Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 78. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşması, Türk dış politikasına yön veren küresel ve bölgesel önceliklere ilişkin derinlemesine bir bakış açısı sağladı. Küresel ve bölgesel güç rekabetlerinin tırmandığı, küresel belirsizliklerin arttığı ve güvenlik sorunlarıyla birlikte değişen bölgesel jeopolitik manzaranın damgasını vurduğu bir dönemde Türkiye, dış politikasını yeniden tanımlama zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mayıs 2023’teki seçim zaferinden bu yana, bu yeni dönemin gidişatına dair net işaretler sunan bir dış politika rotasına girdi. Erdoğan’ın dış politika vizyonunun temelinde, “Türkiye Ekseni” olarak bilinen büyük strateji hedefiyle uyumlu bir arayış olan Türkiye’nin stratejik özerkliğinin pekiştirilmesi yatıyor. Bu iddialı hedef, Türkiye’yi gelişen uluslararası sistem içinde küresel bir oyuncu haline getirmeyi amaçlıyor. Temelde, Türkiye’yi güçlü bir ekonomik, askeri ve diplomatik aktöre dönüştürmeyi, onu küresel güç arenasında zorlu bir rakip haline getirmeyi amaçlıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki önemli dış politika hedefine aynı anda ulaşması gerekiyor. Bir yandan, bölgesel bağlamdaki rekabetçi ve saldırgan jeopolitik ortamda Türkiye’nin temel çıkarlarını korumak için incelikli diplomasiyi yönlendirmesi gerekiyor. Öte yandan, küresel ve bölgesel değişimleri dikkatle değerlendirmeli, Türkiye’yi bu değişen stratejik ortamda etkin bir şekilde konumlandırmak için yenilikçi stratejiler geliştirmeli. Türkiye ikinci yüzyıla girerken bu ikili hedefleri gerçekleştirmek, yeni ve önemli bir stratejik hedefi simgeliyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin yeni yüzyılında Türk devlet kimliğini dönüştürmeye yönelik çağdaş stratejik söylemin bir uzantısıdır.
Bu stratejik vizyon, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, başkanlığının önümüzdeki beş yılı boyunca Türkiye’de yapısal bir dönüşüm gerçekleştirme ve bu dönüşümle tutarlı bölgesel ve küresel bir rol inşa etme kararlılığını gerektirmektedir. Bu yapısal değişim, Türkiye’nin geleceğine dair net bir vizyon gerektirirken, bölgesel ve küresel rolünü şekillendirecek tutarlı bir dış politika geliştirmek de aynı derecede zorunludur.
Yeni anayasa ve yeni ekonomi
Tarihsel bağlamda Türkiye, genellikle önemli küresel değişimlere kapsamlı iç dönüşümlerle yanıt vermiştir. Şu anda yeni bir anayasa girişimi, Türkiye’nin yapısal gelişimini mümkün kılacak çok önemli bir yol olarak ortaya çıkıyor. 1980 askeri darbesinin ardından askeri yetkililer tarafından hazırlanan mevcut anayasa güncelliğini yitirmiş durumda ve güncel sorunları daha da kötüleştiriyor. Yeni anayasaya yönelik toplumsal ve siyasal talebin güçlü olması ve Türkiye’nin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş süreci göz önüne alındığında, yeni bir anayasanın stratejik bir gereklilik olarak algılandığı görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni anayasayı sadece demokrasiyi derinleştirmenin bir aracı değil, aynı zamanda küresel değişimlere uyum sağlayan vizyoner bir belge olarak görüyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen haftaki konuşmasında da belirttiği gibi, “İhtiyacımız olan, üslubu, ruhu ve hacmi eşit olan bir anayasa metnidir. milletimizin dünyaya ve hayata bakış açısı, ülkemizin birikim ve hedefleri doğrultusunda” dedi.
Anayasal reformlara paralel olarak Türkiye’nin ortodoks ekonomi politikalarını yeniden benimsemesi dış politikasıyla iç içedir. Pandemi sonrası dünyada yaşanan küresel ekonomik durgunluk, Ukrayna çatışmasından kaynaklanan kırılganlıklar, yoğunlaşan küresel ekonomik ve teknolojik rekabet ve Türkiye’nin devam eden ekonomik zorlukları, yeni bir ekonomik stratejinin oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin enflasyonist baskıları azaltması, küresel ekonomiyle bütünleşen, ticaret hacmini artıran, rekabetçi bir ekonomik model inşa etmesi gerekiyor. Bu hedef, hükümetin yakın zamanda açıkladığı Orta Vadeli Ekonomik Program’da da görüldüğü gibi, jeopolitik ve jeoekonomik dinamiklerin eş zamanlı yönetilmesini gerektiriyor.
Jeopolitik bağlam
Yeni bir anayasa ve güçlü bir ekonomi, istikrarlı bir siyasi temel oluşturacak ve Türk dış politikasının jeopolitik ortamla daha etkin bir şekilde etkileşime geçmesine olanak sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada küresel sistemde yaşanan derin dönüşüme dikkat çekildi.
Bu dönüşümün özelliği, ABD ve Çin arasında belirgin olmasına rağmen uluslararası arenaya da yansıyan büyük güç rekabetinin yeniden canlanmasıdır. AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri), Dörtlü Güvenlik Diyaloğu (QUAD), BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Çin) gibi gelişmelerin de gösterdiği gibi, tüm aktörleri konumlarını yeniden değerlendirmeye ve değişen ittifaklara uyum sağlamaya zorlamaktadır. Güney Afrika) ve Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Koridoru (IMEC). Bu değişken küresel ortamda Türkiye, dış politikasını jeopolitik konumuna güvenmenin ötesinde çeşitlendirmeli ve bölgesel çeşitliliği bünyesine katmalıdır.
Türkiye’nin jeopolitik zorluklarının başında, agresif ve rekabetçi bir ortamda yer alması geliyor. Devam eden Ukrayna ihtilafı, Türkiye-Rusya ilişkilerini doğrudan etkilemekte ve Türkiye’nin Avrupa, Batı ve NATO ile bağlarını yeniden şekillendirmektedir. Avrupa’nın Rusya tehdidine karşı NATO içindeki birliğini pekiştirme çabaları, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin yeniden değerlendirilmesine yol açtı.
Eş zamanlı olarak Suriye ve Irak gibi komşu ülkelerdeki kırılgan durumlar da Türkiye’yi güvenlik politikalarına öncelik vermeye zorluyor. Orta Doğu büyük güç rekabetinin ortasında dönüşüm yaşarken, Türkiye tüm bölgesel aktörlerle ilişkilerini revize ediyor. Özellikle G-20 zirvesinde açıklanan IMEC girişimine yanıt olarak Türkiye’nin Kalkınma Yolu projesini hızlandırması, jeopolitik ve jeoekonomik dinamiklerin eş zamanlı yönetilmesine örnek teşkil etmektedir.
Dış politika doğası gereği tek taraflı bir eylem alanı değil, karşılıklı etkileşim alanıdır. İlişkisel bir strateji gerektirir ve birden fazla paydaşı içerir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM zirvesinde yaptığı konuşmada, Türk dış politikasının bütünsel bir bakış açısıyla oluşturulduğunun, sürekli gelişen dünyamızdaki faktörlerin karmaşık etkileşimini hesaba katan küresel bir yönelime hazır olduğunun altını çiziyor.