Batılı hükümetler ve halklar, Batı dünyasının birbiriyle çelişen iki kutup arasında derinden bölünmüş olduğunu çok geçmeden anlayacaklar: aşırı sağcılar ve aşırı milliyetçiler ile ahlakçılar ve evrenselciler. Filistin’de yaşanan son gelişmeler bu kutuplaşmayı daha da artırdı. Özellikle Batılı hükümetler ve halklar, İsrail’in masum sivillere karşı sınırsız şiddet uygulaması konusunda iki cephede bölünmüş durumda.
Batılı ülkelerde bu siyasi ve toplumsal kutuplaşmayı besleyen pek çok paradoksal gelişme yaşanıyor. Her şeyden önce Batılı hükümetlerin çoğu aşırı milliyetçi ve aşırı sağcı güçlere karşı mücadelelerinde samimi değil. Almanya gibi Batılı hükümetler, Batı’da aşırı sağcı güçlerin yükselişini engellemeye çalışırken, İsrail’in aşırı sağcı hükümetine koşulsuz destek veriyorlar. Mesela Tel Aviv’deki aşırı sağcı Binyamin Netanyahu hükümetine koşulsuz destek veren Almanya Şansölyesi’nin, kendi ülkesinde aşırı sağcılığa karşı mücadele edeceğine dair Almanlara söz vermesi tuhaf.
İkincisi, Batılı hükümetlerin Müslümanlara karşı çelişkili bir bakış açısı var. İslami eğilimli politikacıları ve geleneksel Müslümanları Batılı yaşam tarzına meydan okumakla suçlayan Batılı hükümetler, dünyadaki Müslümanlara karşı nifak tohumları ekerken, kendi halklarını da Müslüman komşularıyla barış içinde yaşamaya çağırıyorlar. Dünya çapındaki Müslüman halkları ısrarla ötekileştiren, ötekileştiren, hatta şeytanlaştıran Batılı yönetimler, kendi toplumlarının büyük bir kısmının Müslüman olduğunu unutuyor. Müslümanları ne kadar ötekileştirirlerse toplumsal ve siyasal huzursuzluklar da o kadar artıyor.
Üçüncüsü, Batılı hükümetler diğer ülkeleri ve halkları uluslararası kurallara ve ilkelere uymaya çağırırken, her türlü uluslararası normu ihlal etmeye ve tarafsız bakış açıları nedeniyle uluslararası kurumları tehdit etmeye devam ediyorlar. Batılı hükümetlerin, evrensel bir yardım ve insani yardım kuruluşu olan Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ile ilgili son açıklamaları bu önyargılı duruşun açık bir örneğidir. Batılı halklar, kendi hükümetlerinin insani yardım kuruluşlarının faaliyetlerine nasıl karşı çıktığına ve İsrail’in hukukun üstünlüğü ihlallerini nasıl desteklediğine tanık oldu. Bir taraf İslam ve Müslüman karşıtı politikaların kendilerini “davetsiz misafirlerden” koruyacağını iddia ederek desteklerken, diğer taraf Batı kamuoyunun kendi hükümetlerinin Müslümanlara karşı uyguladığı ayrımcı politika ve tedbirleri reddediyor.
Batılı hükümetlerin İsrail’in Filistin’deki politikalarına koşulsuz desteği, Batı halkları arasındaki kutuplaşmayı keskinleştirdi ve derinleştirdi. Batılı hükümetlerin çoğu ve Batılı halkların büyük bir kısmı, İsrail’in Gazze’deki masum sivillere yönelik zulmünü ve soykırım eylemlerini kayıtsız şartsız desteklemektedir. Bu grubun değişmez bir sloganı var: İsrail’in güvenliği her şeye öncelik veriyor ve her şeyi mübah kılıyor. Onlara göre İsrail sivillere karşı orantısız güç kullanımından sorumlu tutulamaz ve İsrail herhangi bir politika tercihinden dolayı eleştirilemez.
Ancak bu siyasi perspektife karşı güçlü bir muhalefet var. Bazı hükümetler, devlet yetkilileri ve Batı toplumlarının büyük bir kısmı insan haklarını, ahlaki değerleri ve uluslararası hukuk ilkelerini ön planda tutuyor. Bu doğrultuda hükümetlerinden İsrail’e koşulsuz desteklerini durdurmalarını, masum ve savunmasız insanları öldürmeyi bırakması için İsrail’e baskı yapmalarını talep ediyorlar.
İsrail’de aşırı sağın yükselişi ve Filistinlilerin acılarının katlanarak artması, Batı kamuoyunun büyük bir kısmının kendi hükümetlerinin İsrail yanlısı politikalarını sorgulamasına yol açtı. Bu farkındalığın yakın gelecekte daha etkin bir siyasi güce dönüşeceği ve kutuplaşmanın daha da keskinleşeceği görülüyor.
Mantığın sesi
Batı’da evrensel ahlaki değerleri savunan aklın sesi, Batılı siyasetçileri de etkilemeye başladı. Bazı Batılı ülkelerde revizyon işaretleri var. Batılı hükümetlerin er ya da geç Orta Doğu’ya yönelik politikalarını revize etmek zorunda kalacakları bekleniyor. Sonunda, İsrail’in geleneksel destekçileri de dahil olmak üzere Batılı kamuoyu ve devlet yetkilileri, Filistin-İsrail sorununa radikal bir çözüm arayacak.
Çözümün ancak Filistin halkına haklarının verilmesi ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla sağlanabileceği açıktır. Aksi takdirde Ortadoğu’da normalleşmenin sağlanması, bölgenin istikrara kavuşturulması, İsrail’in tam güvenliğinin sağlanması, İsrail’e yönelik Mescid-i Aksa Tufanı benzeri saldırıların önlenmesi mümkün değildir. Batı ile Batılı olmayan devletler ve toplumlar arasındaki karşılıklı bağımlılık göz önüne alındığında, aklın sesini temsil eden evrenselci Batılı güçlerin, aşırı milliyetçilerin ayrımcı bakış açılarına karşı direnmeleri gerekmektedir.