İsrail’in katliamları başlayalı üç yüz gün oldu. 40.000’den fazla Filistinli öldürüldü. Savaş başladığında, İsrail’in hedefleri ve savaşın olası tırmanışı hakkındaki kötümser senaryolar ne yazık ki birer birer gerçekleşti. Soykırımcı İsrail hükümeti tarafından geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen bir dizi suikasttan sonra, neredeyse evrensel olarak “tırmanan çatışmalar dönemine” girdiğimiz konusunda hemfikir olduk.
İsrail’in 7 Ekim’deki saldırılarından bu yana, İsrail’in hedefinin Gazze ile sınırlı olmayacağı yaygın olarak söylendi. Bu sürecin bölgesel bir savaşı tetikleme olasılığı her zaman gündemdeydi. Gazze’deki katliamlarla İsrail, bölgede yeniden kurulan “normalleşme” süreçlerini ilk olarak durdurdu. Arap ayaklanmalarından sonra derinleşen çatışmaları ve istikrarsızlıkları azaltmayı amaçlayan normalleşme adımlarıyla inşa edilecek yeni bir düzen arayışı engellendi.
Savaşın başlangıcında, İran’ın vekilleri aracılığıyla İsrail’e doğrudan veya dolaylı olarak saldıracağı izlenimi vardı. Aslında, savaşın ilk haftalarında, ABD’nin bölgedeki artan askeri konuşlanması, İran’ı çatışmanın dışında tutma çabası olarak sunuldu.
Ancak durum tam tersiydi. Bölgesel gerginlikleri her geçen gün tırmandıran İran’dan çok daha fazla İsrail’di. İsrail’in istediği tam olarak buydu. Savaşı Gazze’nin ötesine taşıyarak ve çatışmayı İran ve Hizbullah üzerinden genişleterek İsrail, ABD’yi savaşa askeri olarak dahil edebilirdi.
1 Nisan’da İsrail, Suriye’deki İran Büyükelçiliği’ni bombaladı. Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan’a giderek daha şiddetli saldırılar gerçekleştirdi. İran, İsrail’in savaşı kendi topraklarından tırmandırma politikasına ilk kez yanıt vermiş olsa da, sembolik bir yanıttan öteye gitmedi. Önceden planlanmış bir saldırı olduğu ve komşu ülkelere önceden bildirilerek ve ABD’nin bilgisi dahilinde gerçekleştirildiği için hiçbir hasara yol açmadı.
Biden yönetimi, Netanyahu hükümetini başından beri İran ile gerginliği tırmandırmaktan kaçınması konusunda uyarmış olsa da, İsrail’e desteğini sürekli olarak yineledi. Seçimler yaklaşırken, Biden yönetimi ateşkes için yeterli baskıyı uygulamadı.
Siyonist hükümet üzerindeki uluslararası baskı artarken, meşruiyeti ve itibarı giderek daha fazla sorgulanırken ve uluslararası mahkemelerin ön kararları Netanyahu’yu zor bir duruma sokarken, ABD’ye yapılan bir ziyaret yeni bir sürecin kapısını açtı. Kongre’deki alkışlar ve Trump ile Cumhuriyetçilerin güçlü desteği, soykırımcı İsrail’i Gazze’deki katliamlarına devam etmeye ve İran ve vekillerine yeni saldırılar başlatmaya teşvik etti.
İran, nükleer geleceğini göz önünde bulundurarak doğrudan çatışmadan uzak durmayı veya düşük yoğunluklu misillemelerle karşılık vermeyi hedeflese de, bu pozisyonu sürdürmesi giderek zorlaşıyor. İsmail Haniye’nin suikastı, İran’ın savaştan kaçınma stratejisini karmaşıklaştırdı. Daha önce olduğu gibi, önceden haber vererek sembolik bir yanıt verirse, İran’ın güvenilirliğini, caydırıcılığını ve inşa ettiği devlet imajını daha da zayıflatacaktır.
7 Ekim’den bu yana karamsar senaryolar ortaya çıktı. Çatışmaların giderek kontrolden çıktığı bu ikinci aşamada, Netanyahu’nun ABD seçimlerine kadar İran’ı savaşa sürüklemek için yeni saldırılar gerçekleştirmesi bekleniyor. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, “yeni bir aşamanın başladığını” vurgulayarak, “sembolik değil gerçek bir yanıt” vereceklerini duyurdu.
Türkiye ve birkaç bölge ülkesi dışında şu ana kadar hiçbir ülke bu soruna çözüm bulmak için gerçek bir çaba göstermedi. Türkiye’nin başından beri dile getirdiği endişeler gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in hedefinin sadece Filistinliler olmadığını ve sıradaki ülkelerin Orta Doğu olacağını defalarca söyledi. İsrail’in saldırgan tutumunun insanlığın geleceği için bir tehdit oluşturduğunu belirtti.
İsrail sorununa bir çözüm bulmak öncelikle İslam dünyasına düşüyor. İsrail’in gelecek planları hakkında endişelenmek sorunu çözmez. Kalıcı bir çözüm için Türkiye, “garantörlük” ve “bölgesel güvenlik ittifakı” gibi uzun vadeli çözümler önerdi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son uyarısında belirttiği gibi, katliamı durdurmak için derhal adımlar atılmazsa, “bu katliamdan insanlık bir bütün olarak sorumlu olacaktır.”