Son 10 yıldır, bir zamanlar dünyanın en büyük ekonomileri olarak bilinen G-7 (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada ve İtalya) ile yeni yükselen ekonomiler olan E-7 (Çin, Hindistan, Meksika, Türkiye, Brezilya, Endonezya ve Rusya) arasındaki küresel siyasi ekonomideki rol değişimini tartışıyoruz. E-7’nin gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) büyüklüğü bakımından G-7’yi geçeceği gerçeği, nüfus ve istihdam gücü bakımından tartışılmaz farkları, E-7’lerin katlanarak hızlanan yüksek teknoloji üretim kabiliyetleri ve küresel ticaretteki artan ağırlıkları birçok rapor, sunum ve makalenin konusu oldu. Ancak, küresel sistemde endişe verici bir hızla yayılan ahlaki çürüme durumu ve G-7 ülkelerinin giderek artan felç ve ilgisizliği, G-7 ile E-7 karşılaştırmasının başka bir boyutunu vurguluyor.
G-7 ülkelerinin küresel vicdan, adalet ve değerlerin çiğnenmesine bilerek göz yumduğu küresel bir ortamda, hiç kimse insanlığın kaderi için sorumluluk almıyor. Bazıları bu tabloyu değiştirmek için parmağını bile kıpırdatmadı, diğerleri ise beklenen tepkinin yalnızca bir kısmını gösterdi.
E-7 ülkelerinin, küresel vicdanın sesi olarak dünyaya adaletin sağlanması, insan hakları ve hukukun korunması yönünde kararlılıkla çağrı yaptığı bir dünyada, küresel örgütler ve aktörler, G-7 ülkelerinin sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda insanlık savunucusu olarak üstlendikleri rolde de gerilemeye mahkûm olduklarını açıkça anlamalıdırlar.
G-7 ülkeleri, insanlık adına bu düzeydeki vahşeti, ahlaksızlığı ve adaletsizliği hoş görerek, kabul ederek ve hatta destekleyerek II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzeni koruyabileceklerini sanıyorlarsa, içine düştükleri “zihinsel tutulma”, mevcut küresel düzenin çöküşünü hızlandıran temel nedeni oluşturmaktadır. Milletler arasındaki güvensizliği derinleştiren ve uluslararası örgütlerin güvenilirliğini zedeleyen bu tutum, E-7 ülkelerinin rolünü ve sorumluluklarını daha da ağırlaştırmaktadır.
Önümüzdeki 10 yılda, insanlığı koruma görevlerini yerine getirmede samimiyetlerini ve kararlılıklarını gösteren ülkeler, dünya gözünde itibarlarını artıracaktır. Buna karşılık, bu ahlaki çürümeyi besleyen, hoş gören ve görmezden gelen ülkeler, ciddi bir itibar ve güvenilirlik kaybı yaşayacaktır.
Bu tarihi sorumluluğun gerektirdiği kararlı duruşla, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kararlı ve vizyoner liderliğiyle ve tüm Kabine, E-7 ülkeleri ve Avrasya komşularıyla safları sıkılaştırarak birleşik bir yaklaşım oluşturuyor. Türkiye’nin tüm Avrasya için “güvenli liman” olarak adlandırılması, yalnızca Türkiye’nin bir üretim, ihracat ve yatırım üssü olarak oynadığı rolden değil, aynı zamanda taahhütlerini yerine getirme ve “insani ve girişimci” diplomasi becerileriyle küresel ve bölgesel sorunlara çözüm bulma konusundaki başarısından da kaynaklanmaktadır.