Bir açıdan bakıldığında, “Bizim çocuklar” işi tamamladı. Bu ifadeyi 12 Eylül döneminden hatırlarsınız. HTŞ’nin, Colani’nin (Acaba Golani mi?) “Bizim çocuklar” olarak görülmesi tartışılır; ancak Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) bizimle yakın ilişkileri olduğu kesin. Adeta tereyağından kıl çeker gibi İdlib’ten hareket ettiler, Hama, Humus’a ulaştıktan sonra bir de bakmışız ki Şam’dalar… Ardından Tel Rıfat ve Münbiç… Bu kadar hızlı bir gelişmeyi kimse tahmin edemedi. Ya da Esed’in tek bir kurşun atmadan Moskova’ya kaçacağını? Putin’in bilgisi var mıydı, ya da Tahran’ın? Acaba bizler bu durumu fark edebildik mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esed’e “Gel görüşelim” dediğinde Şam’da bir “kağıttan kaplan” oturduğunun bilincinde miydi? Esed, “Topraklarımdan çekilmeyi garanti etmezseniz görüşmem” derken, yönetiminin güçsüzleştiğinin farkında mıydı? Operasyona Amerika da dahil olmak üzere herkes sessiz kaldı. Oysa operasyona liderlik eden Heyet Tahrirü ş-Şam (HTŞ), gözaltına alınmış bir yapıydı. “Terörle bağlantısı” olduğu söyleniyordu ve lideri Colani, 5 yıl Irak’ta cezaevinde kalmıştı. Colani, operasyon esnasında ve sonrasında terör örgütü lideri gibi değil, daha kapsayıcı bir sistem önerisiyle son derece ılımlı mesajlar verdi. Colani’nin bu denli bir değişimin parçası olduğu biliniyor muydu? Rusya’nın, Suriye’deki varlığını ilgilendiren böyle bir operasyondan rahatsız olması beklenirdi. Ancak sanki olan bitene razıymış gibi davrandı veya bu durumun sonunda kendi pozisyonunun korunacağından eminmiş gibi göründü; belki de Ukrayna’daki sıkışmışlık nedeniyle Esed gibi çaresiz kalmıştı. Amerika’da bir lider değişimi süreci yaşanıyor. Ancak orası öncelikle İsrail’in güvenliğinden emin bir imaj oluşturdu. Ardından YPG-PYD konusundaki hassasiyetini belirtti. Sanki Colani’den haberdardı. İsrail’in de tedirgin olmadığı, hatta “İran kaygısı” ile Suriye boyutundan emin hale geldiği görülüyor. Süreçte “Gazze’nin unutuluşu” gibi bir durum Netanyahu’yu sevindirmiş olabilir mi? Ne dersiniz, bizlerde de Suriye heyecanı arasında “Gazze heyecanı” düşmüş olabilir mi? İran’ın Suriye zemininde dalı budağı kırılmış durumda; neredeyse herkes İran’ın Esed ile birlikte “Suriye kaybı” konusunda memnun. İsrail elbette memnun, bizim kamuoyu da oldukça memnun. Neticede, yıllar içinde işlenmiş pek çok günah var. Biz Türkiye olarak nerede duruyoruz? Meydanlarımızda mülteci sevinç gösterileri var. Görünüşe göre pek çok mülteci, Suriye’deki HTŞ zaferini sahipleniyor. Onların ülkelerine dönmesi, Türkiye’deki hemen herkesin beklentisiydi. “Ensar – Muhacir” bakış açısıyla bakanlar bile “Gitseler iyi olur” duygusundaydılar. Hatta bir an önce gitmeleri için kampanya düzenleyen siyasetçiler bile oldu. İşte şimdi ülkeye özgürlük gelmişken, gidebilirlerdi. Ancak ne kadarı ve hangi zaman diliminde geri dönecekti? Suriye, hemen gidilebilecek bir durumda mıydı? Orada sistem, yaşam koşulları ve güvenlik durumu nasıl? Türkiye’nin Suriye ile ilgili derdi “Güvenlik kaygısı” idi. Suriye kaynaklı terör, uzun yıllardır konuşuluyordu. Öcalan’ın oradaki varlığından bu yana Suriye yönetimiyle “terör” meselesi gündemdeydi. 2011’de başlayan kaos döneminde ise ABD’nin desteklediği ve Türkiye’nin “PKK ile ilişkili terör oluşumu” olarak nitelendirdiği YPG-PYD mevcuttu. Türkiye’nin hemen sınırında yer alıyordu. Ankara’nın dilinde burası “Teröristan” olarak tanımlanıyordu ve Türkiye böyle bir yapıyla uzlaşamazdı. Suriye topraklarında askeri harekâtlar gerçekleştirildi. Fırat’ın batısında bir “Güvenli alan” oluşturuldu; ancak PYD – YPG Fırat’ın doğusunda konumlanmıştı ve ABD korumasındaydı. 13 yıldır Türkiye’nin güvenli alan hesabı hedeflerine ulaşamadı. Son harekât, YPG-PYD’ye pek fazla zarar vermedi, hatta önceden bir “alan paylaşımı” yapılmış gibi bir izlenim ortaya çıktı. Bunu göz önüne aldığımızda, sahada yalnızca “Bizim çocuklar” değil, “Başkalarının çocukları” da iş bitiriyor gibi görünmekte. Amerika ile olan gelişmeler hakkında ne konuşulduğu belirsiz. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile ABD Dışişleri Bakanı Blinken sık sık bir araya geliyor. Suriye’nin geleceği bağlamında görüşmeler yapılması doğal; bu arada bizim tarafımızdan “YPG-PYD” meselesinin gündeme getirilmemiş olması da imkânsız değil. Deniliyor ki, Colani’nin 5 yıllık hapishane süreci, Amerika ile olan bağlantısız geçmemiştir. “Yeni Colani”, “Yeni Suriye”ye hazırlık yaparken, “çokkültürlülüğü” benimseyen bir modelo liderlik yapmaya hazır olabilir. Çünkü Suriye oldukça çeşitli bir yapıya sahip. ABD o yapı içinde Kuzey Irak tarzı bir “Özerk Kürt yapılanması” teşvik etmeyi planlamış olabilir mi? Bu proje zamanla PKK’yı da “silahlarını gömme” noktasına yönlendirebilir mi? Bahçeli’nin “ön aldığı” ve Erdoğan’ın desteklediği politikalar bu süreçle kesişiyor olabilir mi? Türkiye, Suriye ile ilgili “dil bulma” sürecinde oldukça dikkatli olmalı. Oraya yönelik dost ya da düşman değerlendirmeleri, Türkiye’deki bazı sosyal grupları heyecanlandırırken bazılarını rahatsız edebilir. Dışarıdaki tavrınız, içerideki sorun alanlarını tetikleyebilir. Bu noktada “iktidar medyası” adı verilen bir yapı oluşmuş durumda ve bu yapının, böyle zamanlarda sürdürdüğü dil, iktidarın hem içerde hem de dışarıda işini zorlaştırıyor olabilir. Ankara’daki karar vericilerin, iktidar medyasına yansıyan coşkuda aynı derecede olmadıkları gözlemleniyor. Temkin ve endişe ağır basıyor gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan “3 ay önemli” derken sanırım bu temkin ve endişeyi yansıtıyor. Esed hanedanının “Veleddaallîn, amin” haline gelmesi ise en sevindirici olanı.
Nedim Yamalı, Gelecek Partisi'nden 24 Aralık 2024 tarihinde istifa etti ve AK Parti'ye geçiş beklentileri gündeme geldi. İstifasının ardından yaptığı açıklamada, "Kuruluşundan bu yana görev aldığım Gelecek Partisi...
Devamını Oku..