İmralı’ya yönelik önerisiyle “yeni bir tartışma dönemine” zemin hazırlayan MHP liderinin asıl amacını anlamak oldukça güç. Ancak “Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesi için anayasa değişikliği çağrısı” kamuoyu açısından tek bir anlam taşıyor. Zaten muhalefetin “İşte sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar” şeklindeki tepkisi de boşuna değil. “Eğer terör hayatımızdan tamamen çıkarılabilirse, eğer enflasyon sorununa etkili bir şekilde müdahale edilebilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine ulaşabilir” diyerek desteğini belirli koşullara bağlamış olsa da Bahçeli’nin çağrısından sonra, iktidar mensuplarının “Hadi yeni anayasa yapalım” demesiyle ne demek istedikleri daha belirgin hale geldi. Bundan sonra benzer söylemlerin, örneğin “Darbe anayasası yerine sivil anayasa yapalım” gibi, hangi amaca hizmet ettiğinden kuşku duyulmayacak. Bahçeli’nin bu anlamdaki bir anayasa değişikliğine yönelik girişimini engelleyebilecek açıklamalarla gerçekten ne yapmak istediğini derinlemesine analiz etmek gerekiyor. Öcalan’ı İmralı’dan çıkarma karşılığında Meclis’teki DEM Partisi vekillerinin oylariyla erken seçime gitmeyi planlayan bir iktidarın sandıkta hangi sonuçlarla karşılaşacağını düşünmeden bir “süreç” başlatmanın gerekçelerini de sorgulamak lazım. Geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın “kardeşlik hukukuna katkısından dolayı” tebrik ettiği Özgür Özel için Bahçeli’nin neden “CHP Genel Başkanı şaşırmış, su kaynatmıştır. Buradan bakınca CHP ile DEM Partisi’ni ayırt etmekte zorlandığımızı, hatta CHP ile PKK’yı dahi karıştırdığımızı söylemek abartılı bir iddia olmayacaktır” demiş olabileceğini sorgulamalıyız. CHP’nin hedef alınmasının ardında yatan stratejik sebepleri “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Üzülme! Bazen siyaseten söylememiz gereken şeyler oluyor” sözleri ışığında mı değerlendirmeliyiz? MHP liderinin “Özellikle ciddi sağlık sorunları olan, yaşı ileri bir noktaya ulaşmış ve köklü bir aileye mensup Kürt ağası Sayın Ahmet Türk’ün istismar edilmesi” ifadesiyle CHP’yi hedef alarak iki kuşu birden vurma niyeti taşımış olabilir mi? Bahçeli, DEM Partili belediyelere kayyum atamaları hakkında neden “Geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanları hukuki süreçlerin sonuçlanmasını sabırla beklemelidir” biçiminde bir ifade kullanma gereği hissetmiştir? Bu soruların kesin cevapları olmasa da üzerinde düşünmenin herhangi bir zararı yoktur. Geçen hafta bu sütunda gündeme getirdiğim bir nokta şuydu: DEM Partisi’nin Meclis’te 59 sandalyesi var ve bu sayı, Erdoğan’ın yeniden aday olmasını sağlamak adına Cumhur İttifakı’nın belirli eksikliklerini gidermeye yetiyor. Öte yandan, CHP’nin sandalye sayısı ise 128. Yani, eğer AK Parti ana muhalefet partisiyle işbirliği yapabilirse, MHP’nin desteğine bile ihtiyaç kalmayabilir. Bu nedenle geçmiş dönemlerde iki ortak arasında geçen “Kızgın demiri soğutma” tartışmaları veya CHP ile “normalleşme” sürecinin MHP’nin “Normalleşmenin önündeki engel bizsek, kenara çekiliriz” tehdidiyle sona erdirilmesini hatırlamadan bugünkü hamleleri anlamak güç olacaktır. Çalışma odasındaki 17-25 saatine dayanarak Bahçeli’nin asıl hedefinin Erdoğan’ı tasfiye etmek olduğunu öne süren komplo teorileri peşinde koşanlar, bu düşüncenin ne denli mantıksız ve hiçbir siyasetçiye yakıştırılamayacak bir varsayım olduğunu kavrayabilirler. Bahçeli ve diğer MHP’liler, iktidarı yıkmak değil, aksine sürdürmek ve güçlendirmek istemektedirler. Ancak ortakları olmadıkları bir iktidar senaryosunu kabul etmek de akıllarından geçmez. Zaman zaman ortaklarına gözdağı verme gereği duymalarının nedeni budur. Sevdiğine “Ya benim ol ya da toprağın” diyen bir aşığın saplantılı tutumunun siyasetteki akılcı versiyonudur bu. Diğer yandan, Erdoğan ve Bahçeli’nin birbirleri hakkında kullandıkları abartılı övgü sözlerini göz önünde bulundurarak Cumhur İttifakı’nın vatan ve millet tutkusu ile kenetlenmiş bir güç olduğu hissiyatına kapılanlar, akıl ve mantık süzgecinden geçirerek mevcut durumu analiz edebilirler. Örneğin, Öcalan’ı Meclis’te konuşmaya çağırdıktan sonra DEM Partili belediyelere kayyum atamanın genelde birbirine zıt politikalar olduğunu fark edebilirler. Dolayısıyla tartışmanın esasen “Kürt sorunu” veya terör tehdidiyle bağlantılı olmadığını anlayabilirler. Bahçeli’nin attığı her adımı “Cumhurbaşkanımızın başında kalmaya devam etmesi” amacıyla açıklaması, gerektiğinde ABD ve Avrupa’ya, gerektiğinde CHP’ye “Erdoğan adına” meydan okuması anlamlı bir detay değildir. Örneğin, Gazze saldırısının ilk haftalarında sessiz kalan ortağının aksine, Bahçeli’nin ortaya çıkarak İsrail’e karşı bir tutum sergilemesi “Erdoğan’ın taşlarıyla satranç oynamak” anlamına gelmiyor mu?
ABD ve Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde stratejik bir öneme sahip olan Münbiç kenti ile ilgili olarak, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) güvenli bir şekilde tahliye edilmesi konusunda anlaşmaya vardılar. Bu...
Devamını Oku..