20 Kasım, 1989 yılında “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”nin kabul edilişinin 34. yıldönümü. Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Çocuk Günü” olarak belirlenen bu gün, çocukların temel haklarına erişiminin korunmasını amaçlıyor.
Anlaşmaya ABD hariç olmak üzere Filistin ve İsrail’in de dahil olduğu toplam 196 ülke imzacı taraftır ve bu açıdan en fazla ülke tarafından onaylanan insan hakları belgesidir. Her ne kadar uluslararası hukuk bize çocuk haklarının korunmasının devletler tarafından yaygın olarak kabul edilen hak temelli bir yaklaşım olduğu fikrini verse de gerçeğin bununla örtüşmediği ne yazık ki ortadadır.
Bugün Cenevre ve New York’ta yıldönümü kutlanırken, Gazze’de yaşayan Filistinli çocuklar en temel haklarından mahrum bırakılıyor. Filistin’de doğdukları için çocukların yaşam hakları İsrail yönetimi tarafından savaş suçları da dahil olmak üzere ihlal ediliyor.
Sözleşme, taraf devletlerin bu hakları uygulama yükümlülüklerine uymaları gerektiğini öngörmektedir. Çocuklara tanınan bir takım hakları açıklarken dört temel ilke bulunmaktadır: Sözleşmenin 2. maddesinde taraf devletlerin “ayrımcılık yapmama” ilkesine uyması gerektiği belirtilmektedir. Bu ilkeyi, 3. maddede “çocuğun yüksek yararı”, 6. maddede “yaşam hakkı” ve 12. maddede “katılım hakkı” ilkeleri izlemektedir.
Bugün BM verilerine göre dünyanın üçte biri savaş ya da çatışma içinde. Bu krizler en çok masum çocukları etkiliyor. İnsanlığın ortak yararı için hareket eden her birey, 7 Ekim’den bu yana Gazze’deki abluka altında katledilen çocuklara odaklandı. O tarihten bu yana 4 bin 600’ün üzerinde çocuk öldürüldü. Öldürülen çocuklar sadece rakamlardan ibaret değil. Üç yaşındaki Muhammed, 6 yaşındaki Amber ve 8 yaşındaki Meryem artık hayatta değil. Amber gibi binlerce insan bir daha asla okula gidemeyecek, parka gidip oyun oynayamayacak.
Bugüne kadar Gazze’de İsrail ablukası altında yaşayan 9 binden fazla çocuk saldırılarda yaralandı. Elektrik, su ve tıbbi malzemeye erişim olmadığından yaralı çocukların hayatı tehlikede, yeni doğan bebekler ise büyük riskle karşı karşıya kalıyor. Filistin Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, El Şifa Hastanesi’nde özel bakıma ihtiyaç duyan bazı yeni doğan bebekler hayatını kaybetti. Çok sayıda çocuğun füzelerle yıkılan bina ve evlerin enkazı altında kaybolduğu ve gömüldüğü sanılıyor.
İsrail, Gazze’ye uyguladığı orantısız şiddetle teknik olarak meşru müdafaa ve yaşam hakkından mahrum olan çocukların en temel haklarını elinden alıyor. Yaşam hakkının ihlal edildiği bir ortamda diğer temel hak ve özgürlüklerin hukuken güvence altına alınması mümkün değildir. İsrail’in eylem ve eylemleri hukukun üstünlüğü normlarından uzak, devlet dışı bir yapı gibi hareket ediyor.
İsrail, savaş suçu işlemekten kaçınmadığı gibi, taraf olduğu anlaşmada belirtilen yükümlülükleri de yerine getirmeyi ihmal ediyor. Örneğin çocukların sağlık haklarından bahsetmek istesek temel sağlık hizmetlerine erişim konusunu bile konuşamayacağımız bir gerçekle karşı karşıyayız. Çünkü Gazze halkı, hastanelerin bombalanması gibi savaş suçları işleyen orantısız bir şiddet mekanizmasıyla karşı karşıya.
Sözleşmenin önsözünde, taraf devletlerin “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer görüşler, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir statüden kaynaklanan ayrımlar da dahil olmak üzere hiçbir tür ayrımcılığa maruz kalmadan” hareket etmekle yükümlü olduğu vurgulanıyor. Bu madde tek başına “Çocuk Hakları Sözleşmesi”nin imzacısı olan İsrail’e yüklenen yükümlülükleri ihlal etmektedir.
Filistinli çocuklar haklarından mahrum
Yaşam hakkının hukuken ihlal edildiği bir bölgede diğer haklara erişim konusuna öncelik verilmesi pek mümkün olmasa da İsrail’in hukuka aykırı yaptırımları sadece Gazze’deki çocukların değil, Batı Şeria’daki Filistinli çocukların da haklarını ihlal ediyor. İsrail’in devlet şiddetine doğrudan tanık olan çocuklar, söz konusu sözleşmeyle güvence altına alınan barınma, eğitim, sağlık ve aileleriyle birlikte olma hakları gibi haklara erişemiyor.
Gazze’de son iki ayda soykırım olarak tanımlanması gereken şiddet ve katliamın yanı sıra, işgalin başlangıcından bugüne kadar İsrail’in Filistinli çocuklara yönelik tutumunu değerlendirdiğimizde, bir hukukçu olarak çocuklara yönelik uygulanan insan hakları ihlallerinin de arttığını gözlemliyorum. İsrail tarafından devlet politikası haline getirildi.
İsrail’in Filistinlilere sistematik olarak uyguladığı apartheid politikası nedeniyle binlerce Filistinli çocuğun barınma hakkı ihlal ediliyor. İsrailli yerleşimciler, özel mülkiyet hakkını hiçe sayarak masum çocukların haklarını da göz ardı ediyor. Filistin’deki aileleri ise yerinden edilme, göç ve ekonomik zorluklar gibi zorluklarla baş etmek zorunda kalıyor. Bu durum çocukların aileleriyle birlikte olma haklarını ciddi biçimde tehdit etmektedir.
Eğitim her çocuğun en temel hakkıdır. Ancak Filistin’de altyapı sorunları, güvenlik tehditleri ve çatışmaların yarattığı ekonomik zorluklar nedeniyle çocuklar eğitim hakkından mahrum kalıyor. Okullara yapılan saldırılar çocukların güvenli bir öğrenme ortamına erişimini daha da zorlaştırıyor.
İhlallere rağmen İsrail yaptırımlara tabi değil
İsrail yönetimi sadece sözleşmeyi değil, insan haklarının tüm temel metinlerini ihlal etse de herhangi bir hukuki yaptırımla karşı karşıya kalmıyor.
İnsan hakları ihlalleri sona erdirmek için ortaya çıktı ve gelişti. Bu hedefe ulaşmak için iki temel yaklaşım öne çıkıyor. Birincisi, bir ülke kendi iç hukukunda aldığı tedbirlerle ya da bireylere tanıdığı hak ve yetkilerle ihlalleri engellemeye çalışabilir. İkinci olarak uluslararası aktörler aracılığıyla kapsamlı bir çalışma, tedbir, baskı vb. yapılabilir. İhlallerin sonlandırılması mümkündür. Ancak İsrail’in bir devlet politikası olarak çocuk haklarını ihlal etmeye devam etmesine rağmen bu yöntemlerin hiçbirinin İsrail’e karşı etkili bir şekilde uygulanmadığını da belirtmek gerekir.
Çocuk haklarının desteklenmesi sürdürülebilir bir barışın tesis edilmesi açısından temel önemdedir ve adil bir gelecek inşa etmek için tüm tarafların çocukların güvenliğine ve refahına öncelik vermesi gerekmektedir. Ancak İsrail, çocukların yaşam hakkına dahi saygı göstermeyerek devlet şiddetini savaşa dönüştürmekten çekinmiyor. Bütün bunlar yaşanırken BM, eylemleri kınamaktan başka bir işe yaramayan tartışmalı mekanizmasıyla çocukların haklarını koruyamıyor. Devam eden insani kriz, BM yapısının etkinliğine ilişkin şüpheleri artırırken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” açıklaması da bu şüphelerin doğruluğunu destekliyor.