Batılı demokrasilerde, son yıllardaki seçim kampanyaları neredeyse tamamen göçmen karşıtı ve göçmen karşıtı duygularla tanımlanıyor. Yıllar boyunca, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi, mülteci karşıtı duygularla birlikte, toplumsal bir taban yaratmak için araçsallaştırıldı. Sonuç olarak, eylem ve tepki ikliminde, siyaset bu konu etrafında kutuplaştı ve bölünmeler derinleşti.
Başlangıçta, göçmen karşıtı söylemi merkeze alan radikal tematik partiler ana akım siyasetle siyasi mücadelelere girdiler. Göçmenleri güvenlikleştirerek siyasi sonuçlar elde ettiler. Bunu takiben, ana akım siyaseti kendi söylemlerine doğru çektiler, göç siyasetini ve seçim sonuçlarındaki belirleyici rolünü yücelttiler. Bir ülkedeki başarı, diğer ülkelerin bu yaklaşımı kopyalamasına yol açan bir domino etkisi yarattı ve ana akım siyasetin bu soruna yenik düşmesine neden oldu.
Bu yıl Avrupa Parlamentosu, Fransa ve İngiltere seçim kampanyalarının en önemli gündemi mültecilerdi. Yabancı ve göçmen karşıtı duyguların seçim sonuçlarına etkisinin arttığı bir kez daha ortaya çıktı.
Devam eden ABD seçim kampanyasında en kritik konulardan biri göçmen ve mülteci karşıtı duygulardır. Trump, yasadışı göçmenleri “insan değil, hayvan” olarak etiketleyerek, seçilirse bu konunun kendi önceliği olacağını ima ediyor.
Göçmen karşıtı politikalarda göçmenler, gerçekliklerinin ötesinde manipülatif ve abartılı yorumlarla bir “tehdit” olarak çerçevelendiriliyor ve hassas toplumsal kesimlerin korkuları daha da artıyor. Muhalif duruşların yönlendirdiği artan toplumsal kutuplaşma ikliminde, tartışılıp çözülebilecek rasyonel ve insani politikalar üretilmiyor. Benzer bir süreç son yıllarda Türkiye’de de denendi.
Sığınmacılara yönelik muhalefet ve korkular başlangıçta manipülatif dezenformasyonla körüklendi ve büyütüldü. Daha sonra Avrupa’da gözlemlenen göçmen karşıtı politikalar buraya taşındı. Eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) uzun zamandır ana gündemi olan sığınmacı karşıtı duygu, her türlü manipülasyon ve uydurulmuş sahte içeriklerle taban bulunca, sadece bu konuda tematik politika yapan yeni bir partinin (Zafer Partisi) kurulması gecikmedi.
Son zamanlarda, Türkiye’nin Kayseri kentinde son haftalarda yaşanan olaylarda olduğu gibi, sığınmacıların kolayca hedef haline gelebildiği gözlemleniyor. Mültecilerle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili herhangi bir gelişme, bir güvenlik sorununa yönlendirilip manipüle edilebiliyor.
Sahadaki gerçeklik ne olursa olsun, algılar gerçekleri geçersiz kılar. Tüm mülteci işçileri çalıştıran bir çiftçi veya mülteciler olmadan inşaat faaliyetlerinin duracağını söyleyen bir müteahhit, sorunun gerçekliğiyle pek ilgilenmez. Çalıştırdıkları mülteciler hedef haline geldiğinde, konuşmadan kolayca düşmanlık üzerine kamusal söylemler kurabilirler.
Otellerde konaklayan, mağazalarda alışveriş yapan, turizm geliri elde eden Arap turistlerin tamamı mülteci olarak kodlandığında, bu işe bulaşan iş insanları sessiz kalarak yabancı düşmanlığına katkıda bulunabiliyor.
Bir belediye başkanı, şehrindeki mültecilerin sayısını gösteren verilere ulaşabiliyor olsa bile, bu rakamları manipüle edip, mültecileri kolayca hedef haline getirebiliyor ve bu sorumluluğunu ihmal edebiliyor.
Soruna insani ve akılcı çözümler sunmak yerine sorumluluğu hükümete atarak siyasal çıkar elde edebileceklerini düşünen muhalefet parti liderleri, göçmen karşıtlığı ve popülist söyleme doğru sürüklenmeyi bir sorun olarak görmüyorlar.
Önümüzde seçimsiz dört yıllık bir dönem var. Seçim yılları yaklaştıkça sonuçları etkileyen konuların çözümü daha da zorlaşıyor. Bu nedenle siyasetteki en önemli gündemlerden biri mülteci sorununa çözüm aramak olmalı. Bu konu insani ve rasyonel bir temelde çeşitli çözümler düşünülerek tartışılmalı ve ele alınmalıdır.
Çözümlerden ziyade siyasetten bahsettiğinizde, yerel gerçeklik ikincil hale gelir. Yerel gerçeklik, sayılar, ekonomik yönler, bilimsel veriler, geri dönüş olasılıklarının sınırlamaları ve kısa, orta ve uzun vadeli etki analizleri dahil olmak üzere çok katmanlı bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Çözüm bu gerçeklik üzerine inşa edilmelidir. Seçimsiz geçen bu dört yıllık dönem, bu konuyu ele almak için bir fırsat olarak görülmelidir.