Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta New York’ta Birleşmiş Milletler’in 78. Genel Kurul toplantılarına katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, BM reformuna ilişkin 2013’ten bu yana sıklıkla dile getirdiği ve kendisiyle özdeşleşen “dünya beşten büyüktür” söylemini ısrarla tekrarladı.
Türkiye gibi pek çok ülkenin sürekli olarak ifade ettiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulan BM’nin artık siyasi olarak günümüzün taleplerine cevap vermesi mümkün değildir. Bir yanda “Kalıcı Beşli”, “Büyük Beşli” ya da P5 olarak da bilinen BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) veto yetkisine sahip olan beş ülke, bu ayrıcalığı uzun süredir kullanıyor. Öte yandan BM küresel siyasi krizlerin kurumsal olarak üstesinden gelemiyor. Bu nedenlerden ötürü, uzun süredir beklenen BM reformu, adil ve sürdürülebilir bir küresel barış için tamamen kaçınılmaz hale geldi.
Eski ve adaletsiz bir düzen
BMGK ile ilgili tartışmaların mahiyetini doğru anlamak için öncelikle konseyin yapısını ve işleyişini bilmek gerekiyor. Bu bağlamda BMGK’nın İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulan BM’nin bir nevi yürütme organı olduğunun altını çizmek gerekiyor. İdealist bir yaklaşımla küresel barış ve güvenliğin korunması öncelikli görevidir. Buna göre BM’yi kuran anlaşmayla ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya olağanüstü veto yetkisine sahip oldu. Bu yetki sayesinde beş daimi üye, küresel barış ve güvenliğin korunması amacıyla BMGK gündemine gelen her yasa tasarısını reddetme ayrıcalığına sahip. Yani bu ülkeler veto yetkilerini kullanarak dünyayı şekillendirebilecek kararlar alabiliyorlar.
Mayıs 2022 itibarıyla Rusya’nın 121 kez, ABD’nin 89 kez, İngiltere’nin 29 kez, Çin’in 17 kez ve Fransa’nın 16 kez veto yetkisini kullanması dikkat çekicidir.
Daimi Beşli dışında 10 ülke de BMGK’de Genel Kurul tarafından seçiliyor ancak bunlar geçici olarak görev yapıyor. Üstelik bu 10 ülke, beş ülkenin sahip olduğu kalıcı veto imtiyazına sahip değil. Bu nedenle alınan kararlara etkisi son derece sınırlıdır. Bu nedenle BM Güvenlik Konseyi’nin yapısı, İngiliz yazar George Orwell’in ünlü “Hayvan Çiftliği” kitabındaki aforizmasına tamamen uygundur: “Bütün hayvanlar eşittir, ancak bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir.” Yani her ülkenin BM’de söz hakkı var ancak yalnızca bazı ülkelerin karar verme hakkı var.
BMGK’ye özel siyasi reform talepleri bugüne özel değil çünkü neredeyse son 30 yıldır bu konuda ciddi bir gündem var. Burada, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD ve Rusya’nın öncülük ettiği, Çin, Fransa ve İngiltere’nin desteklediği yeni bir dünya düzeninin kurulduğunu da hatırlamak gerekiyor. ülkeler bu iki ülkeyle baş edebilecek siyasi ve askeri güce sahip olmadıkları için uzun süre statükoya uymak zorunda kaldılar. Bu süreçte (Batı) Almanya gibi birkaç ülke zaman zaman BMGK’nin yönetim yapısının güncellenmesini talep etse de bu taleplerini alçak ve yumuşak bir dille dile getirmekten öteye gidemediler.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte küresel sisteme hakim olan yeni siyasi atmosferde statükoyu sorgulayan ülkelerin sayısı hızla arttı. Bu koşullar altında BM’de kapsamlı bir reformun gerçekleştirilmesi amacıyla 1993 yılında Genel Kurul bünyesinde açık katılımlı bir çalışma grubu kuruldu. Bu grup 2009 yılında hükümetlerarası müzakere formatına dönüştürüldü. Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi küresel siyasette daha fazla söz sahibi olma oranları arttı. Gelinen noktada BM’deki reform talebi beklentinin ötesine geçerek zorunluluk haline geldi.
Reformun destekçileri ve karşıtları
Uzun süredir dünyanın gündeminde olan BM reformuna ilişkin vurgulanan temel konu, BMGK’nin yönetim yapısının ve işleyişinin dönüştürülmesiyle ilgili. Libya, Suriye ve Ukrayna krizlerinde görüldüğü gibi BMGK üyesi ülkeler, ulusal çıkarlarına aykırı olan veya doğrudan kendilerine karşı olan tasarıları reddediyor. Örneğin, 2017 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve dönemin Donald Trump hükümetine Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımayı bırakma çağrısında bulunan yasa tasarısı, ABD tarafından veto edilmişti. Başka bir örnek olarak, Kuzey Kore’ye balistik füze denemeleri nedeniyle yaptırımların artırılmasını öngören BMGK tasarısı geçen yıl Çin ve Rusya tarafından engellenmişti. Sayıları artırılabilecek bu tür örnekler, BMGK üyelerinin yalnızca kendi ulusal çıkarlarını gözeterek hareket ettiğini ve dünya barışını korumaktan ziyade açıkça zarar verdiğini göstermektedir.
Üstelik BMGK mevcut haliyle dünyanın önemli bir bölümünü temsil etmiyor. Yaklaşık 65 milyon nüfusa sahip Fransa ve İngiltere, BMGK’nin daimi üyeleri arasında yer alırken, sayıları 1,5 milyara ulaşan dünya çapındaki Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık 1,2 milyarını barındıran Afrika ülkeleri ve Latin Amerika ülkeleri de yer alıyor. Toplam nüfusu 650 milyonu aşan ülkeler ve Karayipler burada temsil edilmiyor. Bu, BM Güvenlik Konseyi’nin en adaletsiz yönü olarak nitelendiriliyor.
Konseyde veto yetkisine sahip olan beş daimi üye ülke de, böyle bir ayrıcalığı yeni bir ülkeyle paylaşmak istemedikleri için olası bir BMGK reformuna da karşı çıkıyor.
Bu ülkelerin devlet ve hükümet başkanları zaman zaman BMGK’nin yapısını eleştirseler de bu eleştirilerin hayata geçirilmesi yönünde en ufak bir adım atmıyorlar. Örneğin ABD Başkanı Joe Biden geçen hafta Genel Kurul’da yaptığı konuşmada, BMGK reformu için uzun süredir müzakere yaptığını ve değişiklikler için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu söylemişti. Ancak Biden, görev süresi boyunca kulağa hoş gelen bu söylemi hayata geçirecek somut adımlar atmadı.
Aynı şekilde Çin ve Rusya da BMGK’de ABD, Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği Batı hakimiyetinden rahatsız oldukları için konseyin yapısının güncellenmesiyle ilgilendiklerini belirtmişlerdir. Ancak reforma yönelik somut bir adım atmayarak statükoyu koruma yönünde de tavır alıyorlar. Kısacası sahip oldukları siyasi ayrıcalıkları kaybetmek istemeyen beş daimi üye ülke, BMGK reformunun önündeki en büyük engel olarak duruyor. Öte yandan BMGK üyesi ülkeler dışındaki hemen hemen tüm ülkeler BM’nin reforme edilmesini ve dönüştürülmesini istiyor. Türkiye ve Ukrayna gibi birkaç ülke bu talepleri tek tek dile getirirken, Afrika Grubu, L.69 Grubu, Arap Grubu, Konsensüs Birliği veya G-4 ülkeleri (Hindistan, Japonya, Almanya ve Brezilya).
Reform mümkün mü?
Bu sorunun en makul cevabı zor olabilir ama imkansız değildir. Zor çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi böyle bir reformun gerçekleştirilmesinin önündeki en büyük engel beş daimi üye ülkenin kendisi. Çünkü hiçbiri sahip olduğu bu ayrıcalıktan vazgeçmek istemiyor.
Öte yandan böyle bir reform imkansız da değil çünkü BM’yi kuran anlaşmanın 108. maddesine göre olası bir reform tasarısının öncelikle BM Genel Kurulu üyelerinin üçte iki çoğunluğu tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Daha sonra bu tasarının beş daimi üye de dahil olmak üzere tüm üye ülkelerin üçte ikisi tarafından onaylanması gerekiyor. Her ne kadar mümkün gibi görünse de dış politika açısından her ülkenin kendine göre öncelikleri var.
Mesela İsrail, BM Güvenlik Konseyi’ne yeni üye olacak ülkelerden biri olursa, İran gibi Tel Aviv’le sorunlu ilişkileri olan ülkeler buna karşı çıkacaktır. Dolayısıyla BMGK’de gerçekçi bir reformun gerçekleşebilmesi için öncelikle bunun nasıl bir reform olacağı konusunda mutabakata varılması gerekiyor. Aksi takdirde her ülke kendi reform planında ısrar ederse bu konuda en ufak bir adımın dahi atılması mümkün olmayacaktır.
Öte yandan 30 yılı aşkın süredir beklenen reform gerçekleşmezse, BM önümüzdeki dönemde daha fazla itibar kaybına uğrayacak ve bugün olduğundan daha işlevsiz bir örgüt haline gelecektir. Bu nedenle gerekli uzlaşma sağlanamadığı takdirde gelecekte BM’ye alternatif olabilecek yeni bir uluslararası örgüt veya örgütler oluşturulabilir. Böylece zaman içinde iyimser bir yaklaşımla dünya devletleri BM’yi bypass edebilir ve yeni bir küresel çatı altında çok daha güçlü bir şekilde bir araya geliyoruz. Üstelik karamsar bir yaklaşımla, daha önce yapılan hataların tekrarlanması halinde, yeni kurulacak organizasyonla BM arasında hiçbir fark kalmayacaktır.
Türkiye’nin vizyonu: Dünya beşten büyüktür
Bugün BMGK’nın yönetim yapısının değişmesi gerektiği konusunda şüphesiz en istikrarlı ve kararlı duruşa sahip olan ülke Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda “Dünya beşten büyüktür” vizyonuyla ortaya koyduğu yaklaşım konuyu özetlemektedir. Erdoğan, 2013 yılında başbakan olduğu BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bu doktrinini dile getirmiş ve o tarihten bu yana da bunu aralıksız tekrarlamaktadır. Erdoğan, özünde, BMGK’nın beş daimi üyesinin kamuya açık olarak yararlandığı köhne düzeni sorguluyor ve bu düzenin insanlığa yarardan ziyade zarar getirdiğini vurguluyor.
Erdoğan ayrıca mevcut sistemin adil bir sisteme dönüştürülmesi gerektiğini, tüm dünyanın sadece beş ülkenin kararına bırakılmaması gerektiğini savunuyor.
Erdoğan’ın yazdığı “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitaptan hareketle Türkiye’nin BM reformuna ilişkin somut önerileri arasında şunlar yer alıyor: Genel Kurul’un güçlendirilmesi, BMGK’daki daimi üye sayısının artırılması, BMGK üyelerinin rotasyonu ve hakların kaldırılması. veto edilmesi veya bu hakkın mümkün olduğu kadar sınırlandırılması. Türkiye, BMGK’nın olası genişleme sürecinde, dünya nüfusunun önemli bir kısmına ev sahipliği yapan ancak BMGK’de temsil edilmeyen ülkelere ve Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelere öncelik verilmesi yönünde adil bir yaklaşım istiyor.
Bu adil çözüm önerileriyle Türkiye, BMGK’de olası bir reformu kendi lehine çevirmek isteyen ülkelerden ayrışıyor. Örneğin BMGK reformunu dile getiren ülkeler arasında yer alan Almanya, reform isterken sahip olduğu siyasi ve ekonomik gücü hatırlatarak BMGK’ye dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor. Böylece bencil bir yaklaşım sergiliyor. Türkiye ise olası bir BM reformuna kendisini konu etmek yerine, yıllardır adaletsizliğe maruz kalan toplumun her kesimine atıfta bulunarak bir fedakarlık örneği sergiliyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta New York’ta Birleşmiş Milletler’in 78. Genel Kurul toplantılarına katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, BM reformuna ilişkin 2013’ten bu yana sıklıkla dile getirdiği ve kendisiyle özdeşleşen “dünya beşten büyüktür” söylemini ısrarla tekrarladı.
Türkiye gibi pek çok ülkenin sürekli olarak ifade ettiği gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulan BM’nin artık siyasi olarak günümüzün taleplerine cevap vermesi mümkün değildir. Bir yanda “Kalıcı Beşli”, “Büyük Beşli” ya da P5 olarak da bilinen BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) veto yetkisine sahip olan beş ülke, bu ayrıcalığı uzun süredir kullanıyor. Öte yandan BM küresel siyasi krizlerin kurumsal olarak üstesinden gelemiyor. Bu nedenlerden ötürü, uzun süredir beklenen BM reformu, adil ve sürdürülebilir bir küresel barış için tamamen kaçınılmaz hale geldi.
Eski ve adaletsiz bir düzen
BMGK ile ilgili tartışmaların mahiyetini doğru anlamak için öncelikle konseyin yapısını ve işleyişini bilmek gerekiyor. Bu bağlamda BMGK’nın İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulan BM’nin bir nevi yürütme organı olduğunun altını çizmek gerekiyor. İdealist bir yaklaşımla küresel barış ve güvenliğin korunması öncelikli görevidir. Buna göre BM’yi kuran anlaşmayla ABD, Çin, Fransa, İngiltere ve Rusya olağanüstü veto yetkisine sahip oldu. Bu yetki sayesinde beş daimi üye, küresel barış ve güvenliğin korunması amacıyla BMGK gündemine gelen her yasa tasarısını reddetme ayrıcalığına sahip. Yani bu ülkeler veto yetkilerini kullanarak dünyayı şekillendirebilecek kararlar alabiliyorlar.
Mayıs 2022 itibarıyla Rusya’nın 121 kez, ABD’nin 89 kez, İngiltere’nin 29 kez, Çin’in 17 kez ve Fransa’nın 16 kez veto yetkisini kullanması dikkat çekicidir.
Daimi Beşli dışında 10 ülke de BMGK’de Genel Kurul tarafından seçiliyor ancak bunlar geçici olarak görev yapıyor. Üstelik bu 10 ülke, beş ülkenin sahip olduğu kalıcı veto imtiyazına sahip değil. Bu nedenle alınan kararlara etkisi son derece sınırlıdır. Bu nedenle BM Güvenlik Konseyi’nin yapısı, İngiliz yazar George Orwell’in ünlü “Hayvan Çiftliği” kitabındaki aforizmasına tamamen uygundur: “Bütün hayvanlar eşittir, ancak bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir.” Yani her ülkenin BM’de söz hakkı var ancak yalnızca bazı ülkelerin karar verme hakkı var.
BMGK’ye özel siyasi reform talepleri bugüne özel değil çünkü neredeyse son 30 yıldır bu konuda ciddi bir gündem var. Burada, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD ve Rusya’nın öncülük ettiği, Çin, Fransa ve İngiltere’nin desteklediği yeni bir dünya düzeninin kurulduğunu da hatırlamak gerekiyor. ülkeler bu iki ülkeyle baş edebilecek siyasi ve askeri güce sahip olmadıkları için uzun süre statükoya uymak zorunda kaldılar. Bu süreçte (Batı) Almanya gibi birkaç ülke zaman zaman BMGK’nin yönetim yapısının güncellenmesini talep etse de bu taleplerini alçak ve yumuşak bir dille dile getirmekten öteye gidemediler.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte küresel sisteme hakim olan yeni siyasi atmosferde statükoyu sorgulayan ülkelerin sayısı hızla arttı. Bu koşullar altında BM’de kapsamlı bir reformun gerçekleştirilmesi amacıyla 1993 yılında Genel Kurul bünyesinde açık katılımlı bir çalışma grubu kuruldu. Bu grup 2009 yılında hükümetlerarası müzakere formatına dönüştürüldü. Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi küresel siyasette daha fazla söz sahibi olma oranları arttı. Gelinen noktada BM’deki reform talebi beklentinin ötesine geçerek zorunluluk haline geldi.
Reformun destekçileri ve karşıtları
Uzun süredir dünyanın gündeminde olan BM reformuna ilişkin vurgulanan temel konu, BMGK’nin yönetim yapısının ve işleyişinin dönüştürülmesiyle ilgili. Libya, Suriye ve Ukrayna krizlerinde görüldüğü gibi BMGK üyesi ülkeler, ulusal çıkarlarına aykırı olan veya doğrudan kendilerine karşı olan tasarıları reddediyor. Örneğin, 2017 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve dönemin Donald Trump hükümetine Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımayı bırakma çağrısında bulunan yasa tasarısı, ABD tarafından veto edilmişti. Başka bir örnek olarak, Kuzey Kore’ye balistik füze denemeleri nedeniyle yaptırımların artırılmasını öngören BMGK tasarısı geçen yıl Çin ve Rusya tarafından engellenmişti. Sayıları artırılabilecek bu tür örnekler, BMGK üyelerinin yalnızca kendi ulusal çıkarlarını gözeterek hareket ettiğini ve dünya barışını korumaktan ziyade açıkça zarar verdiğini göstermektedir.
Üstelik BMGK mevcut haliyle dünyanın önemli bir bölümünü temsil etmiyor. Yaklaşık 65 milyon nüfusa sahip Fransa ve İngiltere, BMGK’nin daimi üyeleri arasında yer alırken, sayıları 1,5 milyara ulaşan dünya çapındaki Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık 1,2 milyarını barındıran Afrika ülkeleri ve Latin Amerika ülkeleri de yer alıyor. Toplam nüfusu 650 milyonu aşan ülkeler ve Karayipler burada temsil edilmiyor. Bu, BM Güvenlik Konseyi’nin en adaletsiz yönü olarak nitelendiriliyor.
Konseyde veto yetkisine sahip olan beş daimi üye ülke de, böyle bir ayrıcalığı yeni bir ülkeyle paylaşmak istemedikleri için olası bir BMGK reformuna da karşı çıkıyor.
Bu ülkelerin devlet ve hükümet başkanları zaman zaman BMGK’nin yapısını eleştirseler de bu eleştirilerin hayata geçirilmesi yönünde en ufak bir adım atmıyorlar. Örneğin ABD Başkanı Joe Biden geçen hafta Genel Kurul’da yaptığı konuşmada, BMGK reformu için uzun süredir müzakere yaptığını ve değişiklikler için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu söylemişti. Ancak Biden, görev süresi boyunca kulağa hoş gelen bu söylemi hayata geçirecek somut adımlar atmadı.
Aynı şekilde Çin ve Rusya da BMGK’de ABD, Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği Batı hakimiyetinden rahatsız oldukları için konseyin yapısının güncellenmesiyle ilgilendiklerini belirtmişlerdir. Ancak reforma yönelik somut bir adım atmayarak statükoyu koruma yönünde de tavır alıyorlar. Kısacası sahip oldukları siyasi ayrıcalıkları kaybetmek istemeyen beş daimi üye ülke, BMGK reformunun önündeki en büyük engel olarak duruyor. Öte yandan BMGK üyesi ülkeler dışındaki hemen hemen tüm ülkeler BM’nin reforme edilmesini ve dönüştürülmesini istiyor. Türkiye ve Ukrayna gibi birkaç ülke bu talepleri tek tek dile getirirken, Afrika Grubu, L.69 Grubu, Arap Grubu, Konsensüs Birliği veya G-4 ülkeleri (Hindistan, Japonya, Almanya ve Brezilya).
Reform mümkün mü?
Bu sorunun en makul cevabı zor olabilir ama imkansız değildir. Zor çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi böyle bir reformun gerçekleştirilmesinin önündeki en büyük engel beş daimi üye ülkenin kendisi. Çünkü hiçbiri sahip olduğu bu ayrıcalıktan vazgeçmek istemiyor.
Öte yandan böyle bir reform imkansız da değil çünkü BM’yi kuran anlaşmanın 108. maddesine göre olası bir reform tasarısının öncelikle BM Genel Kurulu üyelerinin üçte iki çoğunluğu tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Daha sonra bu tasarının beş daimi üye de dahil olmak üzere tüm üye ülkelerin üçte ikisi tarafından onaylanması gerekiyor. Her ne kadar mümkün gibi görünse de dış politika açısından her ülkenin kendine göre öncelikleri var.
Mesela İsrail, BM Güvenlik Konseyi’ne yeni üye olacak ülkelerden biri olursa, İran gibi Tel Aviv’le sorunlu ilişkileri olan ülkeler buna karşı çıkacaktır. Dolayısıyla BMGK’de gerçekçi bir reformun gerçekleşebilmesi için öncelikle bunun nasıl bir reform olacağı konusunda mutabakata varılması gerekiyor. Aksi takdirde her ülke kendi reform planında ısrar ederse bu konuda en ufak bir adımın dahi atılması mümkün olmayacaktır.
Öte yandan 30 yılı aşkın süredir beklenen reform gerçekleşmezse, BM önümüzdeki dönemde daha fazla itibar kaybına uğrayacak ve bugün olduğundan daha işlevsiz bir örgüt haline gelecektir. Bu nedenle gerekli uzlaşma sağlanamadığı takdirde gelecekte BM’ye alternatif olabilecek yeni bir uluslararası örgüt veya örgütler oluşturulabilir. Böylece zaman içinde iyimser bir yaklaşımla dünya devletleri BM’yi bypass edebilir ve yeni bir küresel çatı altında çok daha güçlü bir şekilde bir araya geliyoruz. Üstelik karamsar bir yaklaşımla, daha önce yapılan hataların tekrarlanması halinde, yeni kurulacak organizasyonla BM arasında hiçbir fark kalmayacaktır.
Türkiye’nin vizyonu: Dünya beşten büyüktür
Bugün BMGK’nın yönetim yapısının değişmesi gerektiği konusunda şüphesiz en istikrarlı ve kararlı duruşa sahip olan ülke Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda “Dünya beşten büyüktür” vizyonuyla ortaya koyduğu yaklaşım konuyu özetlemektedir. Erdoğan, 2013 yılında başbakan olduğu BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bu doktrinini dile getirmiş ve o tarihten bu yana da bunu aralıksız tekrarlamaktadır. Erdoğan, özünde, BMGK’nın beş daimi üyesinin kamuya açık olarak yararlandığı köhne düzeni sorguluyor ve bu düzenin insanlığa yarardan ziyade zarar getirdiğini vurguluyor.
Erdoğan ayrıca mevcut sistemin adil bir sisteme dönüştürülmesi gerektiğini, tüm dünyanın sadece beş ülkenin kararına bırakılmaması gerektiğini savunuyor.
Erdoğan’ın yazdığı “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitaptan hareketle Türkiye’nin BM reformuna ilişkin somut önerileri arasında şunlar yer alıyor: Genel Kurul’un güçlendirilmesi, BMGK’daki daimi üye sayısının artırılması, BMGK üyelerinin rotasyonu ve hakların kaldırılması. veto edilmesi veya bu hakkın mümkün olduğu kadar sınırlandırılması. Türkiye, BMGK’nın olası genişleme sürecinde, dünya nüfusunun önemli bir kısmına ev sahipliği yapan ancak BMGK’de temsil edilmeyen ülkelere ve Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelere öncelik verilmesi yönünde adil bir yaklaşım istiyor.
Bu adil çözüm önerileriyle Türkiye, BMGK’de olası bir reformu kendi lehine çevirmek isteyen ülkelerden ayrışıyor. Örneğin BMGK reformunu dile getiren ülkeler arasında yer alan Almanya, reform isterken sahip olduğu siyasi ve ekonomik gücü hatırlatarak BMGK’ye dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor. Böylece bencil bir yaklaşım sergiliyor. Türkiye ise olası bir BM reformuna kendisini konu etmek yerine, yıllardır adaletsizliğe maruz kalan toplumun her kesimine atıfta bulunarak bir fedakarlık örneği sergiliyor.