Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi asil hedefiyle Milletler Cemiyeti kuruldu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesini önlemede etkisiz kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından muzaffer güçler, Milletler Cemiyeti’nin başarısızlıklarının bıraktığı boşluğu doldurarak küresel barışı ve güvenliği korumak öncelikli hedefi olan Birleşmiş Milletler’i oluşturmak için bir araya geldi.
Ancak başlangıcından bu yana bir üçüncü dünya savaşına tanık olmadığımız için BM projesinin gerçekten başarılı olduğunu düşünebilir miyiz?
Kore Savaşı’ndan Vietnam Savaşı’na, İsrail-Filistin çatışmasından Kıbrıs anlaşmazlığına, Ruanda soykırımından Bosna Savaşı’na, Irak çatışmalarından Libya’daki kargaşaya ve Ukrayna’da devam eden savaşa kadar çatışmalara, soykırımlara ve savaşlara tanık olduk. Milyonlarca insanın hayatına mal olan katliamlar. BM bu krizleri önleme veya hafifletme konusunda nasıl bir ilerleme kaydetti? Ufukta başka bir küresel çatışma belirseydi, BM etkili bir şekilde müdahale edip yaklaşan felaketi önleyebilir miydi?
Bu sorular devam ediyor ve BM’nin insanların acılarını büyük ölçekte önleme potansiyelini ortaya çıkarma becerisini zorluyor.
Neredeyse evrensel olarak tüm bu soruların cevabı “hayır”dır. Ancak Türkiye, 200’e yakın ülke arasında, BM’nin ve onun emperyal güçlere kalkan olan yapısının, aslında “imparatorun kıyafeti yok” diyerek etkisizliğini sistematik bir şekilde vurgulayan tek ülke.
“Dünya Beşten Büyüktür” kampanyasının önemli isimlerinden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu konuyla ilgili iki kitap yazdı.
Artık BM’nin kararları veren ve son sözü söyleyen beş daimi üyesini bir kenara bırakalım. Mevcut sistem, neredeyse tüm küresel krizlerin içinde yer alan ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin çıkarlarına uygundur.
Ancak soru hala ortada: Geriye kalan 188 ülke bu adaletsiz durumu neden kabul ediyor? Neden bazılarının iki yıl, bazılarının ise bir yıl görev yaptığı Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyeleri gibi güçsüz rollere razı oluyorlar? Bu adaletsizliğe karşı isyanı engellemek için bu yetersiz tekliflerle yetiniyorlar mı?
Güçsüz olduklarından nasıl bu kadar emin olabiliyorlar?
Öğrenilmiş çaresizlik
Örneğin, gelecek yıl bir boykotun BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesini New York’ta yalnız bırakacağı bir senaryo hayal edin. Bu varsayımsal durumda 188 ülke aşağıdaki talepleri ortaya koyabilir:
– Karar almayı daha verimli hale getirmek ve işlevselliğini artırmak amacıyla konseydeki daimi üyelik ve veto mekanizmalarının kaldırılması,
– İktidar tekelini kırmak için Genel Kurulun yetkileri artırılırken konseyin yetkilerinin kısıtlanması. Ayrıca konsey kararlarına itiraz etmek için yasal bir yol oluşturmak,
– Özellikle yaptırımlar veya askeri müdahalelerle ilgili konsey kararları için Genel Kurul tarafından onaylanma zorunluluğu getirilmesi.
Bunu sadece bir fantezi olarak mı görüyorsunuz?
Demokrasinin evrensel olarak temel bir değer olarak kabul edildiği bir çağda, BM içindeki oligarşinin ortadan kaldırılmasını umut etmek çok mu abartılı?
BM’nin ulusların eşit seslendirilmesini sağlayan çoğulcu bir yapı neden hem örgüt hem de dünya için bir tehdit olarak değerlendiriliyor?
Irak’la, Singapur’la, Şili’yle, Güney Afrika’yla karşılaştırıldığında Çin’i, Rusya’yı, ABD’yi, Fransa’yı, İngiltere’yi daha güvenilir ve akılcı kılan nedir?
Daha büyük güçleri ve atılganlıkları mı, nükleer silah depolarına sahip olmaları mı, yoksa geçmiş performanslarının dünyadaki diğer 188 ülkeyle kıyaslanamayacak kadar bozuk olması mı?
Aklınız, mantığınız ve vicdanınız bu “öğrenilmiş çaresizliğe” ne diyor?
Kendi içinde adaleti sağlayamayan BM’nin dünyayı daha adil bir yer haline getiremeyeceğini bile bile bu oyunu sürdürmek nasıl bir ikiyüzlülüktür?