7 Ekim’den sonra Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler bölgede yeni bir güvensizlik dalgasının ortaya çıkmasına yol açtı. Benzer bir durum, Orta Doğu’nun stratejik ortamını önemli ölçüde değiştiren Arap Baharı’nın başlamasıyla da yaşanmıştı. Bölgesel aktörler, 2020’de başlayan ve iş birliğine dayalı yeni bir güvenlik ortamı yaratmayı amaçlayan normalleşme süreçleriyle Arap Baharı’nın neden olduğu çatışmalardan uzaklaşmaya çalıştılar. Şimdi kendilerini yeni bir çatışma ortamında buldular.
Özellikle İsrail’in saldırgan tutumu ve bölge genelinde yaygın nüfuzunun etkisiyle bölgede hızla tırmanan gerginlik, Ortadoğu’yu yeni bir istikrarsızlık döneminin eşiğine getirdi.
Bu durum, Orta Doğu’daki güvenlik ortamının birden fazla perspektiften yeniden değerlendirilmesini gerekli kılıyor. Mevcut çatışmanın yarattığı yeni dinamikler göz önüne alındığında, bölge önümüzdeki yıllarda potansiyel olarak üç senaryoyla karşı karşıya kalabilir.
Kötüleşen güvenlik krizi
Bu senaryoda bölge şiddet ve istikrarsızlık döngüsünde kalmaya devam ediyor. İsrail’in Gazze’deki devam eden askeri operasyonları, özellikle Lübnan’daki Hizbullah ile sürekli düşmanlıklara yol açıyor. Bu düşük yoğunluklu çatışma, aralıklı füze değişimleri, hedefli suikastlar ve sınır ötesi çatışmalarla karakterize ediliyor.
Çatışmalar devam ederken, İsrail ve İran arasında doğrudan askeri çatışma riski artıyor ve İsrail Suriye ve diğer yerlerdeki İran varlıklarını giderek daha fazla hedef alıyor. İran’ın tepkisi, Hizbullah, Yemen’deki Husiler ve Irak’taki çeşitli Şii milisler de dahil olmak üzere bölgedeki vekillerini harekete geçirmeyi içerebilir ve bu da potansiyel olarak daha geniş bir bölgesel çatışmaya yol açabilir.
Zaten iç savaşla zayıflamış olan Suriye, İsrail-İran askeri çatışmalarının savaş alanı haline geldi. İsrail’in Suriye’deki İran mevzilerine hava saldırıları Suriye askeri misillemelerine yol açabilir, ülkeyi daha da istikrarsızlaştırabilir ve çatışmanın daha da derinlerine çekebilir.
Yemen’de Husi hareketi Aden Körfezi’ndeki nakliye yollarına saldırılarını sürdürüyor. Bu durum Kızıldeniz’deki gerginliği artırıyor ve küresel petrol tedarik yollarını tehdit ederek uluslararası aktörler için riskleri artırıyor.
Bu daha da artan kargaşaya dayalı bir güvenlik ortamı, bölgesel istikrarsızlığın derinleşmesine ve aynı anda birden fazla çatışmanın meydana geldiği uzun süreli huzursuzluğa yol açabilir. Sürekli şiddet durumu, barış ve diplomasi umutlarını zayıflatarak bölgesel ve uluslararası aktörlerin etkili müdahalesini zorlaştırır.
Bu arada, düşmanlıkların devam etmesi, özellikle sivil kayıpların ve yerinden edilmelerin önemli endişeler haline geldiği Gazze, Lübnan ve Suriye’de insani krizleri daha da kötüleştiriyor. Küresel enerji kaynaklarının ve deniz yollarının güvenliği, ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri gibi uluslararası güçleri çıkarlarını korumaya çekerek bölgesel dinamikleri daha da karmaşık hale getiren kritik bir konu haline geldi.
Bu senaryoda, Batılı ülkeler, özellikle ABD ve Avrupa Birliği, İsrail’e güçlü destek sağlamaya devam edecektir. ABD, İsrail’in güvenliğini sağlamak için askeri ve diplomatik desteğini artırabilir, hatta caydırıcılığı artırmak için bölgeye daha fazla askeri varlık konuşlandırabilir.
Çatışma sonrası istikrar
Düşmanlıkların sona ermesi durumunda, Orta Doğu’daki güvenlik ortamı potansiyel olarak çatışmadan uzaklaşabilir. Bu daha iyimser senaryoda, Gazze’deki savaş, muhtemelen uluslararası arabulucular tarafından arabuluculuk edilen bir ateşkesle veya askeri bitkinlik sonucu sona erer. Ancak, büyük ölçekli düşmanlıklar sona ererken, İsrail’in Hizbullah ve İran vekillerine karşı hedefli operasyonlar yürütmeye devam etmesi muhtemeldir. Bu nedenle, İsrail, kilit Hizbullah liderlerini, İran Devrim Muhafızları komutanlarını ve gelişmiş silah sevkiyatlarını ortadan kaldırmaya odaklanarak hassas saldırı stratejisini sürdürmektedir. Bu yaklaşım, büyük ölçekli çatışmayı en aza indirir ancak gerginliği yüksek tutar.
BM, AB ve Rusya gibi bölgesel ve uluslararası aktörler Gazze’de ateşkesi sürdürmek ve şiddetin yeniden canlanmasını önlemek için çabalarını artırıyor. Ancak, altta yatan gerginlikler çözülemeyebilir ve bölge çatışmacı bir duruma geri dönebilir. Bu noktada, en uygulanabilir seçenek iki devletli bir çözümü uygulayan ve bir Filistin devletinin varlığını garanti eden bir “güvenlik garantisi” yapısı kurmak olacaktır.
Bu senaryo, şiddetin kontrol altına alındığı ancak tamamen ortadan kaldırılmadığı kırılgan, geçici bir ateşkesle sonuçlanacaktır. Çatışma potansiyeli, özellikle vekil güçlerin faaliyet göstermeye devam ettiği Lübnan, Suriye ve Irak’ta yüksek kalmaya devam etmektedir. Ancak, büyük ölçekli çatışmaların sona ermesi diplomatik çabalar için bir fırsat penceresi açabilir, ancak bunların çatışmayı yönlendiren daha derin sorunları çözmekten ziyade statükoyu yönetmeye odaklanması muhtemeldir. Bölgesel güç dinamikleri açısından, İran-İsrail rekabeti bu senaryoda devam etmektedir.
Bir diğer husus ise Batılı ülkelerin, özellikle AB’nin barış süreçlerini desteklemede daha aktif bir rol üstlenmesidir. Diplomasiyi vurgulayarak, İsrail ile Arap devletleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesini teşvik ederler. ABD, İran ve Hizbullah’a karşı operasyonlara sınırlı destek sağlarken İsrail’in güvenliğini garanti altına alır.
İttifakın kurulması
Üçüncü senaryoda, çatışmaların sona ermesinin ardından, İsrail’in politikalarına muhalefet etrafında merkezlenen yeni bir bölgesel ittifak ortaya çıkar. Bu ittifak Mısır, İran ve Suudi Arabistan’ı içerecek ve Rusya ve Çin gibi küresel güçler tarafından desteklenecektir. Türkiye bu koalisyonun önemli bir üyesi olabilirken, ittifaka liderlik etmekten ziyade daha mütevazı ve destekleyici bir rol oynayacaktır.
Buna göre Türkiye, diyaloğu kolaylaştırmaya ve ittifaka diplomatik ve lojistik destek sunmaya odaklanarak daha mesafeli bir duruş sergiliyor. Türkiye’nin katılımı, jeopolitik konumu ve çeşitli bölgesel aktörler arasında köprü görevi görebilme yeteneği nedeniyle kritik önem taşıyacak ancak liderlik rolü üstlenmeyecek. Mısır ve Suudi Arabistan, önemli bölgesel etkileri ve stratejik önemleri göz önüne alındığında bu ittifakta destekleyici roller üstleniyorlar. Liderlikleri, İsrail’in gücünü dengeleme ve daha geniş Orta Doğu jeopolitik manzarasında nüfuzlarını ortaya koyma arzusu da dahil olmak üzere hem iç hem de bölgesel kaygılarla yönlendirilecek.
Ancak İran, İsrail’e karşı uzun süredir devam eden muhalefeti ve bölgedeki çeşitli devlet dışı silahlı gruplar üzerindeki etkisi nedeniyle bu ittifakta kilit bir oyuncu olmaya devam ediyor. Yine de İran’ın rolü, özellikle Suudi Arabistan ve Mısır gibi devletlerle ittifak içinde uyumu sürdürme ihtiyacıyla sınırlı olacaktır. Yine de İran daha ılımlı bir politika benimser ve bölgesel hırsları takip etmekten kaçınırsa, ittifak içinde yapıcı bir rol oynayabilir.
Rusya ve Çin’in desteği ittifaka önemli bir jeopolitik ağırlık katıyor. Her iki ülke de ittifakı Orta Doğu’daki nüfuzlarını genişletmek ve ABD hakimiyetine karşı koymak için bir fırsat olarak görüyor. Destekleri arasında diplomatik destek, ekonomik yatırımlar ve potansiyel olarak askeri iş birliği yer alıyor ve ittifakın stratejik derinliğini artırıyor.
Bölgesel ve küresel güç dinamikleri açısından, Rusya ve Çin tarafından desteklenen bu ittifakın oluşumu, hem bölgesel hem de küresel güç dinamiklerinde önemli bir değişimi ifade ediyor. Buna karşılık, İsrail artan diplomatik ve askeri baskıyla karşı karşıya ve koalisyonu dengelemek için ABD ve Avrupa müttefikleriyle bağlarını güçlendirmeye çalışabilir. İttifakın Filistin sorununa ilişkin birleşik duruşu, İsrail’in politikalarını değiştirmesi için yenilenen uluslararası ilgi ve baskıya yol açıyor. Rusya ve Çin’in desteğiyle güçlenen ittifak, üyeleri arasında artan ekonomik ve askeri iş birliğine yol açıyor.
Bu senaryoda Batılı ülkeler, özellikle ABD, İsrail’e karşı oluşturulan yeni ittifaka karşı dengeleyici bir güç olarak hareket edebilir. ABD, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve bölgedeki askeri varlığını artırmak için ittifaklarını güçlendirebilir. Bu ittifak, Orta Doğu’da Batı, Rusya ve Çin arasında yeni bir rekabet alanı yaratabilir.
Mevcut gidişat, bölgenin uzun süreli çatışma ve istikrarsızlığa doğru gittiğini gösteriyor. Bunu önlemek için, tüm bölgesel aktörlerin endişelerini ele alan yeni bir güvenlik çerçevesine acil ihtiyaç var.