ABD’deki başkanlık seçimleri, eski Başkan ve Cumhuriyetçi aday Donald Trump ile Demokrat Parti adayı Başkan Joe Biden arasındaki ilk televizyon tartışmasının ardından yeni bir aşamaya girdi. İki aday, dış politika, göç ve Filistin-İsrail sorunu da dahil olmak üzere birçok konuda karşı karşıya geldi. Televizyon tartışmasının ardından hem Amerikan halkı hem de dünya kamuoyu, karşı karşıya gelmenin birçok boyutunu tartıştı. Tartışmanın, dünya sistemi için sonuçları olacak ABD’deki bir liderlik krizini ortaya çıkardığı açık.
Önümüzdeki seçimlerde adayların ilk ve en önemli özelliği yaşları. Amerikan halkı iki yaşlı adamdan birini seçmek zorunda kalıyor. Biden 81 yaşında, Trump ise 78 yaşında. Bir yandan Biden etkili bir şekilde konuşamayan, yürüyemeyen zayıf ve hasta bir adam. Birçok fiziksel eksikliği var. Öte yandan Trump da çok yaşlı ve öngörülemez bir adam. Amerikan halkı ikisi arasında seçim yapmaya mahkûm. İki yaşlı adayı da göz önüne aldığımızda ABD’nin artık siyasetçi veya devlet adamı yetiştiremeyeceği veya yetiştiremeyeceği anlaşılıyor.
Adayların ikinci en önemli özelliği ideolojileridir. Trump son başkanlık seçimlerinde seçimi kaybetti ancak rekor sayıda oy aldı. Amerikan halkı 2020’de aşırı sağcı ve demokrat bir kişilik arasında seçim yaptı. Ancak dış politikaları ve İsrail’e koşulsuz destekleri göz önüne alındığında, iki aday da benzer bir ideolojiye sahip.
Bir yandan, Başkan Biden kendisini defalarca Siyonist olarak ilan etti, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1975’te ırkçı bir ideoloji olarak ilan edilen bir ideolojinin takipçisi. Öte yandan, Trump aşırı milliyetçi ve aşırı sağcı bir kişilik olarak biliniyor. Trump, tartışma sırasında Biden’ı “Filistin yanlısı” olmakla suçladı ve İsrail’in başarısını sağlamak için her şeyi yapacağını iddia etti. Bir sonraki başkanlık seçimleri Siyonist Biden ile aşırı Siyonist Trump arasında yapılacak. Amerikan halkı için başka bir seçenek yok.
ABD kurumlarında parçalanma
Üçüncüsü, iki aday, son iki yönetim, belirli devlet kurumlarını harekete geçirmede başarılı olamadı. Devlet kurumlarında artan bir dağınıklık ve parçalanma düzeyi var. Her devlet kurumu, bürokratik pozisyonuna katkıda bulunacak bürokratik politikalar izliyor. Belirli kurumlar, belirli bölgelere yönelik ABD politikasını kontrol ediyor. Örneğin, ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik politikası, Beyaz Saray’dan ziyade büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri Merkez Komutanlığı (CENTCOM) tarafından şekillendiriliyor. Amerikan hükümet kurumları arasındaki uyum bozuldu. Amerikan dış politika kurumlarının her biri dış ilişkilerinde farklı bir yol izliyor.
Dördüncüsü, iki adayın da tek taraflı dış politika izlemeye devam edeceği anlaşılıyor. ABD, müdahaleci ve tek taraflı bir dış politika izleyerek müttefikleri de dahil olmak üzere diğer ülkeleri rekabetçi ve çatışmacı politikalar izlemeye zorluyor. ABD örnek bir ülke olduğu için çoğu devlet hegemonun izinden gidiyor. Bir yandan ABD müttefikleri, bölgesel krizlerde ABD’nin güvenini ve itibarını sorgulamaya başladı. ABD, bölgesel krizlere yönelik duruşunu belirlerken müttefiklerine danışmıyor. Öte yandan Rusya ve Çin gibi rakip ülkeler, uluslararası siyaseti daha düşmanca ve dünyayı daha çatışmacı hale getirecek aşırı milliyetçi ve tek taraflı dış politika izlemeye başladı.
Beşincisi, hem Biden hem de Trump dış politikalarını uluslararası düzen ve ilkelere dayandırmıyor. Bu nedenle, ikisi de uluslararası kurumların rolünü zayıflatıyor. ABD tarafından araçsallaştırılan uluslararası kurumların zayıflaması, uluslararası istikrarsızlığı daha da kötüleştirecek ve uluslararası güvenliğe zarar verecektir.
Altıncısı, dünyanın en güçlü devleti olan ABD başkanının olumsuz rolünü kontrol edecek ve dengeleyecek bir Avrupalı bilge yoktur. Zayıf ve sığ Avrupalı politikacılar ABD ile ilişkilerinde belirleyici bir rol oynayamazlar. Aksine, Avrupa’da aşırı sağcı siyasi partilerin yükselişi ABD başkanlık seçimleri üzerinde olumsuz etkilere sahip olacaktır. Aşırı sağın temsilcileri ne kadar güçlü olursa, Batı ülkeleri Batı dışı ülkeleri o kadar ötekileştirecektir. Sonunda, yalnızca Rusya veya Çin tarafından değil, aynı zamanda diğer Batı dışı devletler tarafından da tehdit altında hissedeceklerdir.