Uluslararası ilişkiler alanında son günlerde en moda tartışma belki de Üçüncü Dünya Savaşı olasılığıdır. Yeni bir dünya savaşını tartışmak kolay görünebilir, ancak en korkutucu yanı böyle bir savaşın başlama olasılığıdır. Avrupa’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne, Asya-Pasifik’ten Türkiye’ye kadar birçok uzman bu konuyu tartışıyor ve yeni bir dünya savaşı olasılığını tartışıyor. Örneğin, Avrupa Konseyi’nden Hugh Lovatt, Sky News’den Deborah Haynes ve The Diplomat’tan Michael Vatikiotis’in analizlerine göre, Batı’nın öncülük ettiği “kurallara dayalı düzen” zayıflıyor ve bunun yerini neyin alacağı henüz netlik kazanmış değil.
Benzer noktalar uluslararası arenada da siyaset yapıcılar tarafından vurgulanıyor. Ukrayna Savaşı’ndaki durum nedeniyle, özellikle Rus lider Putin olmak üzere Avrupalı liderler hem nükleer savaş hem de yeni bir dünya savaşı tehlikesini vurguluyor. Savaş konusunda belki de en çarpıcı açıklama, çatışma konularında oldukça hassas ve deneyimli bir bölge olan Balkanlar’dan geldi. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Üçüncü Dünya Savaşı sorulduğunda, bir dünya savaşı beklemediğini ancak büyük bir çatışmanın yakın göründüğünü söyledi. Vucic’in cevabı tüm dünyada yankı buldu ve benzer bir uyarı Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan da görüldü. Fidan, Gazze’deki soykırımı vurgulayarak, İsrail’in durmaması durumunda büyük bir bölgesel çatışmaya yol açabileceği uyarısında bulundu ve bölge ülkelerine itidal çağrısı yaptı. Görüldüğü gibi, Soğuk Savaş sonrası dünya, belki de ilk kez, Üçüncü Dünya Savaşı riskini ciddi şekilde tartışıyor.
Tırmanan küresel gerginlikler
Ukrayna’daki savaştan sonra Avrupa, İsveç ve Finlandiya gibi daha önce tarafsız olan ülkelerin önemli tartışmaların ardından NATO’ya katılmasıyla güvenlik risklerini her zamankinden daha fazla tartışmaya başladı. Gazze’deki durum Avrupa içinde de büyük tartışmalara yol açtı. Örneğin, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nde politika uzmanı olan Hugh Lovatt, Sky News’e yaptığı değerlendirmede, dünyadaki mevcut çatışmaların ayrı ve bağlantısız olduğunu belirterek, Ukrayna, Orta Doğu ve Asya-Pasifik gibi çeşitli bölgelerdeki gerginliklerin doğrudan ilişkili olmadığını savundu. Ancak, bu durumun uluslararası toplum, özellikle de İngiltere için önemli riskler oluşturduğunu da sözlerine ekledi.
Lovatt’ın çatışmaların doğrudan ilişkili olmadığı yönündeki değerlendirmesi dikkate değer olsa da, aktörlerin ilgili bölgelerdeki konumlanma biçimleri aslında dünyada yeni bir kutuplaşmanın gerçekliğini ortaya koyuyor. Sky News’in güvenlik ve savunma editörü Deborah Haynes, mevcut küresel krizlerin dünya savaşı riskini artırdığını, özellikle İran’ın İsrail’e yönelik ani ve büyük çaplı saldırılarının krizi derinleştirebileceğini ve bölgesel bir çatışmayı küresel bir çatışmaya dönüştürebileceğini vurguluyor. Haynes ayrıca bu durumun belirsizlikleri ve yanlış hesaplamaları tetikleme riski taşıdığı konusunda uyarıyor. Haynes’ın analizi, bir bakıma Batı bakış açısını özetliyor. Mevcut durumu değerlendirirken, tüm uluslararası yasaları ihlal eden İsrail’in saldırılarını göz ardı ediyor ve İran’ı tek başına sorumlu tutuyor.
Dünya medyasında çıkan bir diğer çarpıcı analiz ise Michael Vatikiotis’in Asya-Pasifik üzerine analizler yayınlayan The Diplomat’ta yer almasıydı. Vatikiotis, analizinde Batı’nın önderlik ettiği “kurallara dayalı düzenin” zayıfladığını ve bunun yerine neyin geçeceği konusunda belirsizlik olduğunu belirtiyor. Rusya’nın Kiev’i işgali ve İsrail’in Gazze’deki savaşı gibi olayların, dünya savaşı olarak adlandırılabilecek bir dizi bölgesel çatışmanın parçaları olarak görüldüğünü belirtiyor. Vatikiotis ayrıca bu çatışmaların, arabuluculuk çabalarının başarısız olduğu ve büyük güçler arasındaki gerginliğin arttığı bir ortamda geliştiğinden bahsediyor. Vatikiotis’e göre, İsrail’in Gazze’ye saldırısı kuşatma altındaki bölgedeki insanları öldürmeye ve sakat bırakmaya devam ediyor ve Orta Doğu’yu büyük bir savaşın eşiğine getiriyor.
İsrail’in Suriye’deki bir İran konsolosluğuna saldırısı, İran’dan ilk kez doğrudan bir yanıt alınmasına yol açtı. İsrail’in İran’a olası bir füze saldırısı, bölgede çok daha büyük bir tırmanışa yol açabilir. Vatikiotis’in analizi, Sky News analizine kıyasla daha tutarlı görünüyor, çünkü İsrail’in uluslararası hukuka karşı sorumsuz duruşunu vurgularken, uluslararası arenadaki belirsizlik ve kurallara aldırmazlığın büyük bir çatışmaya yol açabileceğini vurguluyor.
Avrasya dinamikleri
Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir diğer önemli analizi The Week’te yayımlandı. 4 Temmuz 2024’te yayımlanan anonim bir analize göre, Çin ve Rusya Avrasya ülkeleri için “alternatif yeni bir dünya düzeni” vizyonu yaratmak için harekete geçiyor. Bu bağlamda, Moskova ve Pekin’in Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) yönettiği ve bu grubu “bölgesel güvenlik bloğu”ndan Batı’ya karşı “jeopolitik bir denge”ye dönüştürmeye çalıştığı vurgulanıyor. Analizde ayrıca, geçen yıl İran’ı üye olarak kabul eden ŞİÖ’nün şimdi Rusya’nın başlıca Avrupa müttefiki olan Belarus’u da dahil etmeye hazırlandığı belirtiliyor. Belarus’un kabulü, ŞİÖ’nün “jeopolitik hedeflerini” genişlettiğini ve ABD “hegemonyasına” meydan okuma ve uluslararası sistemi kendi lehlerine yeniden şekillendirme amacını vurguluyor.
Son SCO zirvesi, Rusya ve Kuzey Kore’nin saldırılar durumunda birbirlerine yardım etme konusunda bir anlaşmayı duyurmasından kısa bir süre sonra gerçekleşti. The Week’in analizi, tüm bu gelişmeleri dünya için “tehlikeli yeni bir bölüm” olarak tanımlıyor ve askeri tarihçi Richard Overy’ye atıfta bulunarak, “demokratik Batı ile Avrasya’daki otoriter devletler” arasındaki artan bölünmenin Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşebileceği konusunda uyarıyor. The Week’teki analiz, dünyada başlayan ciddi kutuplaşma ve bölünmeyi vurgulaması ve tasvir etmesi açısından oldukça önemlidir.
Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortam, Yugoslavya’nın dağılması, Kosova harekâtı, 11 Eylül, Gürcistan-Rusya savaşı ve Arap Baharı gibi birçok krizle sınandı, ancak belki de ilk kez dünya savaşına vurgu bu kadar belirgin. Özellikle Ukrayna’da durum Doğu ile Batı arasında bir oyun haline geldi. Taraflar Ukrayna’daki her hamlede nükleer kullanım uyarısı yapmaktan çekinmiyorlar. Örneğin, Rusya Duması Savunma Komitesi Başkanı Andrei Kartapolov, Reuters’a yaptığı açıklamada, tehditler artarsa nükleer silahların kullanımına ilişkin resmi politikada belirtilen karar alma sürecini kısaltabileceklerini söyledi. Ruslar kuşatıldıklarını ve kuşatıldıklarını iddia ederken, Batı Putin’in caydırılması gerektiğini savunuyor.
Örneğin, Sky News’in uluslararası ilişkiler editörü Dominic Waghorn’a göre, Putin Ukrayna’da caydırılmazsa, Rusya, NATO’nun onu durduramayacak kadar “omurgasız” olduğunu varsayarak, şansını Baltık ülkelerinde deneyecektir. Donald Trump Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerini kazanırsa, bu görüş muhtemelen yeniden ele alınacaktır. Trump’ın, Kuzey Atlantik İttifakı’nın ABD dışındaki maliyetlerini üstlenmek istemediğini sık sık vurguladığı gibi, Amerika’yı NATO’dan çekme tehditleri, Waghorn’a göre, Putin’in Baltık ülkelerine giden yolunu açabilir.
Dünyadaki tüm aktörlerin ABD seçimlerini beklediği açıkken, Ukrayna’dan sonra bir diğer tartışma konusu da hiç şüphesiz Asya-Pasifik. Özellikle Kuzey Kore, özellikle Rusya ile imzalanan son işbirliği ve savunma anlaşmasıyla Batı için bitmek bilmeyen bir baş ağrısı haline geldi. Kuzey Kore, Trump ile 2019’da yaptığı görüşmelerin Pyongyang’a yönelik uluslararası yaptırımlar konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle çökmesinden bu yana nükleer ve füze cephaneliklerini modernize etmeye odaklanmıştı. Rusya ile yapılan son anlaşmanın bu amaca hizmet edip etmediği zaman içinde ortaya çıkacak. Ancak, Amerikan korumasına güvenen Güney Kore ve Japonya’nın tüm bu gelişmelerden endişe duyduğu da bir gerçek. 1953 ateşkesinden bu yana Kuzey’den Güney’e doğrudan bir askeri harekât başlatılmamış olsa da, son haftalarda dünya çapındaki savaş tamtamlarının Kore Yarımadası’ndaki gerginliği de artırdığı gözlemleniyor.
Üçüncü Dünya Savaşı tartışmalarını körükleyen en önemli etken belki de dünyanın artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi dengede kalmaya çalışan iki kutuptan ibaret olmamasıdır. Wallerstein’ın “Dünya Sistem Teorisi”ndeki merkezi ve çevresel yaklaşımların bulanıklaştığı bir ortamda, ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin dışındaki aktörlerin dünya meselelerine yaklaşımları giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Örneğin, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu konudaki görüşleri oldukça dikkat çekicidir. Türkiye, son yıllarda bölgesel bir aktör olarak duruşu ve söylemiyle küresel meselelerde dikkat çeken bir aktör haline gelmiştir. İstihbarat geçmişinden gelen bir Dışişleri Bakanı olarak Hakan Fidan, Avrupa’nın Türkiye ile işbirliği içinde daha bağımsız ve kendine güvenen bir jeo-stratejik aktör haline gelmesinin önemini vurgulamaktadır. Trump’ın olası yeniden seçilmesi ve Avrupa-NATO ilişkileri hakkındaki açıklamaları düşünüldüğünde, Fidan’ın açıklamaları önem kazanmaktadır. Fidan, dünyanın bölgesel veya küresel savaş senaryolarını ciddiye alması gerektiği konusunda uyarıda bulunmakta ve Gazze’deki “katliam ve soykırımın” insanlığı böldüğünün altını çizmektedir.
Bu çalışmada ele alınan Hugh Lovatt, Deborah Haynes ve Michael Vatikiotis’in analizlerinden çıkarılabilecek ortak bir sonuç varsa o da Batı’nın öncülük ettiği kurallara dayalı düzenin zayıfladığı ve yerine neyin konulacağı konusunda belirsizlik olduğudur. Özellikle Avrupa’daki son tartışmalar dikkat çekicidir. Avrupa Parlamentosu, Fransa ve İngiltere’deki seçim süreçleri ve sonuçları ve bu seçimler sırasındaki tartışmalar, düzen arayışında bir kaybın kanıtı gibi görünmektedir. Avrupa’nın jeostratejik bağımsızlığı ile transatlantik ilişkileri arasındaki denge önümüzdeki dönemde belirleyici olabilir. Hakan Fidan’ın da vurguladığı gibi Avrupa’nın iç barışını koruması ve küresel savaş senaryolarını ciddiye alması gerekiyor. Gazze’deki süreç ve Ukrayna krizi diplomasi yoluyla çözülmezse bölgesel gerginlikler küresel boyuta tırmanabilir. Bu hassas dönemde tüm dünyanın gözü ABD başkanlık seçimlerinde gibi görünüyor.
Ancak şu da bir gerçek ki, kimse yeni ABD başkanından mucize beklemiyor. Burada yapılması gereken, Soğuk Savaş sonrası kurulan sistemi yeni bir küresel savaş ihtimaline karşı revize etmektir. Çünkü krizlerin ve çatışmaların dünya çapında daha fazla istikrarsızlık yaratma potansiyeli olduğu artık bir gerçek. Küresel barış ve istikrar adına BM Güvenlik Konseyi’nin yapısının revize edilmesi ve uluslararası hukukun tartışılmazlığının sağlanması gerekiyor. Bunun için yeni bir dünya savaşı beklemeye gerek yok. Çünkü yeni bir dünya savaşından sonra bütün bu konuları tartışmanın bir anlamı kalmayacak.
Uluslararası ilişkiler alanında son günlerde en moda tartışma belki de Üçüncü Dünya Savaşı olasılığıdır. Yeni bir dünya savaşını tartışmak kolay görünebilir, ancak en korkutucu yanı böyle bir savaşın başlama olasılığıdır. Avrupa’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne, Asya-Pasifik’ten Türkiye’ye kadar birçok uzman bu konuyu tartışıyor ve yeni bir dünya savaşı olasılığını tartışıyor. Örneğin, Avrupa Konseyi’nden Hugh Lovatt, Sky News’den Deborah Haynes ve The Diplomat’tan Michael Vatikiotis’in analizlerine göre, Batı’nın öncülük ettiği “kurallara dayalı düzen” zayıflıyor ve bunun yerini neyin alacağı henüz netlik kazanmış değil.
Benzer noktalar uluslararası arenada da siyaset yapıcılar tarafından vurgulanıyor. Ukrayna Savaşı’ndaki durum nedeniyle, özellikle Rus lider Putin olmak üzere Avrupalı liderler hem nükleer savaş hem de yeni bir dünya savaşı tehlikesini vurguluyor. Savaş konusunda belki de en çarpıcı açıklama, çatışma konularında oldukça hassas ve deneyimli bir bölge olan Balkanlar’dan geldi. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Üçüncü Dünya Savaşı sorulduğunda, bir dünya savaşı beklemediğini ancak büyük bir çatışmanın yakın göründüğünü söyledi. Vucic’in cevabı tüm dünyada yankı buldu ve benzer bir uyarı Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan da görüldü. Fidan, Gazze’deki soykırımı vurgulayarak, İsrail’in durmaması durumunda büyük bir bölgesel çatışmaya yol açabileceği uyarısında bulundu ve bölge ülkelerine itidal çağrısı yaptı. Görüldüğü gibi, Soğuk Savaş sonrası dünya, belki de ilk kez, Üçüncü Dünya Savaşı riskini ciddi şekilde tartışıyor.
Tırmanan küresel gerginlikler
Ukrayna’daki savaştan sonra Avrupa, İsveç ve Finlandiya gibi daha önce tarafsız olan ülkelerin önemli tartışmaların ardından NATO’ya katılmasıyla güvenlik risklerini her zamankinden daha fazla tartışmaya başladı. Gazze’deki durum Avrupa içinde de büyük tartışmalara yol açtı. Örneğin, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nde politika uzmanı olan Hugh Lovatt, Sky News’e yaptığı değerlendirmede, dünyadaki mevcut çatışmaların ayrı ve bağlantısız olduğunu belirterek, Ukrayna, Orta Doğu ve Asya-Pasifik gibi çeşitli bölgelerdeki gerginliklerin doğrudan ilişkili olmadığını savundu. Ancak, bu durumun uluslararası toplum, özellikle de İngiltere için önemli riskler oluşturduğunu da sözlerine ekledi.
Lovatt’ın çatışmaların doğrudan ilişkili olmadığı yönündeki değerlendirmesi dikkate değer olsa da, aktörlerin ilgili bölgelerdeki konumlanma biçimleri aslında dünyada yeni bir kutuplaşmanın gerçekliğini ortaya koyuyor. Sky News’in güvenlik ve savunma editörü Deborah Haynes, mevcut küresel krizlerin dünya savaşı riskini artırdığını, özellikle İran’ın İsrail’e yönelik ani ve büyük çaplı saldırılarının krizi derinleştirebileceğini ve bölgesel bir çatışmayı küresel bir çatışmaya dönüştürebileceğini vurguluyor. Haynes ayrıca bu durumun belirsizlikleri ve yanlış hesaplamaları tetikleme riski taşıdığı konusunda uyarıyor. Haynes’ın analizi, bir bakıma Batı bakış açısını özetliyor. Mevcut durumu değerlendirirken, tüm uluslararası yasaları ihlal eden İsrail’in saldırılarını göz ardı ediyor ve İran’ı tek başına sorumlu tutuyor.
Dünya medyasında çıkan bir diğer çarpıcı analiz ise Michael Vatikiotis’in Asya-Pasifik üzerine analizler yayınlayan The Diplomat’ta yer almasıydı. Vatikiotis, analizinde Batı’nın önderlik ettiği “kurallara dayalı düzenin” zayıfladığını ve bunun yerine neyin geçeceği konusunda belirsizlik olduğunu belirtiyor. Rusya’nın Kiev’i işgali ve İsrail’in Gazze’deki savaşı gibi olayların, dünya savaşı olarak adlandırılabilecek bir dizi bölgesel çatışmanın parçaları olarak görüldüğünü belirtiyor. Vatikiotis ayrıca bu çatışmaların, arabuluculuk çabalarının başarısız olduğu ve büyük güçler arasındaki gerginliğin arttığı bir ortamda geliştiğinden bahsediyor. Vatikiotis’e göre, İsrail’in Gazze’ye saldırısı kuşatma altındaki bölgedeki insanları öldürmeye ve sakat bırakmaya devam ediyor ve Orta Doğu’yu büyük bir savaşın eşiğine getiriyor.
İsrail’in Suriye’deki bir İran konsolosluğuna saldırısı, İran’dan ilk kez doğrudan bir yanıt alınmasına yol açtı. İsrail’in İran’a olası bir füze saldırısı, bölgede çok daha büyük bir tırmanışa yol açabilir. Vatikiotis’in analizi, Sky News analizine kıyasla daha tutarlı görünüyor, çünkü İsrail’in uluslararası hukuka karşı sorumsuz duruşunu vurgularken, uluslararası arenadaki belirsizlik ve kurallara aldırmazlığın büyük bir çatışmaya yol açabileceğini vurguluyor.
Avrasya dinamikleri
Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir diğer önemli analizi The Week’te yayımlandı. 4 Temmuz 2024’te yayımlanan anonim bir analize göre, Çin ve Rusya Avrasya ülkeleri için “alternatif yeni bir dünya düzeni” vizyonu yaratmak için harekete geçiyor. Bu bağlamda, Moskova ve Pekin’in Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) yönettiği ve bu grubu “bölgesel güvenlik bloğu”ndan Batı’ya karşı “jeopolitik bir denge”ye dönüştürmeye çalıştığı vurgulanıyor. Analizde ayrıca, geçen yıl İran’ı üye olarak kabul eden ŞİÖ’nün şimdi Rusya’nın başlıca Avrupa müttefiki olan Belarus’u da dahil etmeye hazırlandığı belirtiliyor. Belarus’un kabulü, ŞİÖ’nün “jeopolitik hedeflerini” genişlettiğini ve ABD “hegemonyasına” meydan okuma ve uluslararası sistemi kendi lehlerine yeniden şekillendirme amacını vurguluyor.
Son SCO zirvesi, Rusya ve Kuzey Kore’nin saldırılar durumunda birbirlerine yardım etme konusunda bir anlaşmayı duyurmasından kısa bir süre sonra gerçekleşti. The Week’in analizi, tüm bu gelişmeleri dünya için “tehlikeli yeni bir bölüm” olarak tanımlıyor ve askeri tarihçi Richard Overy’ye atıfta bulunarak, “demokratik Batı ile Avrasya’daki otoriter devletler” arasındaki artan bölünmenin Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşebileceği konusunda uyarıyor. The Week’teki analiz, dünyada başlayan ciddi kutuplaşma ve bölünmeyi vurgulaması ve tasvir etmesi açısından oldukça önemlidir.
Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortam, Yugoslavya’nın dağılması, Kosova harekâtı, 11 Eylül, Gürcistan-Rusya savaşı ve Arap Baharı gibi birçok krizle sınandı, ancak belki de ilk kez dünya savaşına vurgu bu kadar belirgin. Özellikle Ukrayna’da durum Doğu ile Batı arasında bir oyun haline geldi. Taraflar Ukrayna’daki her hamlede nükleer kullanım uyarısı yapmaktan çekinmiyorlar. Örneğin, Rusya Duması Savunma Komitesi Başkanı Andrei Kartapolov, Reuters’a yaptığı açıklamada, tehditler artarsa nükleer silahların kullanımına ilişkin resmi politikada belirtilen karar alma sürecini kısaltabileceklerini söyledi. Ruslar kuşatıldıklarını ve kuşatıldıklarını iddia ederken, Batı Putin’in caydırılması gerektiğini savunuyor.
Örneğin, Sky News’in uluslararası ilişkiler editörü Dominic Waghorn’a göre, Putin Ukrayna’da caydırılmazsa, Rusya, NATO’nun onu durduramayacak kadar “omurgasız” olduğunu varsayarak, şansını Baltık ülkelerinde deneyecektir. Donald Trump Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerini kazanırsa, bu görüş muhtemelen yeniden ele alınacaktır. Trump’ın, Kuzey Atlantik İttifakı’nın ABD dışındaki maliyetlerini üstlenmek istemediğini sık sık vurguladığı gibi, Amerika’yı NATO’dan çekme tehditleri, Waghorn’a göre, Putin’in Baltık ülkelerine giden yolunu açabilir.
Dünyadaki tüm aktörlerin ABD seçimlerini beklediği açıkken, Ukrayna’dan sonra bir diğer tartışma konusu da hiç şüphesiz Asya-Pasifik. Özellikle Kuzey Kore, özellikle Rusya ile imzalanan son işbirliği ve savunma anlaşmasıyla Batı için bitmek bilmeyen bir baş ağrısı haline geldi. Kuzey Kore, Trump ile 2019’da yaptığı görüşmelerin Pyongyang’a yönelik uluslararası yaptırımlar konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle çökmesinden bu yana nükleer ve füze cephaneliklerini modernize etmeye odaklanmıştı. Rusya ile yapılan son anlaşmanın bu amaca hizmet edip etmediği zaman içinde ortaya çıkacak. Ancak, Amerikan korumasına güvenen Güney Kore ve Japonya’nın tüm bu gelişmelerden endişe duyduğu da bir gerçek. 1953 ateşkesinden bu yana Kuzey’den Güney’e doğrudan bir askeri harekât başlatılmamış olsa da, son haftalarda dünya çapındaki savaş tamtamlarının Kore Yarımadası’ndaki gerginliği de artırdığı gözlemleniyor.
Üçüncü Dünya Savaşı tartışmalarını körükleyen en önemli etken belki de dünyanın artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi dengede kalmaya çalışan iki kutuptan ibaret olmamasıdır. Wallerstein’ın “Dünya Sistem Teorisi”ndeki merkezi ve çevresel yaklaşımların bulanıklaştığı bir ortamda, ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin dışındaki aktörlerin dünya meselelerine yaklaşımları giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Örneğin, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu konudaki görüşleri oldukça dikkat çekicidir. Türkiye, son yıllarda bölgesel bir aktör olarak duruşu ve söylemiyle küresel meselelerde dikkat çeken bir aktör haline gelmiştir. İstihbarat geçmişinden gelen bir Dışişleri Bakanı olarak Hakan Fidan, Avrupa’nın Türkiye ile işbirliği içinde daha bağımsız ve kendine güvenen bir jeo-stratejik aktör haline gelmesinin önemini vurgulamaktadır. Trump’ın olası yeniden seçilmesi ve Avrupa-NATO ilişkileri hakkındaki açıklamaları düşünüldüğünde, Fidan’ın açıklamaları önem kazanmaktadır. Fidan, dünyanın bölgesel veya küresel savaş senaryolarını ciddiye alması gerektiği konusunda uyarıda bulunmakta ve Gazze’deki “katliam ve soykırımın” insanlığı böldüğünün altını çizmektedir.
Bu çalışmada ele alınan Hugh Lovatt, Deborah Haynes ve Michael Vatikiotis’in analizlerinden çıkarılabilecek ortak bir sonuç varsa o da Batı’nın öncülük ettiği kurallara dayalı düzenin zayıfladığı ve yerine neyin konulacağı konusunda belirsizlik olduğudur. Özellikle Avrupa’daki son tartışmalar dikkat çekicidir. Avrupa Parlamentosu, Fransa ve İngiltere’deki seçim süreçleri ve sonuçları ve bu seçimler sırasındaki tartışmalar, düzen arayışında bir kaybın kanıtı gibi görünmektedir. Avrupa’nın jeostratejik bağımsızlığı ile transatlantik ilişkileri arasındaki denge önümüzdeki dönemde belirleyici olabilir. Hakan Fidan’ın da vurguladığı gibi Avrupa’nın iç barışını koruması ve küresel savaş senaryolarını ciddiye alması gerekiyor. Gazze’deki süreç ve Ukrayna krizi diplomasi yoluyla çözülmezse bölgesel gerginlikler küresel boyuta tırmanabilir. Bu hassas dönemde tüm dünyanın gözü ABD başkanlık seçimlerinde gibi görünüyor.
Ancak şu da bir gerçek ki, kimse yeni ABD başkanından mucize beklemiyor. Burada yapılması gereken, Soğuk Savaş sonrası kurulan sistemi yeni bir küresel savaş ihtimaline karşı revize etmektir. Çünkü krizlerin ve çatışmaların dünya çapında daha fazla istikrarsızlık yaratma potansiyeli olduğu artık bir gerçek. Küresel barış ve istikrar adına BM Güvenlik Konseyi’nin yapısının revize edilmesi ve uluslararası hukukun tartışılmazlığının sağlanması gerekiyor. Bunun için yeni bir dünya savaşı beklemeye gerek yok. Çünkü yeni bir dünya savaşından sonra bütün bu konuları tartışmanın bir anlamı kalmayacak.