İran’ın uluslararası gazetesi Tehran Times, 4 Ocak’ta ABD’nin Irak’ta öldürdüğü Kasım Süleymani’yi Ortadoğu’daki yeni bölgesel geometrinin “mimar”ı olarak tanımladı. Aynı gün İran’ın Kerman kentinde 100’den fazla sivilin ölümüne neden olan bir terör saldırısı meydana geldi.
Süleymani’nin ölümünün dördüncü yıldönümüne denk gelen ve mezarının yakınında gerçekleşen saldırı, sembolik açıdan önemli bir anlam taşıyor. Geleneksel olarak sınırlarının ötesinde askerileştirilmiş bir güvenlik doktrinine dayanan İran, şu anda kendi başına önemli bir güvenlik kriziyle karşı karşıyadır. Saldırının, İran’ın Lübnan, Irak ve Suriye’deki vekalet savaşlarının önde gelen isimlerinden Süleymani suikastının dördüncü yıldönümüne denk gelmesi, saldırının sembolizmini artırıyor. Ancak Kerman’daki terör saldırısını 7 Ekim’den sonra Orta Doğu’da yaşanan yeni güvenlik krizinden ayırmak mümkün değil.
Yeni bir bölgesel gerginlik
7 Ekim’den sonra Ortadoğu’da iki süreç eş zamanlı yaşanıyor. Bir yandan İsrail’in Gazze’deki savaşının yol açtığı bölgesel güvenlik krizi, bölgede çatışmalı bir güvenlik ortamının oluşmasına yol açtı. Öte yandan bölgesel normalleşme yavaşlayarak da olsa devam ediyor. Bu çatışmalı ortamda, üç devlet (İran, ABD ve İsrail) giderek daha fazla çatışmalı rekabete giriyor.
İran, 7 Ekim saldırısının sorumluluğunu kabul etmese de Gazze savaşını bölgesel nüfuzunu yeniden öne çıkarmak için bir fırsat olarak kullanıyor. İsrail’in Gazze’de süregelen askeri saldırganlığını sona erdirmek için Gazze savaşında Lübnan Hizbullah’ını, ABD’ye karşı Irak ve Suriye’deki vekil güçlerini, uluslararası ticarete karşı ise Yemen’deki Husileri kart olarak kullanıyor. Güney Lübnan’da Hizbullah ile İsrail arasında yakın zamanda yaşanan düşük yoğunluklu çatışma ve son üç ayda ABD’nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığına ve üslerine yönelik saldırılar, İran’ın bu devlet dışı askeri gruplar üzerindeki etkisinden ayrı tutulamaz. Husilerin Yemen’deki Bab el Mendeb Boğazı’nda ABD ve uluslararası deniz ticaretini hedef alması, Gazze savaşının İran açısından direniş cephesinde bir seferberlik olduğunu gösteriyor.
İran bir yandan bölgesel diplomasi yoluyla Gazze savaşını bitirmeye çalıştı ama İsrail’i savaştan caydıramadı ve durdurmayı da henüz başaramadı. Lübnan Hizbullah’ı İsrail’in Lübnan’ın güneyindeki saldırılarına karşı caydırıcı bir pozisyon oluşturamamış ve çatışmaya müdahil olmaktan çekinmiştir. Öte yandan, Suriye ve Irak’taki ABD üslerine yapılan saldırılar ABD’nin İsrail’e verdiği askeri ve siyasi desteği azaltmadı; Washington hem yanıt verdi hem de İsrail’e bir güvenlik şemsiyesi sağlama konusunda ısrar etti.
ABD, Husi saldırılarına Ensarullah olarak bilinen grubu hedef alarak karşılık verdi. İsrail’in Suriye’de üst düzey İranlı komutanlardan Zeyd Rıza Musavi’yi ve ardından Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta üst düzey Hamas liderlerinden Salih Aruri’yi hedef almasının ardından İran, İsrail’e karşı caydırıcı bir askeri tepki formüle edemedi. Hizbullah lideri Nasrallah’ın, İsrail’in Beyrut’a saldırısı sonrasında çatışmaya karışmayacaklarını vurgulaması, İran’ın vekil unsurlar üzerinden uyguladığı caydırıcılığın işe yaramadığını gösteriyordu.
Bu noktada İran’ın vekil unsurlar üzerinden İsrail’e karşı yeni bir cephe açmayı uygun görmediği, böyle bir senaryoda ABD veya İsrail’in askeri tepkisinin İran’ın vekil unsurlarını zayıflatacağı anlaşılmaktadır.
Kim ne istiyor?
İran’a yapılacak bir terör saldırısı, Gazze savaşının bölgesel olarak tırmanmasını tetikleyebilir ve İsrail-İran gerilimini ABD’nin de dahil olduğu bölgesel bir çatışmaya dönüştürebilir. Buna birçok önemli neden yol açabilir.
Birincisi, İsrail’in 7 Ekim saldırılarına yönelik Gazze’yle sınırlı olmayan politikası. İsrail’in Beyrut’ta Hamas’ın üst düzey bir liderini hedef alması ve İran’ın Suriye’deki vekillerine saldırıları, İran ve Hizbullah’ı harekete geçmeye zorlamayı, ABD’yi içine çeken bir askeri çatışma sarmalı yaratmayı ve dolayısıyla Hizbullah’ı sınır çizgisinin ötesine sürüklemeyi amaçlıyor. İran’ı zayıflatmak ve Gazze’nin tamamen boşaltılmasını sağlayacak dinamikleri yaratmak. Yani İsrail, ABD’yi İsrail’e karşı askeri güç kullanabilecek askeri aktörlerle meşgul ederek, asıl hedefi olan Gazze’nin tamamen boşaltılması üzerinde yoğunlaşmak istiyor.
Bir diğer önemli nokta ise İsrail’in, 7 Ekim saldırılarının sorumlularını Türkiye ve Katar gibi ülkelerdeki istihbarat operasyonlarıyla hedef alacağını açıklamasıdır. İsrail iç gizli servisinin başkanının bu yöndeki açıklamaları bu yaklaşımı kanıtlayan en önemli sinyallerden biridir. Türkiye’nin İsrail’in olası istihbarat operasyonunu açıklaması da İsrail’in bu politikayı Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bölge ülkelerinde uygulamaya çalışacağının göstergelerinden biri olarak anlaşılmalıdır.
İkinci önemli konu ise İran’ın Kerman’daki terör saldırısına nasıl karşılık vereceğidir. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney, yayınladığı taziye mesajında, bugünden itibaren faillerin ve olayın arkasındakilerin adil cezanın “kesin hedefi” haline geldiğini ve bu eylemin cevapsız kalmayacağını söyledi. İran Cumhurbaşkanlığına yakın olduğu bilinen IRNA haber ajansı, mevcut Kudüs Gücü komutanı İsmail Kaani’nin konuşmalarını yayınladı. Qaani konuşmasında, eylemin faillerinin ABD ve İsrail tarafından desteklendiğini belirtti. Tahran, saldırılardan İsrail’i sorumlu tutarsa İsrail’e Hizbullah üzerinden karşılık vererek Lübnan’ın güneyinden yeni bir cephe açmak isteyebilir. Diğer bir seçenek ise ABD’ye karşı caydırıcı bir etki yaratmak için Irak’taki ABD askeri üslerini hedef almaya çalışmak. Yemen’deki Husilerin Kızıldeniz’deki askeri faaliyetlerini arttırarak deniz ticaretini tamamen istikrarsızlaştırması da mümkün.
Ancak İran’ın şimdilik ABD ile askeri açıdan karşı karşıya gelmek istemediği anlaşılıyor. Dolayısıyla İran’ın terör saldırısıyla, İran’la çatışan örgütler üzerinden mücadele etmesi muhtemel görünüyor. Ancak bu, İran’ın mevcut güvenlik politikasından vazgeçeceği anlamına gelmiyor.
Üçüncü önemli nokta ise ABD’nin Husilere yönelik askeri operasyonlarını yoğunlaştırmasının ardından Husilerin daha kapsamlı ve yoğun saldırılar başlatması ve krizin Yemen’e sıçraması olabilir. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi, İran’ın daha sert tepki vermesine neden olabilir ve çatışma, İran ile ABD arasında çatışmaya dönüşebilir. Ortadoğu’da bölgesel savaş.
İran’daki terör saldırısı ve Gazze’de süregelen gerginlikler, birden fazla ülkeyi ve devlet dışı silahlı aktörleri kapsayan daha geniş bölgesel çatışmaları tetikleme potansiyeline sahip. Bu durum Lübnan’dan Yemen’e kadar geniş bir coğrafyayı etkileyen karmaşık ve çok katmanlı bir bölgesel savaşa yol açabilir.