Ahmet Taşgetiren, Bahçeli’nin “Öcalan açılımı” ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Bahçeli, Öcalan’ın İmralı’dan alınarak, Demokratik Eşitlik Partisi’nin grup kürsüsünde konuşmasını, silahların susmasını ve teröre son verilmesini istemesini talep etti. Ayrıca, ‘umut hakkı’ metodu ile Öcalan’a uygulanan tecridin de kaldırılabileceğini belirtti. Bu çağrı Bahçeli’ye ait olup, Cumhur İttifakı’nın ortağı olarak DEM’lilerle el sıkışma girişimini de başlatan kişidir.
Bir soru gündeme geliyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Öcalan ile ilgili bu çağrıyı yapması mümkün değil miydi? Eğer proje Devlet’e aitse, neden bu rol Bahçeli’ye verildi? Çözüm sürecinde Bahçeli’nin en sert muhalefeti yürüttüğü, Erdoğan’a Öcalan’ı asması için gerekli desteği vermek amacıyla yakında buluştuğu günler hatırlanıyor. Ancak şimdi “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” gibi cesur bir öneriyi Erdoğan üstlenmekten kaçınmış olabilir. Belki de bu işin ağırlığını Bahçeli üstlenmek durumunda kalmıştır.
Bahçeli’nin “Öcalan açılımı” DEM’liler arasında bir heyecan yaratırken, bu süreçte Edirne ve Kandil’in dışlandığı gözlemlendi. Görünen o ki, İttifak’ın gündeminde sürekli bir “Edirne kaygısı” mevcut… Daha önce Erdoğan, Demirtaş’ın yerel seçimlerdeki rolünü eleştirirken “Edirne İmralı’ya hesap verecek” demişti. Bu hesap tam olarak neydi ve Erdoğan bunu nasıl edinmişti, soruları cevapsız kaldı.
Bahçeli, Öcalan’a “terörü bitirme” yükümlülüğü verirken, onun bu çağrıyı kime ileteceği konusunu fazla dikkate almamış görünüyor. Ya da Kandil’in, Öcalan’a yönelik bir çağrı karşısında nasıl bir tavır sergileyeceğini önceleyerek bir tahminde bulunmuş olabilir. Bu noktada, arka planda yapılan görüşmelerde bir garanti sağlanmış mı?
Hatırlanacağı üzere, Öcalan 2013 Nevruz’unda, Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada “silahlı mücadele döneminin sona erdiğini” açıklamıştı. O bildiri, devlet yetkilileri ile Öcalan arasındaki müzakerelerin bir sonucuydu ve Çözüm sürecinin bir parçasıydı. Ancak bu çağrı Kandil’den karşılık bulamadı; zira o dönemde Amerika, Rojava’da bir özerk yapı inşa etmeye başlamıştı. Türkiye’deki Kürt siyasacıların yanında Dağdakilere de “Suriye’deki özerk yapı, Türkiye’de neden daha azıyla yetinilsin?” mesajı verilmişti ve peşinden hendek ve özerklik ilanı gibi aşırılıklar yaşanmıştı.
Yıl 2024… 11 yılın ardından, Öcalan şimdi “Türkiye’ye her türlü hizmete hazırım” dediğinde, bu söz bizzat Meclis’e çağrılarak bir görev yüklenmek isteniyor. Gelinen noktada, şu sorulara cevap aramak gerekiyor: YPG ve PYD yapıları ne durumda? Amerika’nın o güçleri desteklemeyi bırakacağına dair bir bilgiye sahip miyiz? Yoksa, Amerika’nın bu yapıların arkasında durmasına rağmen, YPG ve PYD’lilerin Öcalan’ın çağrısına karşılık vererek Türkiye’yi rahatsız etmeyecek bir model oluşturacaklarına mı inanılıyor? Amerika’nın Ortadoğu’daki olaylar karşısındaki tutumu ve Türkiye’deki siyasi iklim göz önüne alındığında, bunun ne gibi bir sonuca yol açacağı belirsiz.
“Öcalan projesi”nin başarılı olabilmesi için birçok faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Amerika’nın tutumunu değiştirmesi veya Ankara’nın Amerika’ya rağmen cesur bir operasyon kararı alması şart. Bahçeli’nin çıkışı “Öcalan açılımı” olarak değerlendiriliyor ve bu durum DEM çevreleri tarafından coşkuyla karşılanıyor. Ancak konu “Kürt sorunu”nun çok boyutlu ele alınmasına geldiğinde, Bahçeli’nin konumuyla ciddi farklılıklar ortaya çıkması kaçınılmaz. Bahçeli, meseleyi temelde “terör sorunu” olarak görmeyi tercih ediyor. Evet, Erdoğan gibi bazı bireysel sorunların çözümünde “İnsanlarımız ana dilini kullanamadılar” diyebiliyor ama “kolektif kimlik talebi” konusunda tereddütlerini açıkça dile getiriyor. Bahçeli’nin şu ifadeleri, Kürt sorunu tartışmalarındaki en kritik noktalardan birini içeriyor: “Bireysel sorunların çözümü elbette önemli, fakat kolektif kimlik ve etnik temelli bir çözüme atıf yapmak büyük bir tehlikedir.”
Benzer bir sorun, genel olarak Türklerin bakış açısında “millet tanımı” noktasında karşımıza çıkıyor. Bahçeli’nin şu sözleri dikkat çekici: “Kürt kardeşlerim, gelin bir olalım, beraber olalım, aramıza girmek isteyenleri, bozgunculuk yapanları tarihin çöplüğüne gönderelim. İmanımız bir, kıblemiz bir, irademiz bir, bayrağımız bir, milletimiz bir, devletimiz bir, anımız bir, acımız bir, geleceğimiz bir, biz hep birlikte Türk milletiyiz.” Bu tür bir ortaklık ve birliktelik vurgusunun, birçok insan için “Hep birlikte Türk milletiyiz” şeklinde sonlanması doğaldır. Ancak, “Kürt sorunu”nu aynı zamanda “kimlik sorunu” olarak ele alan siyasi bilinç açısından durum tartışmanın eşiği haline geliyor. Meclis’te konu ele alındığında, DEM’lilerin “müzakere” konusundaki ısrarı kaçınılmaz. Bahçeli’nin belirlediği çerçevede tartışmaların yürütülmeyeceği açıktır; ancak bu konuların Meclis’te gündeme gelmesi Türkiye için olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir.