Avrupa Parlamentosu’nda (AP) 6-9 Haziran’da yapılan seçimlerin ardından popülist sağ partiler liberalleri önemli ölçüde geride bırakarak Parlamento’da çoğunluğu elde etti. Bu sonuç, “aşırı sağ” bir siyasi ittifakın oluşumuna ilişkin spekülasyonları artırdı.
Seçimler Avrupa Birliği’nin 27 üye ülkesinde şok dalgaları yarattı. Bu seçimlerin etkisi yalnızca bu üye ülkelerde değil, aynı zamanda küresel olarak da yankı buldu ve özellikle Fransa gibi ülkeleri ve diğer birçok ülkeyi etkiledi. Bu seçim sonuçları, ulusal seçimlerin beklenenden daha erken yapılmasına yol açabilir.
Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Ralli (RN) partisi, Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) ve İtalya’da Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia partisi önemli oy yüzdeleri toplayarak iktidara geldi. Bu sonuçlar, Adolf Hitler’in Almanya’sı ve Benito Mussolini’nin İtalya’sı gibi tarihi örneklerden ilham alan ve Avrupa’ya tehdit oluşturan aşırı sağ ideolojilerin endişe verici bir eğiliminin altını çiziyor.
Bu eğilime katkıda bulunan temel kaynak ise popülist söylemdir. Özellikle aşırı sağ partiler göçe karşı popülizmi, İslamofobiyi ve terörizmi teşvik ederek kamuoyu desteği kazanıyor.
Avrupa’da bu söylemi etkili bir şekilde kullanan aşırı sağcı isim, Hollanda Özgürlük Partisi’nden (PVV) Geert Wilders’ti. Müslümanlara ve göçe karşı sert muhalefetiyle tanınan Wilders, AP seçimleri öncesinde bu duruşunu sık sık vurguladı. Wilders’in aşırı sağ partilerin seçim başarısında önemli bir rol oynadığı yaygın olarak iddia ediliyor. Ortaya çıkan siyasi manzara, yeni bir ittifakın kurulmasına işaret ediyor ve bu ittifakın mimarları, seçimlerden birincil yararlananlar olarak ortaya çıkıyor.
Avrupa’da aşırı sağ ittifakı
Seçim sonuçları açıklandığında AB’nin üç büyük devletinin (Fransa, İtalya ve Almanya) aynı siyasi bakış açısına sahip olduğunu gördük. Bu ülkelerin tarihlerinde Nazi deneyimi, büyük krizler ve Holokost vardır. Nazizm ve aşırılık yeniden güç kazanıyor mu? Nazizm liberal bir versiyon aracılığıyla mı güç kazanıyor? Bunu anlamak için yöntemleri incelemek gerekir.
Aynı yöntemleri Avrupa Parlamentosu’nda yer alan grupların misyon ve çalışmalarından da anlamak mümkündür. Parlamentoda aşırı sağı temsil eden Avrupa Halk Partisi Grubu (EPP Grubu), Avrupalı Muhafazakarlar ve Reformcular (ECR) ve Kimlik ve Demokrasi Partisi (ID) grupları, sağ partilerin desteğini alarak güçlendi.
Bu gruplar AfD’nin çıkışından sonra da güçlerini kaybetmediler. Bu durumda Brexit (Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması) çok önemli bir rol oynuyor. İngiltere, kendi iklim, göç, ekonomik, iç ve dış güvenlik politikalarını bağımsız olarak ve kesintisiz olarak belirleyip uygulamanın kendi çıkarlarıyla örtüştüğünü göstermiştir. İngiltere’nin AB’ye bakışı Brexit üzerinden ortaya çıktı ve görünen o ki boşluk Meloni öncülüğünde dolduruldu.
Seçimin diğer başarılarına baktığımızda AB ülkelerinde aşırı sağ bir eğilimin başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Seçimler öncesinde Alman siyasetçi ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen aşırı sağa destek vermişti. Von der Leyen, İtalya Başbakanı Meloni ve Fransız muhalif Le Pen’le iyi ilişkileri olduğunu ve aralarında Almanya’nın da bulunduğu ülkeler için en iyi yolun aşırı sağ ideolojiler olduğunu vurgulamıştı.
Aynı düzenlemeyi 2023 yılında sunulan ve bu yıl AP’den geçen “Göç ve İltica Anlaşması”nda da görmek mümkün. Bu anlaşma Avrupa’da aşırı sağ görüşlerin daha da güçlenebileceğini gösteriyor. Bu olasılık seçim sonuçlarıyla da doğrulandı. Bu, aşırı sağ eğilimin daha da inkar edilemez hale geleceği ve etkisinin giderek artacağı anlamına geliyor.
Erken seçim kararı alan Fransa, AB ülkeleri ve Almanya’da başka erken seçimlere de sebep olabilir mi?
6-9 Haziran seçimlerinin ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un liberal Rönesans partisinin oyları yüzde 15’e düştü. Le Pen’in Ulusal Ralli’sinin (ana rakibi) oyların yüzde 32’sini alması ve ülkede AP seçimlerini kazanması büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Bu şah matın hemen ardından Macron, Parlamentoyu iptal etme ve erken seçim düzenleme kararı aldı. İlki 30 Haziran’da, ikincisi ise 7 Temmuz’da yapılacak. Önceki seçimlerde usulsüzlükler yaşandığını söyleyen Macron, “Mesajınızı duydum, aşırıya boyun eğmeyeceğiz” dedi. Sağ.” Çünkü aşırı sağın ulusal siyaseti kesintiye uğratma ihtimalinden, hatta Le Pen’in ya da Ulusal Cephe Başkanı Jordan Bardella’nın yeni cumhurbaşkanı olabilme ihtimalinden kaygı duyuyor.
6-9 Haziran seçimlerinin ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un liberal Rönesans partisinin oy oranı yüzde 15’e düştü. Macron’un ana rakibi Le Pen’in liderliğindeki Ulusal Miting oyların yüzde 32’sini alarak ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Bu olumsuzluk karşısında Macron, Parlamentoyu feshetme kararı aldı ve 30 Haziran ve 7 Temmuz’da yapılması planlanan erken seçim çağrısında bulundu. Macron, önceki seçimlerdeki usulsüzlüklere dikkat çekerek, “Mesajınızı duydum, sonuna kadar boyun eğmeyeceğiz” dedi. -Sağ.”
Kendisi aynı zamanda aşırı sağın ulusal siyasette yaratabileceği potansiyel bozulma ve Le Pen veya Bardella’nın kendisinden sonra başkan olarak gelme olasılığı konusundaki endişelerini de dile getirdi.
Fransa’da olduğu gibi koalisyon hükümetinin en güçlü partisi olan Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti (SPD) de üçüncü sıraya geriledi. Bu durum, şu anda iddiaları savuştursa da Almanya Başbakanı Olaf Scholz’u gelecekte erken seçim yapmaya zorlayabilir. EPP’nin desteğiyle erken seçime gidilmesi fikri gündeme geldi ve bu tartışmalara EPP üyesi von der Leyen de dahil oldu.
Bu durum, Batı ve Doğu ayrımlarının ve Doğu Alman misyonlarının hala var olduğunu göstermektedir. Diğer 25 ülkenin ise erken seçime girip girmeme konusundaki kararları belirsizliğini koruyor.