Geçtiğimiz Cuma günü İsrail, Birleşmiş Milletler’den 1,1 milyon Filistinlinin 24 saat içinde Gazze’nin güneyine yerleştirilmesini istemişti. Her ne kadar BM böyle bir tahliyenin imkansız olduğu ve muhtemelen yıkıcı insani sorunlara yol açacağı konusunda uyarıda bulunsa da İsrail ordusu, bir hafta süren yoğun bombardımanın ardından kara operasyonuna hazırlanmaya devam ediyor. Filistinlileri güneye sürmek, İsrail’in tüneller de dahil olmak üzere Hamas’ın tüm kapasitesini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik çok adımlı planı olarak görülüyor. Uzmanlar, Tel Aviv’in bu kararı sivilleri öldürmek için bir bahane uydurmak ve Gazze’yi yaşanmaz hale getirme hedefine ulaşmak için aldığını öne sürüyor. İsrail’in 16 yıldır abluka altında tuttuğu Gazze’den tüm Filistinlileri Mısır’a göç etmeye zorlayabileceği konuşuluyor. Böyle bir gelişmenin Mısır’ı son derece zor duruma sokmasının yanı sıra bölgede insani krizleri ve radikalleşmeyi de tetikleyeceğini söylemeye gerek yok. ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesi ve Suriye’deki insani trajediyi görmezden gelme kararının çeşitli radikal örgütlerin ortaya çıkmasına veya güçlenmesine yardımcı olduğunu hatırlayalım.
75 yıldır işgal ve sürgünle uğraşan Filistinlilerin büyük çoğunluğunun direnişini sonlandırıp Gazze’yi terk etmesi pek mümkün görünmüyor. Gerçekten de Bloomberg’in Cuma günü yayınladığı bir haber Gazze’deki Filistinlilerin durumunu özetliyordu: Gazze sakinlerinin büyük çoğunluğu İsrail ve Batı Şeria’daki kasaba ve köylerden gelen mültecilerden oluşuyor. Vatanlarının kalan son parçasına dönememekten korkuyorlar.
Utanılacak bir trajedi
Gazze’deki Filistinlilerden hava bombardımanında ölmek ile sürgüne zorlanmak arasında seçim yapmalarını istemek, uluslararası toplumun utanması gereken bir trajediyi temsil ediyor. İsrail’in meşru müdafaa hakkına atıfta bulunan ülkelerin, başta ABD, Avrupa Birliği, İngiltere ve Rusya olmak üzere Filistinlilerin insan haklarını korumak için daha aktif bir diplomatik çaba sarf etmesi gerekiyor. Bölgeye iki uçak gemisi konuşlandıran Biden yönetimi, BM’nin uyarısını dikkate alarak sivil kayıplarını ve Gazze’nin tamamen yok edilmesini durdurmalı. İsrail’in ulusal güvenliğini desteklemek, otomatik olarak şiddetin tırmanması ya da sürgün ve katliamın göz ardı edilmesi anlamına gelmemelidir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye yönelik eleştirileri de bu nedenle bu yükümlülükleri ön plana çıkarıyor. Ortadoğu’daki bu son çatışmadan bazı ülkeler faydalanarak yeni bir şiddet ve belirsizlik dönemi başlatma potansiyeline sahip olabilir. Hemen akla Rusya ve İran geliyor. Yorumcular, Moskova’nın Ukrayna’da daha özgür hareket etme fırsatını memnuniyetle karşıladığını ve Tahran’ın, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşmeyi durdurmuş olmanın mutluluğunu yaşadığını öne sürüyor. ABD çatışmalardan faydalanıyor mu? Washington’un odağını Pasifik’ten Orta Doğu’ya kaydırma tehdidi oluşturan yeni bir çatışma dalgasının ABD çıkarlarına hizmet etmeyeceğini söyleyelim.
Caydırıcılık çok önemlidir
Biden yönetiminin 7 Ekim saldırılarından İran’ı sorumlu tutmaktaki isteksizliği, ABD’nin şiddetin yayılmasını istemediğini gösteriyor. Ancak şunu belirtmekte fayda var ki caydırıcılık İsrail-Filistin çatışmasının Lübnan, Suriye, İran ve ötesine yayılmasını önlemenin anahtarıdır. Bu anlamda Tel Aviv’in Hizbullah ve Tahran’a yapılan uyarıların farklı bir versiyonunu duyması gerekiyor. Şiddetin sık sık yaşandığı, çıkar çatışmalarının olduğu bir bölgede bu hiç de kolay bir iş değil. Gazze’ye uçakla insani yardım gönderen ilk ülke olan Türkiye’nin, hem taraflarla hem de kriz üzerinde etkisi olabilecek tüm paydaşlarla temasa geçme çabalarının desteklenmesi bu nedenle gereklidir. ABD ve daha geniş anlamda Batı, İsrail’in sebep olduğu sivil ölümlerinden kendilerinin sorumlu tutulacağını aklında tutmalı.
Filistinlileri Gazze’den çıkmaya zorlamak İsrail’in güvenlik sorunlarını çözmez. Eğer bir şey olursa, bu onları daha da kötüleştirecektir.