece önemli bir adım” olduğu ifade edildi. Filistin’in uluslararası toplumda hak ettiği statü.”
Bölgesel değişime doğru bir adım
Üç Avrupa devletinin tanınma kararı, Filistin Devleti’nin kısa vadede tam bağımsız ve etkili bir siyasi varlık olarak ortaya çıkmasını sağlamayabilir ancak bu tanınma, bölgede birçok değişimi tetikleyecek çok önemli bir adım olarak görülmelidir. Öncelikle yakın zamana kadar tüm dünyaya hakim olan Siyonist İsrail’in siyasi söyleminin çökmesini sağlayacaktır. İsrail, son sekiz ayda gerçekleştirdiği soykırımla birçok Avrupa devletinde ve halklarında büyük hayal kırıklığı yarattı. İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıktı ve yarattığı yanlış algılar büyük ölçüde yıkıldı.
Siyonist siyasi söylem, dünyanın dört bir yanında insanların yürüttüğü küresel intifada ve giderek daha fazla hükümetin karar ve tutumları sayesinde büyük bir darbe aldı. İsrail’in mağduriyet edebiyatı artık Batı’da bile güvenilirliğini kaybetmeye başladı. Giderek daha fazla Batılının İsrail’in vahşetine karşı çıkması nedeniyle, bazı Batılı devletlerin hükümetleri ve kamusal kesimleri tarafından sağlanan askeri ve siyasi destek artık İsrail’e yeterli olamayacak.
İkincisi, bu karar hem Siyonist İsrail hem de onun suç ortağı Batılı küresel güçler üzerinde ciddi bir baskı oluşturacaktır. Siyonist soykırımın ana destekçileri olan ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Batılı küresel güçler hem kendi halklarından hem de uluslararası toplumdan daha fazla baskıya maruz kalacak.
Tüm dünya devletleri Filistin Devleti’ni resmen tanısa bile, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı baskı gerçeği, ABD himayesindeki İsrail işgali devam ettiği sürece devam edecektir. Hiçbir ülkenin ABD’nin askeri gücüne meydan okuyamayacağı açıktır. Ancak Filistin Devleti’nin küresel düzeyde tanınması ve İsrail ve suç ortaklarına yönelik küresel eleştiriler, soykırımı desteklemenin maliyetini sürekli artıracaktır. Er ya da geç ABD ve diğer Batılı hükümetler İsrail’in zulmüne “yeter” demek zorunda kalacaklar.
Üçüncüsü, bu tanıma kararı, bugüne kadar Filistin’i tanımakta tereddüt eden devletleri de benzer bir adım atmaya teşvik edecek, hatta zorlayacaktır. Filistin’i devlet olarak tanımayan diğer Avrupa devletlerinin de aynı adımı atması ihtimali her zamankinden daha yüksek. Çünkü hiçbir devlet, ulusal çıkarlarına zarar verecek şekilde uzun süre tarihin yanlış tarafında kalmayı göze alamaz. Mesela Malta ve Slovenya zaten Filistin’i tanıyabileceklerini açıklamıştı.
Bugün itibarıyla küresel ölçekte İsrail aleyhine ve Filistin halkının lehine esen rüzgâr, benzer tanınma kararlarının da artmasına yol açacaktır. Dolayısıyla İsrail’in soykırımcı Binyamin Netanyahu hükümetinin ve Batı’daki Siyonist lobinin tüm baskılarına rağmen diğer Batılı devletlerin de benzer adımlar atarak Filistin’i tanıması bekleniyor.
Sonuç olarak, İsrail ve onun suç ortakları olan Batılı küresel güçler, tüm evrensel insani normları ve uluslararası hukukun tüm ilkelerini ısrarla ihlal etmektedir. Zaten uluslararası sistemin tabutuna son çiviyi çakmışlardı. İnsan hakları ihlallerinde rekor üstüne rekor kırıyorlar. Elbette bundan sonra Batılı küresel devletler, diğer devletlerin ve halkların gözünde itibarlarını tamamen kaybetmiş oldukları için kimseye ahlak dersi veremeyecek ve kimseden kurallara uymasını bekleyemeyecektir.
Filistin Devleti’nin tanınması ve İsrail’den Gazze’de masum insanlara karşı devam eden soykırımı durdurmasını talep etmek, sahada gerçek bir değişim yaratabilecek ana aktörler olan Batılı küresel güçler için köprüden önceki son çıkıştır. Yani artık Batılı ülkelerin gerçeğe dönüp İsrail devletinin Filistin topraklarındaki sınırsız zulmünü görmelerinin zamanı gelmiştir. Filistin’in, Filistin topraklarında egemen bir devlet olarak kabul edileceği ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ancak İsrail işgalinin sona ermesiyle belirleme olanağına sahip olacağı unutulmamalıdır.
Filistin Devleti’nin bağımsızlığı, 15 Kasım 1988’de Yaser Arafat tarafından Cezayir’de “sürgündeki devlet” olarak ilan edildi. Devleti ilan eden siyasi aktörler, Filistin topraklarını kontrol etmiyorlardı. Filistin, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı öncesindeki şartlarda tanımlanmış olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’nun aldığı kararlar doğrultusunda topraklarının tamamı fiili olarak İsrail işgali altında kalmaya devam etmiştir. Bu nedenle Filistin Devleti kavramı coğrafi olarak genellikle “işgal altındaki Filistin toprakları” için kullanılmaktadır. Bugün itibarıyla “işgal altındaki Filistin topraklarında” hâlâ 5 milyondan fazla insan yaşıyor.
1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmaları’nın ardından Batı Şeria ve Gazze Şeridi bölgelerini yönetmek üzere Filistin Ulusal Otoritesi kuruldu. İsrail Gazze’den çekildikten sonra bu bölge Hamas’ın kontrolünde kaldı. Bugün itibarıyla Batı Şeria kısmen Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ), Gazze Şeridi ise kısmen Hamas’ın kontrolünde. Ancak her iki bölgedeki Filistinli aktörlerin egemenliği ciddi kısıtlamalara tabidir. İsrail, hem Batı Şeria’yı hem de Gazze’yi dış dünyaya kapalı hapishanelere dönüştürdü. Ne yazık ki bu durum dünya kamuoyu tarafından göz ardı ediliyor. Çünkü ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Batılı küresel güçler, İsrail’i uluslararası hukukun ve tüm normların üstünde bir devlet olarak görüyor.
Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan’ın da aralarında bulunduğu 139’u BM üyesi 143 ülke tarafından resmi olarak tanınan Filistin Devleti, 2012 yılından bu yana BM’de “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünde bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, Filistin’in tam bağımsız bir devlet olma talebi 138 ülke tarafından memnuniyetle karşılanırken, yalnızca dokuz ülke bu karara karşı çıktı. Kırk bir eyalet çekimser kaldı. Ayrıca Filistin Devleti, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Arap Ligi, G-7, Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) gibi birçok uluslararası kuruluşun üyesidir.
Filistin’in bağımsızlığını tanıyan devletlerin neredeyse tamamının Batılı olmayan ülkeler olduğunu söylemeye gerek yok. Batı Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda şu ana kadar Filistin’in bağımsızlığını resmen tanımaktan kaçındı. Bu devletler her ne kadar açıklamalarında Filistin topraklarında iki devletli çözümden yana olduklarını beyan etseler de, Filistin devletini tanımayı reddetmeye devam ediyorlar. Özellikle İsrail’in en yakın destekçisi olan ABD, Filistin halkına yapılan büyük bir haksızlık olarak kayıtlara geçen Filistin’in BM üyesi bağımsız bir devlet olarak resmen tanınmasını engellemek için BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisini kullandı.
Avrupa’nın Filistin’i tanıması
İsrail’in Gazze’de 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü soykırıma tepki olarak birçok ülke Filistin Devleti’ni tanıma kararı aldı. Bu anlamda Gazze soykırımına ilk tepki Karayipler ve Güney Amerika ülkelerinden geldi. 2024 yılının ilk yarısında Barbados, Jamaika ve Trinidad ve Tobago, Filistin Devleti’ni tanıdıklarını açıkladılar. Bu ülkelerin küçük ve nispeten etkisiz olmaları, tanınma kararlarının uluslararası kamuoyunda fazla ses getirmemesine neden olmuştur. Ancak Batı Avrupa’dan üç ülkenin (İspanya, Norveç ve İrlanda) aldığı karar, uluslararası politikada büyük etki yarattı.
İsveç, Filistin’i devlet olarak tanıyan ilk Avrupa Birliği üyesi ülke oldu. İsveç Parlamentosu, 30 Ekim 2014 tarihinde Filistin Devleti’ni resmen tanıdı. İsveç’in yanı sıra, eski Doğu Bloku ülkeleri olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri (Polonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çekya ve Slovakya) da Filistin’i tanıdı. .
İspanya, Norveç ve İrlanda eyaletleri, 28 Mayıs’ta Filistin Devleti’ni tanıyacaklarını Mayıs ayının üçüncü haftasında art arda açıklamalarla duyurdular. Böylece Filistin’in 1967 sınırları içerisinde tam bağımsız bir devlet olarak tanınması meselesi bir kez daha dünya gündemine oturdu.
Bu karar öncelikle İsrail’in beklemediği ve hiç istemediği bir karardı. Bu Batı Avrupa devletlerinin alacağı kararın diğer Batı Avrupa ülkeleri üzerinde ciddi baskı oluşturması ve İsrail’in dayandığı Siyonist söylemin çökmesi ihtimaline İsrailli yetkililer çok sert tepki gösterdi. İsrailli politikacılar, Filistin’i devlet olarak tanımanın Hamas’ı desteklemek anlamına geldiğini açıkladı. Böylece Batılı hükümetleri Filistin Devleti’ni tanımaktan caydırmaya çalışıyorlar.
Bu üç Batı Avrupa ülkesinin aldığı karardan Filistinlilerin yanı sıra pek çok Arap ve Müslüman ülke de oldukça memnun kaldı. Örneğin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamada, Türkiye’nin “İrlanda, Norveç ve İspanya’nın Filistin Devleti’ni tanıyacaklarına dair açıklamalarından” çok memnun olduğu belirtildi. Aynı açıklamada, “Filistin’in tanınmasının uluslararası hukukun, adaletin ve vicdanın bir gereği olduğu” vurgulandı. Türkiye’nin daha fazla ülkenin Filistin’i tanıması için çaba göstermeye devam edeceği ifade edilirken, Avrupa’nın üç önemli devletinin yaptığı açıklamanın “işgal altındaki Filistin halkının gasp edilen haklarının iade edilmesi ve Filistin’in tanınması açısından son derece önemli bir adım” olduğu ifade edildi. Filistin’in uluslararası toplumda hak ettiği statü.”
Bölgesel değişime doğru bir adım
Üç Avrupa devletinin tanınma kararı, Filistin Devleti’nin kısa vadede tam bağımsız ve etkili bir siyasi varlık olarak ortaya çıkmasını sağlamayabilir ancak bu tanınma, bölgede birçok değişimi tetikleyecek çok önemli bir adım olarak görülmelidir. Öncelikle yakın zamana kadar tüm dünyaya hakim olan Siyonist İsrail’in siyasi söyleminin çökmesini sağlayacaktır. İsrail, son sekiz ayda gerçekleştirdiği soykırımla birçok Avrupa devletinde ve halklarında büyük hayal kırıklığı yarattı. İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıktı ve yarattığı yanlış algılar büyük ölçüde yıkıldı.
Siyonist siyasi söylem, dünyanın dört bir yanında insanların yürüttüğü küresel intifada ve giderek daha fazla hükümetin karar ve tutumları sayesinde büyük bir darbe aldı. İsrail’in mağduriyet edebiyatı artık Batı’da bile güvenilirliğini kaybetmeye başladı. Giderek daha fazla Batılının İsrail’in vahşetine karşı çıkması nedeniyle, bazı Batılı devletlerin hükümetleri ve kamusal kesimleri tarafından sağlanan askeri ve siyasi destek artık İsrail’e yeterli olamayacak.
İkincisi, bu karar hem Siyonist İsrail hem de onun suç ortağı Batılı küresel güçler üzerinde ciddi bir baskı oluşturacaktır. Siyonist soykırımın ana destekçileri olan ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Batılı küresel güçler hem kendi halklarından hem de uluslararası toplumdan daha fazla baskıya maruz kalacak.
Tüm dünya devletleri Filistin Devleti’ni resmen tanısa bile, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı baskı gerçeği, ABD himayesindeki İsrail işgali devam ettiği sürece devam edecektir. Hiçbir ülkenin ABD’nin askeri gücüne meydan okuyamayacağı açıktır. Ancak Filistin Devleti’nin küresel düzeyde tanınması ve İsrail ve suç ortaklarına yönelik küresel eleştiriler, soykırımı desteklemenin maliyetini sürekli artıracaktır. Er ya da geç ABD ve diğer Batılı hükümetler İsrail’in zulmüne “yeter” demek zorunda kalacaklar.
Üçüncüsü, bu tanıma kararı, bugüne kadar Filistin’i tanımakta tereddüt eden devletleri de benzer bir adım atmaya teşvik edecek, hatta zorlayacaktır. Filistin’i devlet olarak tanımayan diğer Avrupa devletlerinin de aynı adımı atması ihtimali her zamankinden daha yüksek. Çünkü hiçbir devlet, ulusal çıkarlarına zarar verecek şekilde uzun süre tarihin yanlış tarafında kalmayı göze alamaz. Mesela Malta ve Slovenya zaten Filistin’i tanıyabileceklerini açıklamıştı.
Bugün itibarıyla küresel ölçekte İsrail aleyhine ve Filistin halkının lehine esen rüzgâr, benzer tanınma kararlarının da artmasına yol açacaktır. Dolayısıyla İsrail’in soykırımcı Binyamin Netanyahu hükümetinin ve Batı’daki Siyonist lobinin tüm baskılarına rağmen diğer Batılı devletlerin de benzer adımlar atarak Filistin’i tanıması bekleniyor.
Sonuç olarak, İsrail ve onun suç ortakları olan Batılı küresel güçler, tüm evrensel insani normları ve uluslararası hukukun tüm ilkelerini ısrarla ihlal etmektedir. Zaten uluslararası sistemin tabutuna son çiviyi çakmışlardı. İnsan hakları ihlallerinde rekor üstüne rekor kırıyorlar. Elbette bundan sonra Batılı küresel devletler, diğer devletlerin ve halkların gözünde itibarlarını tamamen kaybetmiş oldukları için kimseye ahlak dersi veremeyecek ve kimseden kurallara uymasını bekleyemeyecektir.
Filistin Devleti’nin tanınması ve İsrail’den Gazze’de masum insanlara karşı devam eden soykırımı durdurmasını talep etmek, sahada gerçek bir değişim yaratabilecek ana aktörler olan Batılı küresel güçler için köprüden önceki son çıkıştır. Yani artık Batılı ülkelerin gerçeğe dönüp İsrail devletinin Filistin topraklarındaki sınırsız zulmünü görmelerinin zamanı gelmiştir. Filistin’in, Filistin topraklarında egemen bir devlet olarak kabul edileceği ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ancak İsrail işgalinin sona ermesiyle belirleme olanağına sahip olacağı unutulmamalıdır.