Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye ile ilgili kullandığı o ifadeyi ben de birçok kez dile getirmişimdir. “Ümmet nasıl ayağa kalkar?” başlıklı konferanslarımda, yazılarımda bu konulara değinmişimdir. Ahmet Davutoğlu’nun “Türkiye’nin Stratejik Derinliği” adlı eseri de tam olarak bu durumu anlatmaktadır. Kuşkusuz, bu bakış açısı Türkiye’de geniş bir tartışma alanı bulmuştur. “Ümmet” anlayışı önemli ölçüde sorgulanmıştır. Bu perspektifle, Türk milletinin farklı coğrafyalarda büyük bedeller ödediği, Mustafa Kemal Paşa’nın büyük bir ferasetle bu hayal dünyasından ülkeyi kurtardığı ifade edilmiştir. Öte yandan, “Türk dünyası – İslâm dünyası” gibi, kendi 782 bin kilometrekarelik coğrafyasından çok daha geniş bir “Gönül coğrafyası” olduğu düşüncesi, bu coğrafyanın işlevsel hale gelebilmesi durumunda büyük bir potansiyele sahip olduğu fikri, alt katmanlarda sürekli var olmuştur. Bu potansiyel, emek harcandıkça kinetik enerjiye dönüşebilmesi gereken bir alandır. Tıpkı bir çocuğun içinde taşıdığı potansiyel enerji gibi. Eğer emek verilirse büyüyecek, aksi takdirde atıl kapasite olarak yok olup gidecek bir varlığa benzemektedir. Evet, “İslâm dünyası” ya da “Ümmet” olgusu, gerek Türkiye’nin ilişkileri açısından gerekse kendi varlık alanında pek çok umut bağladığı nitelikleri karşılayamamış ve birçok sınavda başarısızlık görülmüştür. Bu nedenle, o alana bağlanan umutlar çoğu zaman “Hayal” olarak değerlendirilmiş ve o alandan bahsedenler “Hayal-perestlik”le itham edilmiştir. Davutoğlu da bu suçlamalardan payını alan bir isimdir. “Suriye meselesi” Davutoğlu ve hayal-perestlikle ilgili kurulan cümlelerin merkez noktası olmuştur. Hatta son dönemde MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın orada namaz kılmasıyla birlikte “Emevi Camiinde namaz kılma” ifadesinin Davutoğlu’na mal edildiği bilinmektedir. Buna rağmen, iktidara yakın medyada Emevi Camiinde namaz kılma olayının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’yle ilgili rolüne de yakıştırıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Erdoğan, en son Mısır’a D-8 toplantısı için gitmiştir. Bugün D-8’in ne olduğunu bilenlerin sayısı oldukça azdır. Merhum Erbakan’ın projesi olan bu teşkilat, tamamen “Türkiye’nin Türkiye’den büyük” olduğu görüşüne dayanmakta ve ortaya konduğu dönemde “Hayalci” olarak nitelendirilmiştir. Hatırlıyorum, Ahmet Davutoğlu, Erdoğan ve Gül’e danışmanlık yaptığı dönemde MÜSİAD’da, Yüksek İstişare Heyeti’nin toplantısına davet edilmişti. O dönem ben de bu heyetin bir üyesiydim. Refah Partisi’nden belediye başkanlığı yapmış bir arkadaş, Davutoğlu’na “Ak Parti’nin neden D-8 projesini terk ettiğini ve BOP Eş Başkanlığına neden yöneldiğini” sordu. Davutoğlu, “Ben, hocanın D-8 projesini sunduğu sırada (1996), Malezya’da üniversitede öğretim üyesiydim ve Malezya ayağını benim geliştirmemi istemişlerdi. Ancak D-8’e katılan ülkeler o kadar uzaktaydı ki, o gün projeyi gerçekleştimek oldukça zordu” şeklinde bir yanıt vermiştir. D-8, başlangıçta Avrupa Birliği gibi “Ekonomik İşbirliği Teşkilatı” olarak düşünülmüştü. Erbakan Hoca, muhtemelen Türkiye başta olmak üzere teşkilata üye her ülkeye “Her birimiz kendisinden daha büyük bir potansiyele sahibiz” mesajını vermek istemiştir. D-8 hâlâ var ama henüz işlevsel bir düzeye ulaşabilmiş değildir. İslâm dünyası ya da Türk Dünyası, birbirine yakınlıklar sebebiyle bir potansiyel taşımaktadır. Bu potansiyel, onun kinetik hale gelmesinden rahatsız olanlar tarafından “tehlike” olarak da görülmektedir. Bu nedenle, yoldaki girişimler, çok masum olsalar bile “dikkat” çeker; hele “meydan okuma” boyutuna geldiğinde “düşmanlık” olarak algılanır. Ve o işin içini doldurmak, basit bir söylemin ötesinde ağır sorumluluk ve yükümlülük almak gerektirir. Ben bu konunun uzun vadede “insan sermayesi”ne yapılan yatırımlarla ilgili olduğunu savundum ve bu yazılarda da belirttim. Türkiye’nin 85 milyonluk insan sermayesinin ve İslâm Dünyasının 1 milyar 600 milyonluk insan sermayesinin “özgül ağırlık” sorunu yaşadığını, bunun ancak eğitim ile aşılabileceğini ve bu nedenle meydan okumalardan ziyade uzun bir “Eğitim seferberliği”nin şart olduğunu kaydetmiştim. Zor bir süreçtir; evet, oldukça zor bir süreç. Bu noktada belki de en iddialı ve en duyarlı olması gereken ülke Türkiye’dir. Türkiye’de 22 yıllık bir iktidar var ve o iktidarın liderliği sık sık “En başarısız olduğumuz alan eğitim” demektedir. Sanırım, “Türkiye Türkiye’den büyük” ifadesini kullanırken şöyle bir bakış açısı güdüyoruz: “Lidere büyüklük atfedersek, İslâm dünyasındaki sokaklarda gözler bizim liderimizin büyüklüğünde toplanırsa ve dışarıdan biri de ‘Sizin lider büyük bir adam’ derse, bu iş gerçekleşir.” Ancak bu doğru değildir; olmamıştır ve olmuyor. İnsan potansiyelinizin içindeki enerji ile yükselebilirsiniz. İhracatınız içindeki katma değerli ürünlerin miktarına bakın; işte o, insan potansiyelinin özgül ağırlığını yansıtmaktadır. Hani zaman zaman sınırlı nüfusuna rağmen dünya üzerindeki etkisine vurgu yaptığımız “Yahudilik olgusu” var ya… İşte o, yüz yıllar içinde “insana yatırım” ile elde edilmiş bir durumdur. Yüzyıllar… Perişan Suriye halkı için yolculuğun başındayız. Türkiye için bu yolculuğun neresindeyiz, bilemiyorum.
SEMA KIZILARLARSpectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi, Türkiye’nin en temel sorunlarına yoğunlaşan bir araştırma kuruluşu olarak demokratikleşme, toplumsal barış, sosyal eşitsizlikler, kent yönetimi, yerel idareler, ekoloji ve göç...
Devamını Oku..