Hamas’ın İsrail hedeflerine düzenlediği 7 Ekim saldırıları ve İsrail’in sert tepkisi ve soykırımcı politikaları, onlarca yıldır modernizm, insan hakları ve demokrasi adına diğer ulusların iç işlerine müdahale eden Batılı küresel güçlerin İsrail yanlısı lobiye fazlasıyla bağımlı olduğunu gösterdi. Sözde liberal Batılı devletlerin çoğu, İsrail çıkarları uğruna uzun zamandır sürdürdükleri liberal iddialarını terk ettiler. Tüm kaynaklarını seferber ederek bölgedeki otoriter rejimleri destekliyor, temel insan haklarını ihlal ediyor ve savaş suçları işliyorlar.
Afrika kıtasının sömürgeleştirilmesinden Afganistan ve Irak gibi devletlerin işgaline kadar, tüm bu müdahaleler iddiaya göre modernizm ve liberalizm adına yapıldı. Bu, Batılı devletlerin onlarca yıldır baskın söylemiydi. Son zamanlarda, bu siyasi söylem dünya çapında eleştirildi. Ancak, saldırgan İsrail politikaları ve masum Filistinlilere yönelik son soykırım saldırıları ve Batı’nın İsrail politikalarına koşulsuz ve sürekli desteği, Batı ülkelerinin ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardı.
Filistin’deki son gelişmeler Batılı güçlerin büyük ölçüde İsrail yanlısı güçlere bağımlı olduğunu ortaya koydu. Birçok bölgede toprak kaybetmeyi ve İsrail’i desteklemenin bedelini ödemeyi kabul ederek, İsrail uğruna değerlerinden ve ilkelerinden gönüllü olarak vazgeçmeye devam ediyorlar.
Öncelikle İsrail ulus-devletin tabutuna son çiviyi çakmış, İsrail parlamentosu 2018 yılında sözde “ulus-devlet tasarısı” veya temel yasayı geçirmiştir. Bu tasarıya göre İsrail topraksal bir ulus-devlet değil, nerede yaşarlarsa yaşasınlar Yahudi halkının devletidir. İsrail bu tasarıyla Yahudi olmayan vatandaşları ötekileştirerek resmen apartheid rejimini uygulamaya başlamıştır. Tasarının bir maddesine göre “İsrail Devleti’nde ulusal kendi kaderini tayin hakkı yalnızca Yahudi halkına özgüdür.” Bu tasarı Vestfalya sisteminden açık bir sapma olmasına ve mevcut uluslararası sistem üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olmasına rağmen Batılı ülkeler İsrail’in bu yasayı geçirmesini eleştirmemiştir bile.
İkinci olarak, Batılı ülkeler, özellikle de ABD, Birleşmiş Milletler kurumları tarafından kabul edilen kararların uygulanmasını reddediyor. Batılı ülkeler ya BM Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkilerini kullanıyor ve çoğu zaman BMGK’nin İsrail karşıtı bir karar almasını engelliyor ya da kararların uygulanmasını engelliyor. Büyük Batılı ülkeler, BM de dahil olmak üzere Batı tarafından kurulan uluslararası örgütlerin aldığı kararlara karşı çıkıyor. Batılı ülkeler, İsrail’in Yakın Doğu’daki Filistin Mültecileri için Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı’nı (UNRWA) terör örgütü ilan etmesine kayıtsız kalıyor. İsrail, kamplar ve okullar da dahil olmak üzere Filistin’deki UNRWA’ya sürekli saldırılar düzenliyor.
Üçüncüsü, Batılı ülkeler İsrail’in Arap topraklarını on yıllardır işgal etmesine büyük ölçüde kayıtsız kaldılar. İsrail sadece Filistin topraklarını değil, aynı zamanda Lübnan ve Suriye topraklarının bazı kısımlarını da işgal ediyor. BM Güvenlik Konseyi, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısında bulunan kararlar aldı, ancak Batılı ülkeler işgali resmen tanımaya başladı. Örneğin, ABD hükümeti 1967’den beri işgal altında olan Golan Tepeleri’ni resmen İsrail’in bir parçası olarak tanıdı. Böylece ABD ve diğer Batılı ülkeler, diğer güçlerin de aynı yolu izlemesi ve diğer devletlere ait toprakları işgal etmesi için yol açtılar. Bu nedenle, Batılı ülkelerin herhangi bir ülkenin herhangi bir toprağı işgaline karşı çıkma hakkı yoktur.
Dördüncüsü, Batılı hükümetlerin çoğu Filistin’de soykırım yapması için Netanyahu hükümetine azami desteği veriyor. Soykırım suçlarını destekleyerek Batılı hükümetler vatandaşlarını yabancılaştırmaya başladı ve bu da toplumlarında kutuplaşmaya neden oldu. Batılı ülkelerdeki insan hakları yanlısı gruplar, özellikle gençler, hükümetlerinin politikalarını eleştiriyor. Netanyahu’nun, Amerikan üniversite kampüslerinde ve şehir merkezlerinde İsrail soykırımını protesto eden Amerikan halkını “İranlı kullanışlı aptallar” olarak suçlaması ve Kongre üyelerinin onu alkışlaması ironikti. Ne yazık ki, Amerikalı yetkililer bu iddiaya açıkça karşı çıkamadı.
Beşincisi, Amerikan siyasi sisteminin temel ilkelerini bilenler, Kongre üyelerinin İsrail’e koşulsuz destek vermesini normal karşılıyorlar çünkü büyük ölçüde Yahudi ve İsrail yanlısı lobilerin finansmanına bağımlılar. Bu nedenle, İsrail politikalarını desteklemekten çekiniyorlar. Amerikan toplumunun geniş kesimlerinin Netanyahu’nun politikalarına karşı çıkması, Kongre’nin çoğunluğunun ise hala onun soykırımcı politikalarını desteklemesi ironik. Örneğin, hiçbir başkan adayı, ne Demokrat ne de Cumhuriyetçi, son dokuz aydır İsrail’in vahşetlerini eleştirmeye cesaret edemiyor.
Başka bir deyişle, koşulsuz ve sürekli İsrail yanlısı politikalar izleyerek, ABD elitleri halklarını yabancılaştırmaya başladı. Bu süreç, uzun vadede Amerikan siyasi sistemi üzerinde olumsuz etkilere sahip olacak, çünkü çoğu Amerikalı ve diğer Batılı ülkelerin halkları Filistin’de neler olup bittiğinin büyük ölçüde farkında. Ana akım medyanın İsrail yanlısı anlatıyı desteklemesi çok daha zor hale geldi. Alternatif medya platformları ve özellikle Batı dışı sosyal medya platformları, Filistin’deki İsrail vahşeti hakkında tarafsız bilgi sağlıyor.
Sonuç olarak, küresel Batılı güçler çoğu Batılı olmayan devletin iç siyasetini etkileyebilir ve müdahale edebilir. Ancak, İsrail’in herhangi bir talebine karşı koyamazlar. Büyük Batılı ülkeler, İsrail’in vahşetlerinin neden olduğu maliyetleri karşılamaya istekli oldukları için kendi ulusal çıkarlarından çok İsrail’in ulusal çıkarlarına öncelik veriyorlar. Bu nedenle, çoğu Batılı hükümetin İsrail yanlısı güç çevreleri tarafından rehin alındığını iddia etmek abartı olmaz. Batılı hükümetlerin İsrail’in çıkarı için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle, güç siyasetine yatırım yapmaya ve sistemsel bir savaşın yolunu açmaya devam ediyorlar.