7 Ekim’de Hamas’ın saldırısı başladığında İsrail’de şok yaşandı. Daha sonra İsrail Gazze’de Filistinlilere yönelik katliama başladı. Başlangıçta, İsrail’in öfke ve öfkeyle körüklediği, hızla Hamas’ı dağıtacağı, silahlı kuvvetlerini ortadan kaldıracağı ve Gazze’yi tamamen işgal edeceği yönünde yaygın bir beklenti vardı. Ancak Gazze çatışması ortaya çıktıkça hızla küresel değişimlerin simgesi haline geldi ve dünya çapındaki jeopolitik dengelerdeki derin değişiklikleri ortaya çıkardı.
Başlangıçta tüm tartışma, Filistin direniş grubu Hamas’ın nasıl yenilgiye uğratılacağı ve orada yaşayan 2 milyondan fazla insanın hangi ülkeye sınır dışı edileceği üzerineydi.
Türkiye’deki ve dünyadaki yorumculara göre İsrail olağanüstü bir askeri güce, modern silah ve mühimmatlara, dünyanın en donanımlı ordularından birine ve üstün bir istihbarat teşkilatına sahipti. Her şeyden önce ABD, dünyanın en iyisi olduğu varsayılan ateş gücüyle İsrail’in yanındaydı.
Aslında ABD, başlangıçta İsrail kadar aklını kaybetmiş gibi görünmüyordu ve operasyonun yapılmaması, sivillere karşı dikkatli olunması konusunda bazı önerilerde bulundu. Ancak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bu tür tavsiyelere hastaneleri bombalayarak yanıt verdi. Üstelik ABD ne zaman tavsiyede bulunsa Netanyahu elini biraz daha yukarı kaldırıyordu. Doğrudan sivilleri öldürmeye devam etti.
Çatışmanın iki yüzü
Savaşın iki yüzü ortaya çıktı: İsrail tarafından terör örgütü olmakla suçlanan Hamas, esir tutuyor, onları koruyor, onlara adaletle davranıyor ve günü geldiğinde onları sağ salim serbest bırakıyor. Buna karşılık devlet olduğunu iddia eden İsrail ise sürekli olarak sivilleri öldürüyor, hastaneleri bombalıyor, buldozerlerle cesetlerin üzerinden geçiyor ve bebekleri kuvözlerde ölüme terk ediyor. Öncelikle savaşın psikolojik savaş cephesi İsrail tarafında çöktü. İsrail’in neredeyse bir asırdır inşa ettiği Siyonist algı, bir yandan dünyanın her yerindeki gençlerin, muhaliflerin, Müslümanların ve solcuların öfkesine yenik düştü.
Öte yandan Batı değerleri kökten sarsıldı. Batı dünyasının ve ABD’nin yıllar içinde oluşturduğu değerlerin ne kadar çürük, ne kadar işe yaramaz, ne kadar kolay çökertildiğini kitleler gördü. İnsanlar, değerler sisteminin daha yüksek bir amaca hizmet etmek yerine, dünya sistemini yönetmek için ortaya konduğunun farkına varırlar.
Psikolojik savaşın yanı sıra sahadaki gerçek savaşın durumu da İsrail için pek umut verici değil. Hamas her hafta ortalama 50’ye yakın zırhlı araç ve tankı bombalayıp imha ediyor ve silahlı çatışmalarda etkisiz hale getirdiği İsrail askerlerinin sayısını açıklıyor. Muhtemelen İsrail ölü askerlerinin yalnızca onda birini veya daha azını açıklıyor.
Washington’un uyarısı
ABD ile İsrail arasında devam eden gerilimin ortasında Washington, savaş gemilerini bölgeden çekerek uyarı sinyali verdi.
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir yaptığı açıklamada, İsrail’in ABD’nin bir devleti olmaktan farklı, egemen bir ülke olduğunu vurgulayarak “Biz ABD bayrağındaki yıldızlardan biri değiliz” dedi.
Bu arada Katar’da barış süreci görüşmeleri yürütülürken İsrail doğrudan Hamas liderlerinden birine saldırdı. İsrail bir yandan Lübnan topraklarına, diğer yandan İran’a saldırarak bir bakıma ABD’yi savaşta yanında tutmaya çalışıyor. Ancak bu çabaların boşuna olması muhtemeldir.
Hamas cephesinde savaşı kaybeden İsrail, İran’a, Lübnan’a ya da Suriye’ye saldırarak ABD’yi savaşa çekmeye çalışıyor. Bunun da boşuna bir çaba olduğunu düşünüyorum.
İsrail, psikolojik savaşta aldığı yenilginin ardından savaş cephesinde de mağlup oldu. Bu yenilgi sadece İsrail’in yenilgisi değildir, dünya çapındaki tüm Yahudi halkı, İsrail’e verdikleri soykırım, katliam ve destek nedeniyle artık kimsenin yüzüne bakamayacaktır.
Batılı devletlerin ve Hıristiyanların Siyonist kuşatması nedeniyle Avrupa’da yüzyıllardır var olan Yahudi nefretinin yeniden yükseleceği, Batı’daki diğer dindar veya dinsiz grupların Siyonizm’i kabul etmeyecekleri abartılı bir kehanet olmaz. devletlerini mafya gibi kuşatacaklar.