Dünya, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve iki kutuplu dünya sisteminin 1990’ların başında çökmesinden bu yana bir geçiş sürecindedir. Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk on yılında Batı’nın, yani Amerika’nın hegemonyasını sağlamlaştırmaya yönelik birçok girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Bazıları 11 Eylül terörist saldırılarının Amerikan hegemonyasının sembollerine karşı olduğunu ve yeni bir hegemon arayışında bir dönüm noktası olduğunu iddia edebilir. Ancak Amerika’nın tepkisi, yani Afganistan ve Irak’ın işgali başarısızlıkla sonuçlandı. Amerika Birleşik Devletleri Batı’nın birliğini sağlayamadı: Batı Avrupa ülkeleri farklı, bazen çelişkili politikalar izledi.
Daha sonra Çin, Hindistan ve Brezilya gibi Batılı olmayan bazı ülkeler dünya siyasetinde ve piyasalarında göreceli özerkliklerini artırdılar. Batılı olmayan ülkeler dünyadaki paylarını ve etkinliklerini artırdıkça Batı da etkinliğini yitirdi. Bu durum dünya çapında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklara ve belirsizliklere yol açtı. Dünyanın siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu gidişatı, tüm devletleri farklı önlemler almaya yöneltmiştir.
Artan istikrarsızlık ve belirsizliklere hem Batılı hem de Batılı olmayan ülkeler farklı yanıtlar/önlemler geliştirmeye başladı. Her ne kadar bu önlemlerin çoğu dünya sisteminin geçici yapısı nedeniyle kısa ömürlü ve geçici olsa da çoğu devlet çok taraflı, dağınık ve sektörel politikalar izlemeye devam etti. Ne yazık ki bazı devletler daha da ileri giderek dünya siyaset oyununun tüm düğmelerine ısrarla basıyorlar.
Dünya siyasetinde son dönemde yaşanan gelişmelere devletler en az üç farklı yanıt veriyor. Öncelikle tüm devletler geleneksel olarak ulusal çıkarlarını en üst düzeye çıkarmaya çalışırlar ve buna göre ulusal düzeyde gerekli tedbirleri alırlar. İkincisi, çoğu devlet, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çoğunlukla Batılı ülkeler tarafından kurulan Birleşmiş Milletler ve onun uzmanlaşmış kurumları gibi küresel uluslararası örgütlerde etkinliğini artırmaya çalışıyor. Üçüncüsü, Batılı veya Batılı olmayan çoğu devlet, küresel istikrarsızlıkların ve belirsizliklerin olumsuz etkilerine hazırlanmak için yeni siyasi, ekonomik ve güvenlik girişimleri başlatmaya çalışıyor.
Statüko yanlısı ve revizyonist
Mevcut hegemon ABD ve asıl meydan okuyan devlet Çin, bu üç boyutta da hayati adımlar attı. Bunun ana nedenlerinden biri, tüm devletlerin aynı anda hem statüko yanlısı hem de revizyonist olmasıdır. Örneğin ABD, kurduğu mevcut sistemin kendi ulusal çıkarlarına hizmet etmediğine inanıyor ve onu revize etmeye çalışıyor. Benzer şekilde Çin, son otuz yıldır ABD hegemonyasının bedavacı olarak hareket etmesinden yararlandı. Aynı zamanda küresel hegemonyasının önünü açacak yeni uluslararası kurumlar kurmaya çalışıyor.
Daha içe dönük bir politika izlemeye başlayan ABD, bir yandan BM ve NATO gibi küresel ve bölgesel uluslararası kuruluşlardaki öncü rolünü sürdürmeye çalışıyor. Öte yandan eski kurumların ihtiyaçları karşılayamaması nedeniyle ABD, İngiltere ve Avustralya arasındaki üçlü güvenlik anlaşması olan AUKUS gibi yeni kurumların kurulmasına öncülük ediyor. Yani ABD bir yandan transatlantik ittifakını sağlamlaştırmaya çalışırken bir yandan da Pasifik’te yeni ittifaklar kurmaya çalışıyor.
Çin, BM ve onun uzmanlaşmış kurumları gibi Batı’nın yerleşik uluslararası kurumlarındaki etkinliğini artırıyor. Ayrıca küresel sorunları tartışmak ve çözmek için G-20 gibi yeni kurulan küresel kurumların bir parçası olmuştur. Ayrıca Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Asya Altyapı Yatırım Bankası ve BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) gibi alternatif uluslararası kuruluşların kurulmasına da öncülük ediyor.
Hemen hemen tüm bölgesel ve küresel devletler de benzer politikalar izlemekte, ulusal çıkarlarını en üst düzeye çıkarmaya ve uluslararası politikada etkinliklerini artırmaya çalışmaktadırlar. İstikrarsız ve belirsiz uluslararası ortam, devletleri çok taraflı ve çeşitlendirilmiş dış politikalar izlemeye yöneltmiştir. Bu nedenle işbirliği ve rekabet bir arada yürür.
Batı, Batılı olmayan ülkelere karşı birleşik bir cephe gibi görünse de Batı içinde çok fazla bölünme var. ABD ve AB, Anglo-Sakson ülkeleri ve kıta Avrupası devletleri, Kuzey-Güney çatlakları Batı dünyasında bazı sorunlara neden oluyor.
G-20 Hindistan
Benzer şekilde Çin ve Hindistan gibi Batılı olmayan ülkeler de bir yandan Batı hegemonyasına karşı birleşik bir cephe oluşturmaya çalışırken, diğer yandan birçok cephede birbirleriyle rekabet etmektedir. Yeni Delhi’de düzenlenen son G-20 Zirvesi’nde açıklanan en son Hindistan-Arap-Akdeniz Koridoru deklarasyonu, Çin’in Tek Kuşak Tek Yol Girişimi’ne (BRI) bir alternatif niteliği taşıyor.
Temel olarak devletler arasındaki güven eksikliği nedeniyle çoğu devlet dış ilişkilerini üç farklı bağlamda iyileştirme zorunluluğu hissediyor. Çoğu devlet, ulusal çıkarlarını korumaya yönelik iç ve ikili tedbirler almanın yanı sıra, geleneksel küresel ve bölgesel uluslararası örgütlerde etkinliğini artırmaya çalışmaktadır. Ayrıca yeni küresel ve bölgesel girişimlerin parçası olmaya çalışıyorlar. Tüm bu çabaların temel motivasyonu, kendi ulusal çıkarlarını maksimuma çıkarmak, diğer devletlerin ise askeri ve ekonomik gücünü en aza indirmektir. Bu nedenle devletler bazen fayda sağlamak yerine başkalarına zarar verme girişiminde bulunurlar.
Tüm bu çaba ve girişimler, devletler ve devlet grupları arasında işbirliği ve rekabete, doğal olarak da çatışmalara katkı sağlayacaktır. Bu nedenle devletlerin uluslararası politikada adım atarken eskisinden daha dikkatli olmaları gerekiyor çünkü ilişkilerin mevcut temposunu sürdüreceklerinin garantisi yok. Sonuç olarak, resmi küresel platform ve kurumların da dahil olduğu günümüz işbirlikleri buz üzerine yazı yazmak gibidir, her an yok olabilir.