Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetleri döneminde son 20 yılda sağlık hizmetleri alanında önemli ilerlemeler kaydetti. 2003 yılından bu yana yürütülen Sağlık Dönüşüm Programı ve 2012 yılında uygulamaya konulan Genel Sağlık Sigortası sistemi, vatandaşların sağlık hizmetlerine erişimini önemli ölçüde kolaylaştırırken, sağlık hizmeti altyapısını da tamamen yeniledi. Dönüşüm kapsamında bir yandan kamu sağlık kurumları yenilenip geliştirildi, aile hekimliği ve kampüs hastaneleri gibi modern uygulamalar hizmete sokuldu, diğer yandan gelişmiş bir özel sektör sağlık altyapısı oluşturuldu. Sonuç olarak Türkiye, 2000’li yıllardan bu yana sağlık hizmetleri çıktıları alanında önemli ilerlemeler kaydetti ve geride kalan bir ülke olmaktan çıkıp lider bir ülke konumuna geldi.
Sağlık hizmetlerindeki bu iyileşmenin doğrudan sonucu, doğumda beklenen yaşam süresinin artmasıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara geldiği 2002 yılında genel nüfus için 72,5 olan doğumda beklenen yaşam süresi, yıllar içinde istikrarlı bir artış eğilimi göstererek 2022 yılına kadar 77,5’e yükseldi.
Öte yandan, söz konusu artış hızının 2016 yılından itibaren yavaşlama eğilimi gösterdiği, sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranlarında gözle görülür düşüşler yaşandığı, COVID-19 Pandemisi sonrası tüm dünyada görülen eğilime benzer şekilde, kaba ölüm hızlarında da açıklanamayan bir artış yaşandığı gözlemlenmektedir.
Nüfus projeksiyonlarının güncellenmesi gerekiyor
Sağlık hizmetlerindeki bu gelişmeler bir yandan toplumsal sağlığın gelişmesine, diğer yandan da yaşlı nüfusun artmasına ve toplumun yaşlanmasına katkı sağlamıştır. Türkiye nüfusuna baktığımızda bu durumun izlerini görmekteyiz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı verilere göre 2023 yılı sonu itibarıyla Türkiye nüfusu 85,4 milyondur. Bu nüfusun yaklaşık yarım milyonu her yıl hayatını kaybederken, ortalama 1 milyon bebek doğmakta ve toplam nüfus yaklaşık yarım milyon artmaktadır.
Nüfus artış hızı, doğurganlık oranının 2023’te tarihi düşük seviyesi olan 1,51’e düşmesi sonucu her yıl aşağı yönlü bir eğilimde olsa da, Türkiye nüfusu hala artmaya devam ediyor. Karşılaştırmak gerekirse, doğurganlık oranı 2001’de 2,38’di ve yılda 1,3 milyon bebek doğuyordu, 2023’te doğurganlık oranı 1,51’e düştü ve bir yılda doğan bebek sayısı 950.000’e düştü.
2018 yılında yapılan TÜİK projeksiyonları, Türkiye nüfusunun 2040 yılına kadar 100 milyon sınırını aşacağını, 2070 yılına kadar 107 milyona ulaşarak zirve yapacağını ve bu tarihten sonra azalmaya başlayacağını öngörüyor. Ancak bu projeksiyonların son yıllarda 2018 yılından bu yana doğurganlık oranındaki hızlı düşüşü hesaba katmadığı düşünüldüğünde, projeksiyonların aşağı yönlü revize edilmesi ve nüfusun çok daha erken ve çok daha düşük bir rakamla zirveye ulaşması oldukça olası görünüyor.
Her yıl yarım milyon kişi ölüyor
Bu bağlamda, Türkiye nüfusundaki değişimi anlamak için ölüm sayılarına ve ölümle ilgili istatistiklere bakmak yararlı görünüyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de ölüm sayısı 2022’de 505.269 iken, 2023’te %4,1 artarak 525.814’e ulaştı. 2023’te ölenlerin %53,9’u erkek, %46,1’i kadındı. Kadınların uzun ömürlülük açısından daha iyi performans gösterdiği küresel olgunun izleri Türkiye’de de görülebiliyor.
Bin kişi başına düşen ölüm sayısını ifade eden kaba ölüm hızının 2023 yılında 6.200 olarak kaydedilirken, 2022 yılında 5.900 olarak kaydedildiğini görüyoruz. Yani 2022 yılında 5.900 kişi ölürken, 2023 yılında 6.200 kişiye yükselmiş durumda. Hatta pandeminin başladığı 2021 yılında zirve yapan kaba ölüm hızının o tarihten bu yana 6 rakamına demirlediği görülüyor. Karşılaştırma yapmak gerekirse, 2009 yılında 369.000 kişi ölürken, 2023 yılında 525.000 kişinin öldüğü görülüyor.
Son veriler, özellikle 2019 yılından bu yana kaba ölüm hızında önemli bir artışa işaret ediyor. Bu veriler, bir yandan pandemi sonrası açıklanamayan ölüm artışına işaret ederken, diğer yandan memnuniyet oranlarındaki düşüşe bağlı olarak sağlık hizmetlerinin kalitesindeki düşüşün bir sonucu olarak görülüyor.
Kaba ölüm oranındaki bölgesel farklılıklar
Kaba ölüm hızının Türkiye genelinde eşit dağılmadığını belirtmek gerekir. Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı açısından, kaba ölüm hızı verileri açısından da Batı-Doğu ve Kentsel-Kırsal ikiliğini görebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, en düşük kaba ölüm hızları, genç nüfusun orantılı olarak daha yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu bölgeleri illerindedir. Verilere göre, en düşük kaba ölüm hızına sahip il 2.300 ile Şırnak, ardından 2.500 ile Hakkari ve 3.000 ile Batman ve Van’dır; bunların hepsinde Kürt kökenli Türk vatandaşları yoğun olarak yaşamaktadır.
İstatistiksel haritaya baktığımızda batı illerinde ölüm oranlarının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu, daha düşük sosyoekonomik gelişmişlik veya daha kötü sağlık hizmetlerinden kaynaklanmıyor, ancak nüfus içindeki yaşlı oranının yüksek olmasıyla ilişkili. Öte yandan, geçen yılki Büyük Deprem’in etkileri nedeniyle, en yüksek kaba ölüm oranları deprem bölgelerinde görülüyor, çünkü Adıyaman 2023’te 18.000 ile zirvede, onu 17.100 ile Hatay ve 14.800 ile Kahramanmaraş takip ediyor. 6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden Türk vatandaşlarının sayısı 45.784’tü.
Ayrıca, 16 milyonu aşan nüfusuyla dev bir metropol olan İstanbul’un, kaba bir nüfus artışıyla Türkiye ortalamasının altında kaldığı da belirtilmelidir.4.4’lük bir aritmetik oranı.
Türkiye’de ölümler nedenlerine göre incelendiğinde 2023 yılında %33,4 ile dolaşım sistemi hastalıkları ilk sırada yer almaktadır. Bu ölüm nedenini %15 ile iyi huylu ve kötü huylu tümörler, %13,2 ile solunum sistemi hastalıkları takip etmektedir. İyi huylu ve kötü huylu tümörlerden kaynaklanan ölümler ölüm alt nedenlerine göre incelendiğinde ölümlerin %29,2’si gırtlak ve trakea/bronş/akciğer kötü huylu tümörleri, %7,7’si kolon kötü huylu tümörleri ile lenfoid ve hematopoetik kötü huylu tümörler nedeniyle gerçekleşmektedir. Mide ve pankreas tümörleri de sırasıyla %7,5 ve %6,7 ile ölüm nedenleri arasında öne çıkmaktadır.
Benzer şekilde 2023 yılında dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı ölümler ölüm alt nedenlerine göre incelendiğinde, ölümlerin %42,4’ünün iskemik kalp hastalıkları, %24,1’inin diğer kalp hastalıkları, %18,6’sının ise serebrovasküler hastalıklar nedeniyle gerçekleştiği görülmektedir.
Veriler, kardiyovasküler hastalıklar ve kanser gibi kronik hastalıkların Türk toplumu için ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Yaşam tarzı hastalıkları olarak adlandırılan diyabet ve obezite gibi sağlık sorunları nedeniyle ölüm oranlarının yüksek olması, Türkiye’nin acilen önleyici ve koruyucu bir sağlık bakım modeline geçmesi ve yüksek maliyetlere ve insan kaybına neden olan kronik hastalıkların oluşmadan önce önlenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bebek ölümleri pandemiden bu yana artıyor
Türkiye’de son 20 yılda sağlık hizmetlerinin gelişmesi, özellikle anne ve çocuk sağlığı hizmetleri açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Anne ve çocuk sağlığı bakımı, en hızlı ilerlemenin kaydedildiği alanlardan biridir. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endekslerine de yansıyan bu gelişme, doğum öncesi sağlık hizmeti alan kadın sayısında ve canlı doğum ve bebek ölüm istatistiklerinde tarihi bir iyileşme göstermektedir.
Bu bağlamda, bin canlı doğum başına bebek ölüm oranlarına baktığımızda, 2002’de 31,5 olan oranın 2018’de 6,8’e gerilemesi önemli bir performanstır. Öte yandan, 2019’dan itibaren yaşanan durgunluk ve kısmi kötüleşmenin bebek ölüm oranları açısından da geçerli olduğunu tespit edebiliriz. Bin canlı doğum başına bebek ölüm sayısını ifade eden bebek ölüm oranı, 2020’de dip yaptıktan sonra artmaya başlamış ve 2022’de 9.200’den 2023’te 10.000’e çıkmıştır.
Benzer bir eğilim, doğumdan sonraki beş yıl içinde ölme olasılığını ifade eden 5 yaş altı ölüm oranında da görülmektedir. 2009’da 17,7 olan 5 yaş altı ölüm oranının 2020’de dip yaptıktan sonra artmaya başlaması ve 2022’de 11’den 2023’te 14.500’e yükselmesi dikkat çekicidir.
Bu veriler analiz edilirken, hem salgının sağlık sistemleri üzerinde yarattığı yüklerin etkisinin hem de henüz tam olarak anlaşılamamış bir olgu olarak COVID-19 ile enfekte olan bireylerin ek kişisel sağlık yüklerinin dikkate alınması gerekmektedir.
Özetle, Türkiye son 20 yılda sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık hizmetlerinin kalitesi açısından önemli ilerlemeler kaydetmiş olsa da son veriler 2020 pandemisinden bu yana ciddi bir gerilemenin izlerini taşımaktadır. 2016 yılından itibaren vatandaşların sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranlarındaki düşüşte de görülen kalite sorununun müdahale edilmesi gereken bir alan olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’nin hastalıkları finanse eden bir modelden koruyucu sağlık hizmetlerini finanse eden bir sisteme acilen geçmesi ve özellikle yaşam tarzı hastalıkları olarak adlandırılan kronik hastalıkları, oluşmadan ve sağlık bütçesine ek yük oluşturmadan kaynağında ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atması, hem vatandaşların sağlığı hem de kamu sağlık bütçesinin sürdürülebilirliği açısından son derece kritiktir.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetleri döneminde son 20 yılda sağlık hizmetleri alanında önemli ilerlemeler kaydetti. 2003 yılından bu yana yürütülen Sağlık Dönüşüm Programı ve 2012 yılında uygulamaya konulan Genel Sağlık Sigortası sistemi, vatandaşların sağlık hizmetlerine erişimini önemli ölçüde kolaylaştırırken, sağlık hizmeti altyapısını da tamamen yeniledi. Dönüşüm kapsamında bir yandan kamu sağlık kurumları yenilenip geliştirildi, aile hekimliği ve kampüs hastaneleri gibi modern uygulamalar hizmete sokuldu, diğer yandan gelişmiş bir özel sektör sağlık altyapısı oluşturuldu. Sonuç olarak Türkiye, 2000’li yıllardan bu yana sağlık hizmetleri çıktıları alanında önemli ilerlemeler kaydetti ve geride kalan bir ülke olmaktan çıkıp lider bir ülke konumuna geldi.
Sağlık hizmetlerindeki bu iyileşmenin doğrudan sonucu, doğumda beklenen yaşam süresinin artmasıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara geldiği 2002 yılında genel nüfus için 72,5 olan doğumda beklenen yaşam süresi, yıllar içinde istikrarlı bir artış eğilimi göstererek 2022 yılına kadar 77,5’e yükseldi.
Öte yandan, söz konusu artış hızının 2016 yılından itibaren yavaşlama eğilimi gösterdiği, sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranlarında gözle görülür düşüşler yaşandığı, COVID-19 Pandemisi sonrası tüm dünyada görülen eğilime benzer şekilde, kaba ölüm hızlarında da açıklanamayan bir artış yaşandığı gözlemlenmektedir.
Nüfus projeksiyonlarının güncellenmesi gerekiyor
Sağlık hizmetlerindeki bu gelişmeler bir yandan toplumsal sağlığın gelişmesine, diğer yandan da yaşlı nüfusun artmasına ve toplumun yaşlanmasına katkı sağlamıştır. Türkiye nüfusuna baktığımızda bu durumun izlerini görmekteyiz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı verilere göre 2023 yılı sonu itibarıyla Türkiye nüfusu 85,4 milyondur. Bu nüfusun yaklaşık yarım milyonu her yıl hayatını kaybederken, ortalama 1 milyon bebek doğmakta ve toplam nüfus yaklaşık yarım milyon artmaktadır.
Nüfus artış hızı, doğurganlık oranının 2023’te tarihi düşük seviyesi olan 1,51’e düşmesi sonucu her yıl aşağı yönlü bir eğilimde olsa da, Türkiye nüfusu hala artmaya devam ediyor. Karşılaştırmak gerekirse, doğurganlık oranı 2001’de 2,38’di ve yılda 1,3 milyon bebek doğuyordu, 2023’te doğurganlık oranı 1,51’e düştü ve bir yılda doğan bebek sayısı 950.000’e düştü.
2018 yılında yapılan TÜİK projeksiyonları, Türkiye nüfusunun 2040 yılına kadar 100 milyon sınırını aşacağını, 2070 yılına kadar 107 milyona ulaşarak zirve yapacağını ve bu tarihten sonra azalmaya başlayacağını öngörüyor. Ancak bu projeksiyonların son yıllarda 2018 yılından bu yana doğurganlık oranındaki hızlı düşüşü hesaba katmadığı düşünüldüğünde, projeksiyonların aşağı yönlü revize edilmesi ve nüfusun çok daha erken ve çok daha düşük bir rakamla zirveye ulaşması oldukça olası görünüyor.
Her yıl yarım milyon kişi ölüyor
Bu bağlamda, Türkiye nüfusundaki değişimi anlamak için ölüm sayılarına ve ölümle ilgili istatistiklere bakmak yararlı görünüyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de ölüm sayısı 2022’de 505.269 iken, 2023’te %4,1 artarak 525.814’e ulaştı. 2023’te ölenlerin %53,9’u erkek, %46,1’i kadındı. Kadınların uzun ömürlülük açısından daha iyi performans gösterdiği küresel olgunun izleri Türkiye’de de görülebiliyor.
Bin kişi başına düşen ölüm sayısını ifade eden kaba ölüm hızının 2023 yılında 6.200 olarak kaydedilirken, 2022 yılında 5.900 olarak kaydedildiğini görüyoruz. Yani 2022 yılında 5.900 kişi ölürken, 2023 yılında 6.200 kişiye yükselmiş durumda. Hatta pandeminin başladığı 2021 yılında zirve yapan kaba ölüm hızının o tarihten bu yana 6 rakamına demirlediği görülüyor. Karşılaştırma yapmak gerekirse, 2009 yılında 369.000 kişi ölürken, 2023 yılında 525.000 kişinin öldüğü görülüyor.
Son veriler, özellikle 2019 yılından bu yana kaba ölüm hızında önemli bir artışa işaret ediyor. Bu veriler, bir yandan pandemi sonrası açıklanamayan ölüm artışına işaret ederken, diğer yandan memnuniyet oranlarındaki düşüşe bağlı olarak sağlık hizmetlerinin kalitesindeki düşüşün bir sonucu olarak görülüyor.
Kaba ölüm oranındaki bölgesel farklılıklar
Kaba ölüm hızının Türkiye genelinde eşit dağılmadığını belirtmek gerekir. Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı açısından, kaba ölüm hızı verileri açısından da Batı-Doğu ve Kentsel-Kırsal ikiliğini görebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığında, en düşük kaba ölüm hızları, genç nüfusun orantılı olarak daha yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu bölgeleri illerindedir. Verilere göre, en düşük kaba ölüm hızına sahip il 2.300 ile Şırnak, ardından 2.500 ile Hakkari ve 3.000 ile Batman ve Van’dır; bunların hepsinde Kürt kökenli Türk vatandaşları yoğun olarak yaşamaktadır.
İstatistiksel haritaya baktığımızda batı illerinde ölüm oranlarının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu, daha düşük sosyoekonomik gelişmişlik veya daha kötü sağlık hizmetlerinden kaynaklanmıyor, ancak nüfus içindeki yaşlı oranının yüksek olmasıyla ilişkili. Öte yandan, geçen yılki Büyük Deprem’in etkileri nedeniyle, en yüksek kaba ölüm oranları deprem bölgelerinde görülüyor, çünkü Adıyaman 2023’te 18.000 ile zirvede, onu 17.100 ile Hatay ve 14.800 ile Kahramanmaraş takip ediyor. 6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden Türk vatandaşlarının sayısı 45.784’tü.
Ayrıca, 16 milyonu aşan nüfusuyla dev bir metropol olan İstanbul’un, kaba bir nüfus artışıyla Türkiye ortalamasının altında kaldığı da belirtilmelidir.4.4’lük bir aritmetik oranı.
Türkiye’de ölümler nedenlerine göre incelendiğinde 2023 yılında %33,4 ile dolaşım sistemi hastalıkları ilk sırada yer almaktadır. Bu ölüm nedenini %15 ile iyi huylu ve kötü huylu tümörler, %13,2 ile solunum sistemi hastalıkları takip etmektedir. İyi huylu ve kötü huylu tümörlerden kaynaklanan ölümler ölüm alt nedenlerine göre incelendiğinde ölümlerin %29,2’si gırtlak ve trakea/bronş/akciğer kötü huylu tümörleri, %7,7’si kolon kötü huylu tümörleri ile lenfoid ve hematopoetik kötü huylu tümörler nedeniyle gerçekleşmektedir. Mide ve pankreas tümörleri de sırasıyla %7,5 ve %6,7 ile ölüm nedenleri arasında öne çıkmaktadır.
Benzer şekilde 2023 yılında dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı ölümler ölüm alt nedenlerine göre incelendiğinde, ölümlerin %42,4’ünün iskemik kalp hastalıkları, %24,1’inin diğer kalp hastalıkları, %18,6’sının ise serebrovasküler hastalıklar nedeniyle gerçekleştiği görülmektedir.
Veriler, kardiyovasküler hastalıklar ve kanser gibi kronik hastalıkların Türk toplumu için ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Yaşam tarzı hastalıkları olarak adlandırılan diyabet ve obezite gibi sağlık sorunları nedeniyle ölüm oranlarının yüksek olması, Türkiye’nin acilen önleyici ve koruyucu bir sağlık bakım modeline geçmesi ve yüksek maliyetlere ve insan kaybına neden olan kronik hastalıkların oluşmadan önce önlenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bebek ölümleri pandemiden bu yana artıyor
Türkiye’de son 20 yılda sağlık hizmetlerinin gelişmesi, özellikle anne ve çocuk sağlığı hizmetleri açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Anne ve çocuk sağlığı bakımı, en hızlı ilerlemenin kaydedildiği alanlardan biridir. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endekslerine de yansıyan bu gelişme, doğum öncesi sağlık hizmeti alan kadın sayısında ve canlı doğum ve bebek ölüm istatistiklerinde tarihi bir iyileşme göstermektedir.
Bu bağlamda, bin canlı doğum başına bebek ölüm oranlarına baktığımızda, 2002’de 31,5 olan oranın 2018’de 6,8’e gerilemesi önemli bir performanstır. Öte yandan, 2019’dan itibaren yaşanan durgunluk ve kısmi kötüleşmenin bebek ölüm oranları açısından da geçerli olduğunu tespit edebiliriz. Bin canlı doğum başına bebek ölüm sayısını ifade eden bebek ölüm oranı, 2020’de dip yaptıktan sonra artmaya başlamış ve 2022’de 9.200’den 2023’te 10.000’e çıkmıştır.
Benzer bir eğilim, doğumdan sonraki beş yıl içinde ölme olasılığını ifade eden 5 yaş altı ölüm oranında da görülmektedir. 2009’da 17,7 olan 5 yaş altı ölüm oranının 2020’de dip yaptıktan sonra artmaya başlaması ve 2022’de 11’den 2023’te 14.500’e yükselmesi dikkat çekicidir.
Bu veriler analiz edilirken, hem salgının sağlık sistemleri üzerinde yarattığı yüklerin etkisinin hem de henüz tam olarak anlaşılamamış bir olgu olarak COVID-19 ile enfekte olan bireylerin ek kişisel sağlık yüklerinin dikkate alınması gerekmektedir.
Özetle, Türkiye son 20 yılda sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık hizmetlerinin kalitesi açısından önemli ilerlemeler kaydetmiş olsa da son veriler 2020 pandemisinden bu yana ciddi bir gerilemenin izlerini taşımaktadır. 2016 yılından itibaren vatandaşların sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranlarındaki düşüşte de görülen kalite sorununun müdahale edilmesi gereken bir alan olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’nin hastalıkları finanse eden bir modelden koruyucu sağlık hizmetlerini finanse eden bir sisteme acilen geçmesi ve özellikle yaşam tarzı hastalıkları olarak adlandırılan kronik hastalıkları, oluşmadan ve sağlık bütçesine ek yük oluşturmadan kaynağında ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atması, hem vatandaşların sağlığı hem de kamu sağlık bütçesinin sürdürülebilirliği açısından son derece kritiktir.