İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye yönelik saldırıları, uluslararası hukukun açık ihlallerinin yanı sıra askeri, siyasi ve jeopolitik dinamikler açısından önemli sonuçlar doğurdu. ABD ve Batılı ülkeler İsrail’in eylemlerini meşru müdafaa hakkı çerçevesinde çerçevelese de mevcut durum bu gerekçeyi aşarak İsrail’in Gazze’de savaş suçları işleyen bir devlet olarak sınıflandırılmasına olanak tanıyor.
Uluslararası hukuk uzmanları bu konuyu tartışmaya devam ederken Yücer Acer’ın yayınladığı rapor da bu yorumu açıkça destekliyor. Rapora göre İsrail, uluslararası hukuku ihlal etmenin yanı sıra Gazzelilere yönelik ağır savaş suçları ve soykırım da gerçekleştiriyor.
Meşru müdafaa hakkının ihlali
Bu noktada önemli bir gözlem, İsrail’in sözde meşru müdafaa hakkının temelden kusurlu olduğudur. İsrail, Filistin topraklarını işgal etmiş bir devlet olarak, işgal altındaki bölgelerdeki Filistinli grupların askeri saldırılarına karşı meşru müdafaa hakkından yoksundur. Bunun yerine İsrail’in yasal yükümlülüğü işgal altındaki topraklardan meşru sınırlarına geri çekilmeye odaklanmalıdır. Dolayısıyla İsrail meşru müdafaa hakkını ancak kendi topraklarını korumak için tanınmış sınırları içerisinde saldırıya uğradığında kullanabilir.
Acer, meşru müdafaa hakkının meşru olmayan güç kullanımına tepki olarak geçerli olduğunu savunuyor. Filistin işgal altındaki taraf olarak her zaman meşru müdafaa hakkına sahiptir. Bu duruş, Uluslararası Adalet Divanı’nın, İsrail’in Filistin topraklarında bir duvar inşa etmesine ilişkin tavsiye niteliğindeki görüşünde açıkça ifade edildi.
İsrail’in işgalci taraf statüsü bir kenara bırakılırsa, İsrail’in meşru müdafaa hakkını kullandığı varsayılsa bile, İsrail’in orantısız güç kullanması, bireyleri ve yerleri hedef alması, karşı saldırılarının hakkın yasal sınırlarını aşmasına yol açmıştır. Meşru müdafaaya doğru, yasal gerekçesi olmayan, ayrım gözetmeyen bir saldırıya dönüşüyor.
İsrail’in saldırılarının sonrasına bakıldığında meselenin meşru müdafaa iddiasının çok ötesinde olduğu açıkça görülüyor. Özellikle Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki yerleşim yerlerinin yaygın bombardımanı, çok sayıda sivilin ölmesine ve yaralanmasına, ayrıca hayati öneme sahip sivil altyapının tahrip olmasına yol açtı. Eş zamanlı olarak İsrail ordusu Batı Şeria’da tam bir tecrit başlattı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze Şeridi’ne “topyekün” abluka uygulanacağını, elektriğin kesileceğini ve temel malzemelerin girişinin engelleneceğini duyurdu ve ardından endişe verici bir açıklama yaptı: “İnsan hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz.” Dolayısıyla İsrail’in saldırıları meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez.
Acer’a göre meşru müdafaa hakkı, herhangi bir türden veya ölçekteki askeri faaliyetler için genel bir gerekçe teşkil etmiyor. BM Şartı’nın 51. maddesinde de belirtildiği gibi meşru müdafaa hakkı, devletlerin devam eden bir silahlı saldırıya karşı kendilerini bireysel olarak, diğer devletlerle işbirliği yaparak veya diğer destekleyici devletlerin yardımıyla savunma hakkına sahip olmasını ifade eder. Meşru müdafaayı meşrulaştıran başlangıçtaki gücün orantılılığını aşan ve cezai tedbirleri veya intikamı amaçlayan eylemler, meşru müdafaanın yasal sınırlarını aşmaktadır.
Bu bağlamda İsrail, ancak saldırıların durdurulmasına ve gerekiyorsa işgal altındaki toprakların özgürleştirilmesine kadar karşı askeri eylemlerini sürdürebildi. Kullanılan güç orantılı kalmalı, saldırıyı durdurmak ve ülkesinin meşru bölgelerinin özgürleştirilmesini sağlamakla sınırlı olmalıdır.
Uluslararası insani hukukun ihlalleri
Acer, İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden saldırılarının, uluslararası insancıl hukuk ihlallerini vurgulayan farklı özellikler sergilediğini ileri sürüyor. Bu askeri saldırılar ve önlemler yalnızca Gazze Şeridi’ni hedef almıyor, Filistin topraklarının diğer bölgelerine, yani işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’e de uzanıyor. En endişe verici husus ise sivillerin kasıtlı olarak hedef alınması ve zarar verilmesidir. İsrail savaş uçaklarının hava bombardımanları, kara kuvvetlerinin topçu veya roket atışları ve benzeri saldırılar doğrudan bilinen sivil bölgeleri hedef almakta ve sivil kayıp veya yaralanmalara neden olmaktadır. Tahliye yollarının, sivil barınaklarının, mülteci kamplarının, kasaba veya köylerin kasıtlı olarak sivillere zarar verecek şekilde bombalanması neredeyse her gün yaşanıyor.
İsrail’in sivilleri hedef alması Gazze ile sınırlı kalmayıp Batı Şeria’ya da uzanıyor. Bu davranış İsrail’in meşru müdafaa sınırlarını aştığını gösteriyor. Bu eylemler gösteriler sırasında sivillerin vurulmasını ve öldürülmesini, sivillerin yaralanmasını ve gözaltına alınmasını, Filistinlilerin Yahudi yerleşimciler tarafından öldürülmesini görmezden gelmeyi ve hatta Batı Şeria’nın Cenin kentine hava saldırıları düzenlemeyi kapsıyor. İsrail, 15 Kasım itibarıyla Batı Şeria’da 200’den fazla kişinin hayatına mal oldu.
Acer, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı yaptığı kayda değer eylemin, yani Filistinlilerin evlerinden zorla yerinden edilmesinin altını çiziyor. 12 Ekim’de İsrail, Gazze’nin kuzeyinde yaşayan herkesin 24 saat içinde güneye taşınmasını zorunlu kıldı. Buna cevaben Birleşmiş Milletler yetkilileri, ciddi sonuçlar öngörerek bu yetkiyi imkansız ve insanlık dışı olarak değerlendirdi. Uluslararası Af Örgütü ayrıca bir insani felaket konusunda uyararak İsrail’i 13 Ekim’de tahliye emrini iptal etmeye çağırdı.
Savaşın etkilerinden korunan bireyler olan sivillerin kasıtlı olarak hedef alınması, yalnızca doğrudan saldırılarla değil, aynı zamanda sivil altyapıya yönelik saldırılarla da gerçekleşerek temel ihtiyaçları ulaşılmaz hale getiriyor. İsrail’in eylemleri arasında 12 Ekim’de rehineler serbest bırakılana kadar Gazze’ye su, yakıt ve elektriğin kesileceğinin duyurulması da yer alıyor. Ardından sivillerin vazgeçilmezi olan enerji santralleri, güneş panelleri, su ve yakıt hatları bombalandı ve bombalanmaya da devam ediyor.
Acer, İsrail’in saldırılarının insani açıdan bir diğer kritik yönünün altını çiziyor: hastanelere ve sağlık kurumlarına yönelik saldırılar. 14 Ekim’de Kızılay ambulansları kasten vuruldu; 17 Ekim’de binlerce Filistinlinin barındığı El Ahli Arap Hastanesi bombalandı; 27 Ekim’de İsrail savaş uçakları Gazze’de hem Şifa Hastanesi’ni hem de Endonezya Hastanesi çevresini hedef aldı; 30 Ekim’de Türk-Filistin Dostluk Hastanesi bombalandı; 3 Kasım’da ise ambulans konvoyuna saldırı düzenlendi ve Şifa Hastanesi yeniden bombalandı. Okullar, ibadethaneler, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) gibi BM kuruluşları ve yardım konvoyları da hedef alındı. İsrail saldırılarında çok sayıda basın mensubunun hayatını kaybettiği, gazetecilerin sayısının ise 48 kişiye ulaştığı dikkat çekiyor.
Etnik temizlik
Acer’ın temel argümanı, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin “etnik temizlik” tanımına uygun olduğunun altını çiziyor. Etnik temizlik, etnik açıdan homojen bir bölge oluşturmak amacıyla sivil nüfusun kasıtlı olarak yerinden edilmesini veya toplu katliamını içerir. BM’nin 1967’den bu yana işgal altındaki Filistin topraklarındaki insan hakları durumuyla ilgili özel raportörü Francesca Albanese, “İsrail’in zaten savaş kisvesi altında Filistinlilere karşı kitlesel etnik temizlik uyguladığını” açıkça belirtti. Ayrıca, “İsrail bir kez daha meşru müdafaa bahanesiyle etnik temizliği meşrulaştırmaya çalışıyor” diye vurguladı.
Acer ve BM özel raportörünün bu iddiası, İsrail’in Gazze’deki eylemlerine ilişkin derin endişe uyandırıyor ve burada gerçekleştirilen operasyonların etnik temizliğe benzer özellikler taşıdığını ima ediyor. Bu tanımlama, sivilleri zorla yerinden ederek bir bölgenin demografik yapısını değiştirmeye yönelik kasıtlı çabaları ima etmektedir; bu, insan haklarının ve uluslararası hukukun ağır bir ihlalidir.
Sonuç olarak İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları meşru bir askeri operasyonun sınırlarını açıkça aşmıştır; Tel Aviv yönetimi uluslararası hukukun tüm normlarını açıkça hiçe saymaktadır. İsrail’in askeri başarısı durumunda bile, bu eylemlerden sorumlu olanların nihai olarak yargılanması kaçınılmaz olmaya devam ediyor.