Akif Beki tarafından yazıldı: İktidar, HTŞ’nin operasyonuna dair sorumluluk almıyor.
HTŞ’nin Halep’i ele geçirmesi, iktidar yanlısı propagandacılarının aklını başından almıştı. Sanki Halep’i HTŞ değil de kendileri kazanmış, iktidarın özlediği bir fetih gerçekleşmiş gibi bu durumu sahipleniyorlardı. Hatta hızlarını alamayıp hamasi bir dille Şam üzerine çıkma hayalleri kurmuşlardı. İşte bu noktada Beştepe’den o mücahidlere ilk uyarı geldi. Bu, ‘dezenformasyondan kaçınma’ uyarısıydı. Muhalif medyaya yönelik uyarıların aksine, son derece nazik ve dolaylı bir dille gerçekleştirildi. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sosyal medya platformu X’ten yaptığı açıklamada, ‘Türkiye’nin meselelere dair resmi açıklamaları dışında bilgiye itibar edilmemesi’ gerektiğini belirterek toplumu yanıltmaktan kaçınmaları konusunda uyarıyordu. ‘Türkiye’nin Suriye’nin birlik, istikrar ve toprak bütünlüğünü desteklediği, tek amacının milli güvenliğimizin sağlanması ve teröristlerin etkisiz hale getirilmesi olduğu unutulmamalıdır’ ifadesiyle ikazda bulunuyordu.
Bu uyarı, Halep’in fethine dair zafer kutlamaları yapan cengâverlere yönelik yapılmış olmalı. Ankara’nın resmi tutumu ise net. Dışişleri Bakanı Fidan, son gelişmeleri dış müdahaleye bağlamayı reddediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘aniden gelişen olaylar’ diyerek durumun dış faktörlerden kaynaklandığını vurguluyor. Fetih ve fatih söylemlerinden de kaçınıyorlar. İktidar, Suriye Milli Ordusunun YPG’ye karşı Tel Rıfat’taki operasyonuyla HTŞ’nin Halep operasyonunu ayrı değerlendirmekte ve HTŞ’nin sorumluluğunu üstlenmemekte kararlı. Ancak bu sözler bir yana, iktidarın, Türkiye’nin milli çıkarlarına zarar verme pahasına fetih marşları çalmaya devam ettiği gözlemleniyor. Her fırsatta iç siyasette rant arayışında olan iktidar, Halep’in fethini kendi muhalefet partilerine karşı bir zafer gibi kutlamakta sakınca görmüyor.
HTŞ’nin sorumluluğunu iktidarın ve Türkiye’nin sırtına yüklemenin nelere mal olabileceğini birisinin hatırlatması gerek. Sözünün dinleneceği biri çıkmalı. “Böyle bir propagandacı için karalama ihtiyacı yok” diyerek söylemeye çalışsak da, ne yazık ki etkili olamadık. Dışişleri Bakanı Fidan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın HTŞ’ye mesafe koyan açıklamaları ne kadar etkili olabilir ki? Çene mücahitlerinin o dilde anlayış kapasitesi ne kadar? Neyse ki zaten Suriye’de fetih arayışında değiliz. Esad’dan toprak almak bir yana, toprak bütünlüğünden yana olduğumuzu belirtmiştik. Terör tehdidini ortadan kaldırmak ve milli güvenliği sağlamak dışında bir müdahalemizin söz konusu olmadığını, İletişim Başkanı da belirtti. Ancak bu uyarı, Erdoğan’ın propaganda hatları içindeki nefret dolu bakış açısıyla göz ardı ediliyor. Taktik gereği iktidar farklı bir tavır sergiliyormuş gibi gözükse de, Halep’i Türkiye’nin fethettiğini biliyoruz ve muhalefet gibi ortaya çıkıp yine fetih marşlarına devam mı edecekler, merak ediyoruz.
KORE DALGASI’NA AZAR DEĞDİ
Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, K-pop tartışması açtı. Cem Karaca ve Barış Manço’yu bilmeyenlerin K-pop dinlemesi eleştirilmişti. Ben de bu konuda Cumhurbaşkanı’na katılmakla birlikte, neden ayrıldığımızı açıklamıştım. Barış Manço ve Cem Karaca’yı bilmeyenlerin K-pop dinlemesi, Güney Kore’nin müziğimize bir tehdit değil; kültür politikalarındaki karşılaştırmalarla bizim başarısızlığımızı gözler önüne seriyordu. Bu konuda çıkarılacak dersler vardı. 1997’de Asya mali krizinde Güney Kore, durumu fırsata çevirmiş ve destek ile teşviklerle dizi ve müzik ihracatına yönelmişti. Kore Dalgası’nın sihri buydu. K-drama ve K-pop fenomenleri, 30 yıllık bir devlet politikasının sonucuydu. Gangnam Style’ın 4 milyardan fazla izlenmesi, tesadüfi bir başarı değil, ciddi bir çabanın ürünüydü.
Ancak bu Kore mucizesi çok geçmeden bozuldu. Devlet Başkanı Yoon, yolsuzluk suçlamalarıyla kendisi ve bakanlarını korumak amacıyla sıkıyönetim ilan etti. Meclis’i kapatmayı ve partileri yasaklamayı düşünerek demokrasiyi askıya alma girişiminde bulundu. Muhalefet; düşmanlık olarak gördüğü Kuzey Kore’ye çalışmakla suçlandı. Fakat bu durum ters tepti ve sivil darbe girişimi, halk iradesiyle püskürtüldü. Ancak bu durum, Güney Kore’ye yakışmadı. Yoon’un suçlamaları, oldukça eski ve yaratıcılıktan yoksundu ve Kuzey Kore’deki klişelerle kendi ülkesinin imajını zedeledi. 30 yıllık emeğe yazık oldu, büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıyayız. Şimdi daha sert azil ve istifa baskılarıyla yüzleşiyor. Onunsa kendisinden başka bir derdi yok, direnerek ülkesine daha büyük zararlar vermeye devam ediyor.