Öncelikle Türkiye’yi son 30 yıldır etkileyen bir isim olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili üç haberle başlayalım.
İlk haber 2008’de Uşak’ta düzenlenen Uluslararası Kadınlar Günü panelinde “Erdoğan: En az üç çocuk doğurun” başlığıyla duyuruldu. Erdoğan halka hitaben, “Başbakan olarak değil, sizin ilgili kardeşiniz olarak konuşuyorum. Genç nüfusumuzu olduğu gibi korumalıyız. Bir ekonomide en önemli şey nüfustur. Türk milletini yok etmek istiyorlar. Tam da yaptıkları bu. En az üç çocuk yapın ki genç nüfusumuz azalmasın.” dedi.
Bir sonraki haber ise 2013 yılına ait, “Erdoğan neden ‘üç çocuk istiyorum’ dedi?” başlıklı haber. Gazete, dönemin başbakanı Erdoğan’ın Uluslararası Aile ve Sosyal Politikalar Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, her ailenin üç çocuk istemesi çağrısını yinelediğine dikkat çekti.
“Bir çocuk iflas demektir, iki çocuk iflas demektir, üç çocuk durgunluk demektir. Doğurganlık oranımız iki seviyesini aşmak için üçe ulaşmalı. Bunu başarmamız gerekiyor. Batı şu anda sıkıntıda ama Türkiye’nin aynı sorunlarla karşılaşmasını istemiyoruz. Ülkemizdeki tüm annelere çağrıda bulunuyorum: ‘Sözlerimi, hassasiyetimizi hafife almayın; bu kampanyayı her yere yaymamız gerekiyor'” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda yaptığı Bakanlar Kurulu toplantısında, “Nüfus artış hızındaki yavaşlamanın Türkiye için artık tahammül edilebilir bir durum olmadığını” söylemişti.
“Nüfus yenileme eşiği olan 2.1 seviyesinin altındayız. Bu, açıkçası ulusumuz için varoluşsal bir tehdit, bir felaket. Mevcut durum artık ülkemiz için tolere edilebilir değil. Bildiğiniz gibi, her zaman tüm aileler için üç çocuk önerdik. Ne yazık ki zaman, tahminlerimizde bizi haklı çıkardı. Nüfusun bir ulus olarak en büyük gücümüz olduğunu kabul etmeli ve onu korumalıyız. Önümüzdeki dönemde bu konuda daha kararlı olacağız.”
Varoluşsal kriz
Maalesef Erdoğan’ın uzun zamandır dile getirdiği kaygılar artık gerçek oldu.
İstatistikler, Türkiye’nin demografik bir kriz içinde olduğunu, yıllık nüfus artışının son on yılda keskin bir şekilde azaldığını ve son yıllarda hızlandığını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, nüfus 2022’de binde 7,1 artarken, 2023’te yalnızca binde 1,1 artarak tarihi bir düşük seviyeye ulaştı. Daha önce, en düşük büyüme oranı, şiddetli pandemi sırasında 2020’de binde 5,5 olarak kaydedilmişti.
Sorun, Türk kadınları arasındaki doğurganlık oranının düşmesinde yatıyor. Giderek daha geç evleniyor, daha geç çocuk sahibi oluyor ve daha küçük aileler tercih ediyorlar. Türkiye’deki doğurganlık oranı 2017’de 2,1 iken 2018’de 2,01’e, 2019’da 1,97’ye ve 2023’te 1,51’e geriledi. Karşılaştırıldığında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara geldiği 2002’de doğurganlık oranı 2,38’di.
“Altın oran” veya yenileme seviyesi olarak bilinen 2,1’in altındaki bir nüfus artış hızı, bir ülkenin yaşlanma krizine doğru ilerlediğini gösterir. Türkiye’nin doğurganlık oranının 1,51’e düşmesiyle, nüfus içindeki yaşlıların oranı %10’u aştı ve bu da ileride ciddi demografik zorlukların olduğunu gösteriyor.
Bebekler nerede?
Erdoğan’ın “en az üç çocuk” savunuculuğu bu yaklaşan tehdide bir yanıttı. 2015’te Daily Sabah için yazdığım önceki yorumda, Erdoğan’ın doğum yanlısı politikalarının, yaygın Batı ve siyasi analizlerin aksine, İslamcılık veya milliyetçilikten kaynaklanmadığını vurgulamıştım. Türkiye’nin son yirmi yıldır sürdürdüğü yaşam yanlısı çabaları, yaşlanan bir toplumun gelecekteki zorluklarını önlemeyi amaçlıyordu.
Ancak son veriler, bu politikaların hedeflerine ulaşmada büyük ölçüde başarısız olduğunu gösteriyor. Türkiye’de bebek patlamasını teşvik etmek için acil yeni stratejilere artık ihtiyaç var. Türk toplumundaki toplumsal değişimler bu politika gerilemesine önemli ölçüde katkıda bulundu. Dahası, COVID-19 salgını ve ardından gelen ekonomik gerileme, ailelerin çocuk sahibi olma isteklerini azalttı. Önceki yorumlarımda analiz ettiğim gibi, 2023’te 5,2 milyona ulaşan bağımsız yaşayan insan sayısının artması, hızlandırılmış kentleşme ve modernleşme nedeniyle geleneksel Türk aile yapısının hızla aşınmasını yansıtıyor. Kadınlar için eğitime ve istihdama daha iyi erişim, etkili hastalık kontrolü ve yaygın olarak doğum kontrolü benimsenmesi gibi faktörler de önemli roller oynadı.
Başka bir bakış açısından, bu demografik değişim birçok gelişmekte olan ülkenin deneyimlediği doğal bir aşamadır. Ancak hazırlıksızlık, toplumlar yaşlandıkça refah devletlerinin ve ekonomik kalkınma modellerinin sürdürülebilirliği için zorluklar yaratabilir. Yaşlanan bir nüfus, daha az işçi, azalan vergi gelirleri ve kamu bütçelerinde artan baskı anlamına gelir. Türkiye, yaşlanan bir demografiyle ilişkili maliyetlerle zaten boğuşuyor ve bu da sağlık hizmetlerini, emeklilik sistemlerini ve kuşaklar arası dinamikleri etkiliyor. Yaşlanmanın kendisi doğası gereği felaket değildir, ancak yeterli şekilde hazırlanamamak gerçek bir tehdit oluşturur. Türkiye’nin şu anki zorunluluğu, bu dönüşümü tersine çevirmeye çalışmaktan ziyade hazırlığa yönelik kapsamlı politikalar uygulamaktır.
Türkiye ne yapmalı?
Türkiye’nin bebek patlamasını sağlamak için hızla birkaç önlem alması gerekiyor. Şunu vurgulamak gerekir ki, bugüne kadar uygulanan benzer politikaları tekrarlamanın bir anlamı yok, zira bu politikaların doğurganlığı artırmada başarılı olmadığı ortada.
Yapılacak ilk şey ekonomik istikrarı sağlamaktır. Veriler, satın alma gücü sarsılan ailelerin çocuk sahibi olmamayı veya çocuk sahibi olmayı ertelemeyi tercih ettiğini gösteriyor. Metropol şehirlerdeki konut krizini çözmek bunun önemli bir parçasıdır.
İkinci en önemli konu aile politikalarının güçlendirilmesidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyolojik dönüşümün belirgin özelliklerini anlamak ve topluma aklımızdaki aile şablonunu dayatmak yerine toplumun aileye ilişkin beklentilerini karşılayacak politikalar geliştirmek için çalışmalar yapılması gerekmektedir. Politikalar, Türk toplumunun değişen toplumsal gerçeklikleriyle uyumlu olmalıdır.
Üçüncü başlık ise Türkiye’ye göçün düzenlenmesidir. Türkiye’nin acilen bir Göç Bakanlığı kurarak, tersine beyin göçünden yararlanan ve planlı göç alan bir ülke haline gelmesi gerekmektedir. Ülkemizdeki Suriyelilerin doğurganlık oranının %5,3 olduğu düşünüldüğünde, göç yönetiminin aynı zamanda demografik krize de bir çözüm olduğu görülmektedir. Göç çağında kaçınılmaz bir olgu olan göçün, polis devleti önlemleriyle önlenebileceğini düşünmek yerine, ABD gibi planlı, seçici ve nitelikli bir göç sistemine geçmeliyiz. Aslında göç, Türkiye’nin demografik yapısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Kırsal alanlardan kentsel alanlara iç göç ve uluslararası göç akımları, Türkiye nüfusunun çeşitliliğine katkıda bulunmaktadır. Göç modellerini anlamak ve farklı toplulukları entegre etmek, ülkede sosyal uyumu ve kapsayıcı büyümeyi teşvik etmek için hayati önem taşımaktadır.
Gençliğe yatırım
Türkiye, gençliğine yatırım yapmanın bebek patlamasını teşvik etmek kadar önemli olduğu kritik bir kavşakla karşı karşıyadır. Ülkenin sübvansiyona dayalı yerel üretime ve düşük değerli ihracata olan bağımlılığı, ekonomik verimliliği ve refahı teşvik etmekten uzaktır. Bu nedenle, yatırımları üretken sektörlere yönlendirmek ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, ülkenin insan sermayesini güçlendirmeye bağlıdır.
Orta gelir tuzağını aşmak için Türkiye, eğitim, konut, istihdam ve özellikle araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) gibi hayati altyapıya önemli yatırımlar yaparken genç nüfusunu korumalıdır. Sağlam bir insan sermayesi çerçevesi oluşturmak, kalıcı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamanın anahtarıdır. Türkiye’nin demografik fırsat penceresini genişletme yeteneği, çift yatırımlarda yatmaktadır: sağlıklı doğum oranlarını beslemek ve genç nesiller için iş beklentilerini, eğitimi ve sağlık hizmetlerini geliştirmek.
Ayrıca, demografik çalışmaları akademiye entegre etmek ve bilimsel araştırmalar için kaynak ayırmak etkili nüfus politikaları formüle etmek için zorunludur. Mevcut zorluklara katkıda bulunan temel bilimsel faktörleri ele almadan sadece mevcut politikaları tekrarlamak sınırlı sonuçlar verecektir.
Doğum iznini dört aya uzatmak, annelerin üç yıla kadar uzaktan çalışabilmelerini sağlamak ve çocuklar 6 yaşına gelene kadar uzaktan çalışma modelleri geliştirmek gibi son hükümet önerileri, olumlu adımlar yeterli olmasa da. Daha önce istenen bebek patlamasına ulaşılmadan benzer politikalar denenmiş, yenilikçi yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmış ve aynı stratejileri tekrarlamaktan farklı sonuçlar beklenmemiştir.
Annelik izninin uzatılması ve anneler için kıdem tazminatının artırılması gibi girişimler kadınların istihdam katılımını artırmaya olumlu katkıda bulunurken (şu anda düşük bir %35 seviyesinde) Türkiye daha bütünsel ve çok yönlü politika çerçeveleri benimsemelidir. Özellikle Z Kuşağının aile ve çocuk sahibi olmaya yönelik tutumlarını anlamaya yönelik ayrıntılı araştırmalar ve kapsamlı programlar, etkili çözümler üretmek için elzemdir.
Nüfusları azalan Avrupa ve ABD, 1946’dan 1964’e kadar, adından da anlaşılacağı gibi, doğurganlık oranlarında bir artışla karakterize edilen bir “bebek patlaması” kuşağına tanık oldu. Türkiye, yaklaşan bir yaşlanma kriziyle yüzleşmeden önce fırsat penceresini genişletmek için acilen böyle bir demografik canlanmaya ihtiyaç duyuyor. Reform politikalarının hızla uygulanması olmadan, hazırlıksız bir yaşlanma krizine girmek Türkiye için yıkıcı olacaktır.
Özünde, zengin tarihi ve çeşitli kültürüyle tanınan Türkiye, şu anda toplumun ve ekonominin çeşitli yönlerini etkileyen önemli demografik değişikliklerden geçiyor. Bu değişimler işgücünü, ekonomiyi, tüketici pazarını ve sosyal dinamikleri derinden etkiliyor. Bir bebek patlaması yaratmak ve gençliğine yatırım yapmak için Türkiye, önemli genç nüfusunu birkaç on yıl daha korumalı, inovasyon, girişimcilik ve ekonomik genişleme için fırsatlar yaratmalıdır.
Öncelikle Türkiye’yi son 30 yıldır etkileyen bir isim olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili üç haberle başlayalım.
İlk haber 2008’de Uşak’ta düzenlenen Uluslararası Kadınlar Günü panelinde “Erdoğan: En az üç çocuk doğurun” başlığıyla duyuruldu. Erdoğan halka hitaben, “Başbakan olarak değil, sizin ilgili kardeşiniz olarak konuşuyorum. Genç nüfusumuzu olduğu gibi korumalıyız. Bir ekonomide en önemli şey nüfustur. Türk milletini yok etmek istiyorlar. Tam da yaptıkları bu. En az üç çocuk yapın ki genç nüfusumuz azalmasın.” dedi.
Bir sonraki haber ise 2013 yılına ait, “Erdoğan neden ‘üç çocuk istiyorum’ dedi?” başlıklı haber. Gazete, dönemin başbakanı Erdoğan’ın Uluslararası Aile ve Sosyal Politikalar Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, her ailenin üç çocuk istemesi çağrısını yinelediğine dikkat çekti.
“Bir çocuk iflas demektir, iki çocuk iflas demektir, üç çocuk durgunluk demektir. Doğurganlık oranımız iki seviyesini aşmak için üçe ulaşmalı. Bunu başarmamız gerekiyor. Batı şu anda sıkıntıda ama Türkiye’nin aynı sorunlarla karşılaşmasını istemiyoruz. Ülkemizdeki tüm annelere çağrıda bulunuyorum: ‘Sözlerimi, hassasiyetimizi hafife almayın; bu kampanyayı her yere yaymamız gerekiyor'” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda yaptığı Bakanlar Kurulu toplantısında, “Nüfus artış hızındaki yavaşlamanın Türkiye için artık tahammül edilebilir bir durum olmadığını” söylemişti.
“Nüfus yenileme eşiği olan 2.1 seviyesinin altındayız. Bu, açıkçası ulusumuz için varoluşsal bir tehdit, bir felaket. Mevcut durum artık ülkemiz için tolere edilebilir değil. Bildiğiniz gibi, her zaman tüm aileler için üç çocuk önerdik. Ne yazık ki zaman, tahminlerimizde bizi haklı çıkardı. Nüfusun bir ulus olarak en büyük gücümüz olduğunu kabul etmeli ve onu korumalıyız. Önümüzdeki dönemde bu konuda daha kararlı olacağız.”
Varoluşsal kriz
Maalesef Erdoğan’ın uzun zamandır dile getirdiği kaygılar artık gerçek oldu.
İstatistikler, Türkiye’nin demografik bir kriz içinde olduğunu, yıllık nüfus artışının son on yılda keskin bir şekilde azaldığını ve son yıllarda hızlandığını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, nüfus 2022’de binde 7,1 artarken, 2023’te yalnızca binde 1,1 artarak tarihi bir düşük seviyeye ulaştı. Daha önce, en düşük büyüme oranı, şiddetli pandemi sırasında 2020’de binde 5,5 olarak kaydedilmişti.
Sorun, Türk kadınları arasındaki doğurganlık oranının düşmesinde yatıyor. Giderek daha geç evleniyor, daha geç çocuk sahibi oluyor ve daha küçük aileler tercih ediyorlar. Türkiye’deki doğurganlık oranı 2017’de 2,1 iken 2018’de 2,01’e, 2019’da 1,97’ye ve 2023’te 1,51’e geriledi. Karşılaştırıldığında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara geldiği 2002’de doğurganlık oranı 2,38’di.
“Altın oran” veya yenileme seviyesi olarak bilinen 2,1’in altındaki bir nüfus artış hızı, bir ülkenin yaşlanma krizine doğru ilerlediğini gösterir. Türkiye’nin doğurganlık oranının 1,51’e düşmesiyle, nüfus içindeki yaşlıların oranı %10’u aştı ve bu da ileride ciddi demografik zorlukların olduğunu gösteriyor.
Bebekler nerede?
Erdoğan’ın “en az üç çocuk” savunuculuğu bu yaklaşan tehdide bir yanıttı. 2015’te Daily Sabah için yazdığım önceki yorumda, Erdoğan’ın doğum yanlısı politikalarının, yaygın Batı ve siyasi analizlerin aksine, İslamcılık veya milliyetçilikten kaynaklanmadığını vurgulamıştım. Türkiye’nin son yirmi yıldır sürdürdüğü yaşam yanlısı çabaları, yaşlanan bir toplumun gelecekteki zorluklarını önlemeyi amaçlıyordu.
Ancak son veriler, bu politikaların hedeflerine ulaşmada büyük ölçüde başarısız olduğunu gösteriyor. Türkiye’de bebek patlamasını teşvik etmek için acil yeni stratejilere artık ihtiyaç var. Türk toplumundaki toplumsal değişimler bu politika gerilemesine önemli ölçüde katkıda bulundu. Dahası, COVID-19 salgını ve ardından gelen ekonomik gerileme, ailelerin çocuk sahibi olma isteklerini azalttı. Önceki yorumlarımda analiz ettiğim gibi, 2023’te 5,2 milyona ulaşan bağımsız yaşayan insan sayısının artması, hızlandırılmış kentleşme ve modernleşme nedeniyle geleneksel Türk aile yapısının hızla aşınmasını yansıtıyor. Kadınlar için eğitime ve istihdama daha iyi erişim, etkili hastalık kontrolü ve yaygın olarak doğum kontrolü benimsenmesi gibi faktörler de önemli roller oynadı.
Başka bir bakış açısından, bu demografik değişim birçok gelişmekte olan ülkenin deneyimlediği doğal bir aşamadır. Ancak hazırlıksızlık, toplumlar yaşlandıkça refah devletlerinin ve ekonomik kalkınma modellerinin sürdürülebilirliği için zorluklar yaratabilir. Yaşlanan bir nüfus, daha az işçi, azalan vergi gelirleri ve kamu bütçelerinde artan baskı anlamına gelir. Türkiye, yaşlanan bir demografiyle ilişkili maliyetlerle zaten boğuşuyor ve bu da sağlık hizmetlerini, emeklilik sistemlerini ve kuşaklar arası dinamikleri etkiliyor. Yaşlanmanın kendisi doğası gereği felaket değildir, ancak yeterli şekilde hazırlanamamak gerçek bir tehdit oluşturur. Türkiye’nin şu anki zorunluluğu, bu dönüşümü tersine çevirmeye çalışmaktan ziyade hazırlığa yönelik kapsamlı politikalar uygulamaktır.
Türkiye ne yapmalı?
Türkiye’nin bebek patlamasını sağlamak için hızla birkaç önlem alması gerekiyor. Şunu vurgulamak gerekir ki, bugüne kadar uygulanan benzer politikaları tekrarlamanın bir anlamı yok, zira bu politikaların doğurganlığı artırmada başarılı olmadığı ortada.
Yapılacak ilk şey ekonomik istikrarı sağlamaktır. Veriler, satın alma gücü sarsılan ailelerin çocuk sahibi olmamayı veya çocuk sahibi olmayı ertelemeyi tercih ettiğini gösteriyor. Metropol şehirlerdeki konut krizini çözmek bunun önemli bir parçasıdır.
İkinci en önemli konu aile politikalarının güçlendirilmesidir. Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyolojik dönüşümün belirgin özelliklerini anlamak ve topluma aklımızdaki aile şablonunu dayatmak yerine toplumun aileye ilişkin beklentilerini karşılayacak politikalar geliştirmek için çalışmalar yapılması gerekmektedir. Politikalar, Türk toplumunun değişen toplumsal gerçeklikleriyle uyumlu olmalıdır.
Üçüncü başlık ise Türkiye’ye göçün düzenlenmesidir. Türkiye’nin acilen bir Göç Bakanlığı kurarak, tersine beyin göçünden yararlanan ve planlı göç alan bir ülke haline gelmesi gerekmektedir. Ülkemizdeki Suriyelilerin doğurganlık oranının %5,3 olduğu düşünüldüğünde, göç yönetiminin aynı zamanda demografik krize de bir çözüm olduğu görülmektedir. Göç çağında kaçınılmaz bir olgu olan göçün, polis devleti önlemleriyle önlenebileceğini düşünmek yerine, ABD gibi planlı, seçici ve nitelikli bir göç sistemine geçmeliyiz. Aslında göç, Türkiye’nin demografik yapısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Kırsal alanlardan kentsel alanlara iç göç ve uluslararası göç akımları, Türkiye nüfusunun çeşitliliğine katkıda bulunmaktadır. Göç modellerini anlamak ve farklı toplulukları entegre etmek, ülkede sosyal uyumu ve kapsayıcı büyümeyi teşvik etmek için hayati önem taşımaktadır.
Gençliğe yatırım
Türkiye, gençliğine yatırım yapmanın bebek patlamasını teşvik etmek kadar önemli olduğu kritik bir kavşakla karşı karşıyadır. Ülkenin sübvansiyona dayalı yerel üretime ve düşük değerli ihracata olan bağımlılığı, ekonomik verimliliği ve refahı teşvik etmekten uzaktır. Bu nedenle, yatırımları üretken sektörlere yönlendirmek ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, ülkenin insan sermayesini güçlendirmeye bağlıdır.
Orta gelir tuzağını aşmak için Türkiye, eğitim, konut, istihdam ve özellikle araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) gibi hayati altyapıya önemli yatırımlar yaparken genç nüfusunu korumalıdır. Sağlam bir insan sermayesi çerçevesi oluşturmak, kalıcı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlamanın anahtarıdır. Türkiye’nin demografik fırsat penceresini genişletme yeteneği, çift yatırımlarda yatmaktadır: sağlıklı doğum oranlarını beslemek ve genç nesiller için iş beklentilerini, eğitimi ve sağlık hizmetlerini geliştirmek.
Ayrıca, demografik çalışmaları akademiye entegre etmek ve bilimsel araştırmalar için kaynak ayırmak etkili nüfus politikaları formüle etmek için zorunludur. Mevcut zorluklara katkıda bulunan temel bilimsel faktörleri ele almadan sadece mevcut politikaları tekrarlamak sınırlı sonuçlar verecektir.
Doğum iznini dört aya uzatmak, annelerin üç yıla kadar uzaktan çalışabilmelerini sağlamak ve çocuklar 6 yaşına gelene kadar uzaktan çalışma modelleri geliştirmek gibi son hükümet önerileri, olumlu adımlar yeterli olmasa da. Daha önce istenen bebek patlamasına ulaşılmadan benzer politikalar denenmiş, yenilikçi yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmış ve aynı stratejileri tekrarlamaktan farklı sonuçlar beklenmemiştir.
Annelik izninin uzatılması ve anneler için kıdem tazminatının artırılması gibi girişimler kadınların istihdam katılımını artırmaya olumlu katkıda bulunurken (şu anda düşük bir %35 seviyesinde) Türkiye daha bütünsel ve çok yönlü politika çerçeveleri benimsemelidir. Özellikle Z Kuşağının aile ve çocuk sahibi olmaya yönelik tutumlarını anlamaya yönelik ayrıntılı araştırmalar ve kapsamlı programlar, etkili çözümler üretmek için elzemdir.
Nüfusları azalan Avrupa ve ABD, 1946’dan 1964’e kadar, adından da anlaşılacağı gibi, doğurganlık oranlarında bir artışla karakterize edilen bir “bebek patlaması” kuşağına tanık oldu. Türkiye, yaklaşan bir yaşlanma kriziyle yüzleşmeden önce fırsat penceresini genişletmek için acilen böyle bir demografik canlanmaya ihtiyaç duyuyor. Reform politikalarının hızla uygulanması olmadan, hazırlıksız bir yaşlanma krizine girmek Türkiye için yıkıcı olacaktır.
Özünde, zengin tarihi ve çeşitli kültürüyle tanınan Türkiye, şu anda toplumun ve ekonominin çeşitli yönlerini etkileyen önemli demografik değişikliklerden geçiyor. Bu değişimler işgücünü, ekonomiyi, tüketici pazarını ve sosyal dinamikleri derinden etkiliyor. Bir bebek patlaması yaratmak ve gençliğine yatırım yapmak için Türkiye, önemli genç nüfusunu birkaç on yıl daha korumalı, inovasyon, girişimcilik ve ekonomik genişleme için fırsatlar yaratmalıdır.