Başlık: Elif Çakır Yazdı: Erdoğan Neden O Kavramı Kullanmadı?
Beştepe’de gerçekleştirilen “Türkiye Yüzyılının Emektarları” programında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “en büyük arzusunu” paylaşarak, “Yarın hesap verme gününde Rabbimizin huzuruna alnımız ak, başımız dik, gönlümüz mutmain bir şekilde çıkmanın derdindeyiz. Yarın arkamızdan, ‘Bir Tayyip Erdoğan vardı; dürüst, ahlaklı, mert, vicdanlı ve merhametli bir adamdı. Milletine ve memleketine büyük bir sevgiyle bağlıydı’ denilmesi en büyük arzumuz, duamız ve Rabbimizden en içten dileklerimizdir” ifadelerini kullandı. Metin yazarlarının değil, kendisinin kaleminden çıkmış gibi görünen bu sözlerin samimiyeti konusunda hiçbir şüphem yok. Ayrıca, kim bunun aksini isteyebilir ki? Hayırla anılmak görünüşte kolay gibi dursa da, gerçekte oldukça zor bir meseledir. Hele ki yöneticiler için bu durum daha da güçlüdür. Çünkü, bir devleti yönetenlerin, hükümdarların mal varlıkları sadece kendilerine ait değildir; hesap defterleri, onların kendi eylemleri ile sınırlı kalmaz. Valilerinin, kaymakamlarının, bakanlarının, milletvekillerinin, bürokratlarının ve memurlarının eylemlerinden de sorumlu olurlar. Hazreti Ömer bu bağlamda, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt bir koyunu aşırsa, Adli İlahi bunun hesabını Ömer’den sorar” sözünü yöneticilerin sorumluluklarına dikkat çekmek için söylemiştir. Nitekim dindar bir kişi olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlık döneminde yaptığı konuşmalarda Hazreti Ömer’in bu söylemine atıfta bulunarak “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça dile getiriyorum ki, Dicle’nin kıyısında kurdun kaptığı bir koyun bile benim sorumluluğum altındadır” demiştir. Dolayısıyla, hayırla anılmak, kendisinden bahsedilmesini arzulayan birinin bu hedefin gerekliliklerini yerine getirmesi gerektiği anlamına gelir. Bunu eksiksiz bir şekilde yerine getirmeli ve hayatını bu çerçevede yaşamalıdır. Bu, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ciddi eksikliklerin farkında olmalı ki, “Şüphesiz zaman zaman hesap etmediğimiz olaylar, irademizi aşan durumlar da yaşandı” diyor. Ancak kendisi, iradesinin aşan olayları savaşlarla, küresel krizlerle ve COVID-19 salgını ile; dolayısıyla ekonomik krizle sınırlı tutuyor. Konuşmasında benim dikkatimi çeken asıl husus, “adalet” kavramını tamamen atlamış olmasıydı. Partisinin isminde “adalet” kelimesi bulunan bir liderin adalet kavramını unutması mümkün mü? Yoksa şöyle sorarım: 23 yıldır ülkemizi aralıksız yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan, yarın kendisinden bahsedilirken “Bir Tayyip Erdoğan vardı; adaletli, adaletle hükmeden, güçlünün değil hukukun savunucusu olan, adaletin kestiği parmak acımaz sözünü ete kemiğe büründüren bir liderdi” denilmesini istemez mi? Elbette ister. Erdoğan’ın “arkamdan dürüsttü, vicdanlıydı, ahlaklıydı, mertti, merhametliydi” diyerek sıraladığı özellikler, siyasi tarihimizde hükümdarların sahip olması gereken nitelikler arasında yer almaktadır. Ancak bunların öncesinde bir hükümdarın sahip olması gereken temel özellik “adaletli” olması ve adaletle hükmetmesidir. Adalet önemlidir; adil bir lider olarak anılmak ise daha da önemlidir. Hatta bunun dışında başka bir şeye pek ihtiyaç yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu nedenle adaletin önemini vurguluyor. Adaletin kaybolması durumunda, devletlerin kaçınılmaz sonunun çöküş olduğunu ifade ediyor. “Bir ülkede toplum bunalmışsa ve ellerini semaya açıp adalet çığlığı atar hale geldiyse, oradaki yargı sisteminde bir problem vardır. Adaleti kaybettiğimizde her şeyimizi yitireceğimizi de unutmamalıyız” diyor. Nitekim Yüce Allah da Kuran-ı Kerim’de yöneticilere “Allah emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa 58-59) buyuruyor. *** Bugün ülkemizin en trajik sorunu adalet ve hukuk sorunudur. Yargının durumu ortada; yargı sistemi adaletsizlik ve hukuksuzluk üretiyor. Türkiye, Uluslararası Yolsuzluk Endeksi’nde 180 ülke arasında 117. sırada. Uluslararası endekslere dair bir kenara bırakacak olursak, AK Parti’nin kendi tabanı bile adaletin sağlanmasına güvenmiyor. Yargıya güven duyanların oranı yalnızca yüzde yirmilerde. Toplumun büyük bir bölümünün yargıya güven duymaması, yargının bu denli siyasallaşmasından ve iktidarın hukuku bir sopa olarak kullanmasından kaynaklanıyor. Hakimler ve Savcılar Kurulu, iktidarın ilgilendiği davalara, hükümeti memnun edecek şekilde hakimler atarken, iktidarın istemediği kararlar veren hakimleri de görevden alıyor. Daha da kötüsü, artık yerel mahkemeler hangi davalara nasıl karar vereceklerini biliyor; iktidarın bir şey söylemesine ya da istemesine gerek kalmadan karar vermeye başlıyorlar. KHK sorunu ise ortada. FETÖ davalarında meydana gelen mağduriyetler, artık iktidarın kendi tabanında bile rahatsızlığa neden olmakta. Çünkü özellikle FETÖ davalarında hakimler, çoğunlukla kararlarını hukuka uygun olarak vermediler; toptacı bir anlayışla ve toplumsal havaya göre kararlar aldılar. Kendilerinin başına bir sorun gelmemesi adına, başkalarının hayatlarını karartmaktan çekinmediler. Adalet dağıtıcıları olarak bilinen pek çok yargıcın hukuktan uzak bir mantaliteyle verdikleri cezalar yüzünden bugün on binlerce insan cezaevinde bulunuyor. Karakollarda ve cezaevlerinde işkence ve çıplak arama, maalesef ülkemizin utanç verici bir gerçeği. Bütün bunlar artık Türkiye’nin gerçekleri ve ne yazık ki AK Parti iktidarları döneminin utanç verici hikayeleri olarak çoktan tarihe karıştı. Mevzuyu yanlış anlamışım; olağanüstü bir hatayı düzeltmem gerekiyor. Beştepe’de gerçekleştirilen programın ismini görünce, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Ekim 2022 tarihinde Ankara Spor Salonunda düzenlediği özel bir törenle açıkladığı “Türkiye Yüzyılı Vizyonu”na ulaştığımızı, 2023 hedeflerine dair bu programın da sona erdiğini düşündüm, başarılı bir vizyon programını daha geride bıraktığımızı zannettim. Meğer öyle değilmiş. Ben “emektarlar” kelimesini yanlış anlamışım; Beştepe’nin kastettiği emektarlar, ülkemizin emeklileriymiş, yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışan emekliler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “2002 yılında emeklilerimizin sayısı 6,5 milyondu; bugün 16,6 milyon. Emeklilerimizi asla bir yük olarak görmedik, bugünde görmüyoruz” sözlerini duyduğumda konuyu anladım. Beştepe, emeklilerimizi bir araya getirdiği bu programda, onlara emekliler demek yerine “Türkiye Yüzyılının Emektarları” diyerek gönüllerini onurlandırmak istemiş.