Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler’in New York’taki genel merkezinin hemen karşısındaki Türkevi’nde verdiği resepsiyonu görünce bir an aklıma ana akım politikaları geldi. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidardayken.
Türkiye’de yaşamı durdurdular. Savunma sanayisini bir kenara bırakın, sanayileşme ve kentleşme neredeyse hiç yaşanmadı. Bugün Türkiye CHP yönetiminde olsaydı nasıl olurdu, gözümde canlandırmaya çalıştım.
1980’li yıllarda öğrenciyken Bursa’da yaşadım ve adliyeyi hiç görmemiştim. Ankara’dan Bursa’ya giderken yanıma emekli bir polis oturdu, ruhsat işlemleri için adliyeye uğramak zorunda kaldı. Benden yardım istedi çünkü birkaç başka devlet dairesini ziyaret etmesi gerekiyordu ve mesai saatlerinin bitimine yarım saat kalmıştı. Hep birlikte Valiliğe, Emniyet Müdürlüğüne ve adliyenin yanındaki sağlık kuruluşuna koştuk.
Adliyeye gittiğimde binanın içler acısı durumu karşısında hayrete düştüm. Koridorlar bakımsızdı, çevre kirliydi ve mobilyalar eskiydi. Sanki Orta Çağ’dan kalma bir harabe gibiydi. Daha sonra bu kadar olumsuz şartlarda nasıl çalışılacağını, orada adaletin nasıl sağlanacağını düşündüm.
Haraplıktan moderniteye
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara gelmesinden önceki yıllarda, yeni atanan bir bakanı ziyaret etmek için Başbakanlığa gittiğimizde de aynı harap manzarayla karşılaşmıştım. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık binası, 1990’lı yıllara kadar Türkiye’deki birçok kurumun durumunu yansıtan bakımsız bir durumdaydı.
Eğer Türkiye CHP zihniyetinin elinde olsaydı, büyük ihtimalle yeni bina yapılmayacaktı, eski, bakımsız binalardaki ödenek yetersizliğinden dolayı memurların kıyafetleri de dekorasyona uygun olacaktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’deki konuşması çok kritik, pek çok kişi bu konuda uzun uzun yorum yapacak. Ancak Türk Evi’nin diplomasiye bir şan kulesi olarak hizmet etmesi de dikkat çekicidir.
Türk Evi
Son 20 yılda gelişimini ve önemli yatırımlarını tamamlayan Türkiye, New York’ta Türk Evi’ni inşa etmeyi de unutmadan gelişmiş ülkeler seviyesine ulaştı. Birleşmiş Milletler kapısından çıktığınızda çok yakında Türk Evi’ni göreceksiniz.
Erdoğan’ın dünya çapındaki nüfuzu ve karizmatik liderliği nedeniyle misafirler tekrar gelirdi ve tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’la masaya oturmak isterlerdi. Muhtemelen bina bu şekilde kalsaydı, misafirler kendilerini bir Üçüncü Dünya ülkesi standardıyla karşı karşıya hissedeceklerdi.
Ancak Erdoğan’ın liderliğine yakışan yeni Türk Evi, Türk diplomasisine imaj artırıcı bir hizmeti en üst düzeyde sağlıyor.
Dış görünümü, iç tasarımı ve Türk kültürünü yansıtan desenleriyle Türk Evi, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı’na yakışır bir mekan haline geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birçok ülkenin liderlerini Türk Evi’nde ağırladı ve sanki ikinci bir BM toplantısına ev sahipliği yapmış gibi onlarla onurlu bir şekilde sohbet etti.
Biçim ve öz
Bazen bir ülkenin imajı güçlendirildiğinde prestiji de artar ve bu prestij mekânsal gelişmeyle beslenirse daha prestijli hale gelir.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed’i İstanbul’da en çok şaşırtan şey binaların büyüklüğü oldu. Ve dedi ki, “Yani bir imparatorluk olmak için büyük ve muhteşem binalara ihtiyacınız var.” Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi saray olarak yapılıp eleştirildiğinde Sultan Mehmed’in sözlerine atıfta bulundum.
Tüm dünya liderlerini Türk Evi’nde ağırlayan Erdoğan, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında dünyanın neredeyse sorunlu hiçbir alanını dokunulmaz bırakmadı. Ezilen coğrafyalardan jeopolitik konulara, tahıl koridorundan Ukrayna-Rusya savaşına kadar her soruna ve konuya değindi.