Terörle ve terörist gruplarla mücadele etmek kolay ve basit bir iş değildir. Devlet içindeki birçok farklı aygıtı da kapsaması gereken çok boyutlu bir yaklaşım gerektiriyor. Bazen, ulusötesi terörist gruplarla mücadele etmek için uluslararası işbirliği bile gerekebilir. Bu gruplar egemen devletlerin birbirlerine karşı kullanılan vekillerine dönüştüklerinde karmaşıklık daha da artıyor.
Türkiye uzun süredir PKK, onun Suriye kolu YPG, Gülenist Terör Grubu (FETÖ) ve DEAŞ gibi vekil terör gruplarından muzdaripti ve bu da onu istihbarattan istihbarata kadar pek çok düzeyde kapasite ve kabiliyet açısından deneyimli bir ülke haline getirdi. Narkotik ve mali operasyonlar da dahil olmak üzere terörle bağlantılı faaliyetlerle mücadelede doğrudan çatışma. Son on yıldır Türk egemenliğini ve vatandaşlarını hedef alan PKK ile mücadelede ülkenin devam eden çabalarında da durum böyle. Üstelik Türkiye, PKK’yı yalnızca iç tehdit olarak değil, aynı zamanda ulusötesi bir terör grubu olarak ele alarak diplomatik gücünü de güçlendirdi.
PKK’nın Türkiye sınırları içindeki varlığı en aza indirildi. Ancak PKK tehdidi ve bu tehdide karşı mücadele, Türkiye’nin güney sınırları boyunca bir terör koridoru oluşturmak amacıyla Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta faaliyet göstererek devam ediyor. Ayrıca Ankara’nın Batılı müttefikleri, yani ABD ve bazı Avrupa Birliği ülkeleri, çoğu PKK/YPG’yi terör örgütü olarak listelemesine rağmen, PKK/YPG’ye destek sağlıyor. Bu gizli bir faaliyet değil. Ayrıca grup üyeleri Ankara’nın müttefik sınırları içerisinde meşruiyet sağlamak için siyasi destek bulabilmekte, yeni üyeler kazanabilmekte ve mali destek için faaliyetler yürütebilmektedir.
Buna karşılık Türk devleti, yalnızca çok boyutlu değil, aynı zamanda sınırlar içinde veya dışında terörü kökleriyle ele almayı da içeren kapsamlı bir terörle mücadele stratejisi geliştirdi. 2016 yılından bu yana Kuzey Suriye ve Irak’ta yürütülen sınır ötesi operasyonlar ve PKK’nın lider isimlerine yönelik son derece başarılı istihbarat operasyonları bu stratejinin somut sonuçlarıdır.
Elbette Türk devletindeki karar vericiler PKK’ya karşı mücadelenin sadece örgüt ve üyelerine karşı mücadele olmadığının çok iyi farkındalar. Eğer durum böyle olsaydı, güvenlik aygıtlarının kabiliyetleri ve ülkenin askeri gücü dikkate alındığında PKK ile mücadele çok önceden bitmiş olurdu. Yani Avrupa ülkeleri kendi sınırları içinde PKK faaliyetlerine izin verirken, ABD DEAŞ’la mücadele adı altında YPG’ye askeri destek sağladığında strateji karmaşıklaşıyor.
Türkiye-ABD bağları yıprandı
Aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Salı günkü Kabine toplantısı sonrasında PKK/YPG destekçilerine yönelik mesajlar içeren ve yeni sınır ötesi operasyonların sinyalini veren son konuşması da bu karmaşık stratejiyle doğrudan alakalı. Bu mesaj, Aralık ve Ocak aylarında Türk askerlerinin şehit olmasıyla sonuçlanan bir dizi saldırının ardından geldi.
“Bize verilen sözler yerine getirilmediği için Türkiye’nin kendi güvenliği için gerekli tedbirleri almasına kimse itiraz edemez. Bölücü hainler çeşitli bahanelerle desteklenirken kimse bizim sessiz kalmamızı bekleyemez. Önümüzdeki aylarda Kim ne derse desin, bu yönde mutlaka yeni adımlar atacağız.”
Bu mesaj doğrudan ABD’li mevkidaşlarına yönelikti; zira Washington, Suriye’nin kuzeyindeki YPG teröristlerine askeri ve lojistik teçhizat sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda şu veya bu şekilde doğrudan Türkiye’ye karşı olan grup üyelerine taktik eğitim de sağlıyor. Ya Suriye’nin kuzeyinden ya da Kuzey Irak’tan saldırılar yoluyla.
“Türkiye, terörist elebaşlarını kendilerini güvende hissettikleri yerlerde ortadan kaldırdıkça, ülkemizi engelleme girişimleri daha da yoğunlaştı. PKK terör örgütüne silah, mühimmat, eğitim ve koruma sağlayarak güçlendirme çabaları hız kazandı. Bunu çok iyi biliyoruz. Erdoğan, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta sınır ötesi operasyonları sonucunda başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimlerin halen ısrarla devam ettiğini ifade etti.
Erdoğan bu mesajı doğrudan Washington’a da yöneltti. Bölgede tarihi gerilimlerin yaşandığı ve bölge çapında çatışma riskinin kapıda olduğu bir dönemde Ankara, Washington’a Irak ve Suriye’deki güç boşluğunu kullanarak Türkiye’yi kışkırtma girişimlerinin cevapsız kalmayacağını söylüyor.
Ayrıca, Türkiye cumhurbaşkanı, devam eden operasyonların Kuzey Irak’ta devam ederken, yeni operasyonların Kuzey Suriye’deki PKK/YPG işgal edilen bölgeleri de içereceğini işaret ediyor.
“Yaklaşık 40 yıldır vatandaşlarımıza zarar veren terör eylemlerinin kaynağı olan Kuzey Irak dağlarının her santimetrekaresini güvenlik altına alana kadar bu bölgedeki operasyonlarımız devam edecek. Aynı şekilde, tüm dağları yok edene kadar da durmayacağız. Erdoğan, Suriye’de Tel Rıfat’tan Ayn el-Arab’a, Haseke’den Münbiç’e kadar sinsi niyetlerle kurulan terör yuvalarının olduğunu söyledi.
Erdoğan, özünde Washington’a, Ankara’nın egemenliğine yönelik her türlü tehdidi nerede olursa olsun temizlemeye kararlı olduğunu ve bu kararlı duruşun, kim destek verirse desteklesin değişmeyeceğini söylüyor. Ankara için bu, egemenliği açısından varoluşsal bir meseledir ve toprak genişletme ya da siyasi nüfuz arayışından kaynaklanmamaktadır.
Bölgede istikrarsızlığa neden olan her çatışma ve gerilimde ABD’nin parmağı olduğuna dair yaygın kanaatin belki de zirveye çıktığı bir dönemde, Washington’un Ankara’dan gelen mesajları dikkatle okuması hayati önem taşıyor. Karar vericiler Ankara’nın pozisyonunu dikkatle analiz etmeli, iki NATO müttefiki arasındaki ikili ilişkilere ve bölgesel istikrara hizmet edecek uzun vadeli bir stratejiye odaklanmalıdır. Üstelik Washington-Ankara ilişkilerinin uluslararası dinamikler üzerinden yorumlanması, özellikle büyük güç mücadelesinin son derece kırılgan olduğu ve önemli değişimler geçirdiği bir dönemde zorunludur.
Erdoğan, “Bize verilen sözler yerine getirilmediği için Türkiye’nin kendi güvenliği için gerekli tedbirleri almasına kimse itiraz edemez. Bölücü hainler çeşitli bahanelerle desteklenirken kimse bizim sessiz kalmamızı bekleyemez.” ABD’nin Kuzey Suriye’ye ilişkin verdiği ve hiçbir zaman tutmadığı sözler.
ABD’nin PKK/YPG’ye verdiği destek, İsrail’in Gazze’deki zulmüne ABD’nin sarsılmaz desteği de dahil olmak üzere diğer bazı dosyalara ek olarak Ankara-Washington bağlarına da ağır zarar verdi. F-16 meselesine ilişkin yaklaşmakta olan karar ve bunun Türkiye Parlamentosu’nun İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin oylaması üzerindeki etkileri, bu ilişkilerin gelecekteki gidişatı açısından çok önemli testler olarak duruyor.