Sübjektif gibi görünebilir ama Profesör Mahmud Esad Coşan, hem ilmi gelenekle hem de tasavvufla derin bir bağı olduğu düşünülürse “Hoca Efendi” lakabını hak ediyor. Özellikle son 50-60 yılda dini çevrelerde yaşanan çalkantıları anlamak için merhum Mahmud Efendi’nin ve onun önderlik ettiği hareketin (tekke ve cemaat) iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Son dönemde mirası için düzenlenen bir sempozyumda hayatı ve eserleri ele alındı; Bu çok büyük bir fırsat olsa da, bu tarz ortamlarda anıların ve duyguların hakim olması nedeniyle bu tür toplantılar bilimsel bir toplantıdan ziyade çoğunlukla anma törenine dönüşüyor. Bu Mahmud Efendi’ye özgü bir durum değil. Takipçisi az ya da çok etkili olan herhangi bir isim için bilimsel toplantılar düzenlemek zordur. Bu tür organizasyonlarda bilimsel bilgi üretmek neredeyse imkansızdır. Bu nedenle akademik çalışmaların duygusal tonlardan uzak, bilimsel toplantılar, sempozyumlar ve çalıştaylarla sürdürülmesi çok önemlidir.
Bahsi geçen toplantıda açılış konuşmasını yapmam istendi. Bu vesileyle Mahmud Efendi’nin eserlerini yeniden okudum ve makalem üzerinde çalışırken bazı meslektaşlarımla bunları tartıştım. Şunu açıkça ifade etmeliyim ki: Mahmud Efendi, Müslüman toplumunun gidişatını ve İslam’ın son yüzyılda karşılaştığı sorunları anlamak için odaklanılması gereken şahsiyetlerin başında gelmektedir. Onun içinde yetiştiği tasavvuf geleneği ve bir geleneği dönüştürme çabası, özellikle Müslümanların modern dünyada var olma mücadelesine dair her biri ayrı ayrı incelenmesi gereken müstesna örnekleri bizlere sunmaktadır.
Üçlü olarak açıklandı
Konuşmam üç ana noktaya dayanıyordu: Öncelikle onu bir akademisyen ve bilim insanı olarak tanıtmak istedim. Hayatı boyunca akademik dereceler almaktan, bilimsel faaliyet ve başarılardan övgüyle söz ettiğine, hocalarından hep övgüyle, bazen de özlemle söz ettiğine şahit oldum. Bu bakımdan onun konuşmalarında ve yazılarında bilimsel faaliyetler her şeyden önce ulaşılacak bir amaç, bazen de gerçekleşmemiş bir arzu olarak sunulmaktadır. Bilinen eserleri arasında büyük profesörlerin rehberliğinde titiz bir akademik gelenekle ürettiği tezleri, aşağıdaki çalışma ve sunumları, çevirileri ve makaleleri yer almaktadır. Verdiği dersler ve yetiştirdiği öğrenciler de akademik camiaya katkıları arasındadır. Emek dolu bir aktivite olduğunu düşünüyorum. Ve açıkçası ortaya koyduğu işlerden çok bakış açısı ve disiplini beni etkiledi.
Mahmud Efendi de şeyhti; Ona “Efendi” diye hitap edilmesi tasavvufu ve Derviş tekkesindeki rolünü temsil etmektedir. Onun 20 yılı aşkın bir süre şeyh olarak karşılaştığı mücadeleler, modern dünyada din ve dünya işleri arasındaki çatışmanın en somut örneği olarak yorumlanabilir. Modernleşmenin sorunlarını ve yarattığı zorlukları bu kadar canlı ve bu ölçüde yaşayan başka bir Derviş tekkesi var mıdır? Mahmud Efendi’nin hizmet verdiği tasavvuf mezhebi, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi sayesinde yeni bir karakter kazanan Halidi geleneğinden gelmektedir. Büyük imparatorluğun çöküşünün sancılı ve tedirginlik dolu dönemlerini yaşamış, mücadelenin önemli bir parçası olmuş ve ortaya çıkan tüm sorunlara tanıklık etmiş olması tekkenin en önemli yönlerinden biridir. İmparatorluğun çöküşüne tanık olmanın yarattığı korku ve sıkıntı, geleceğe dair duyulan tereddütler dikkate alınmadıkça tekkenin vizyonu ve özellikle Mahmud Efendi’nin öfkeli yapısı doğru bir şekilde değerlendirilemez. Gümüşhanevi’den sonra tekke, Müslüman toplumun sorunlarını ön planda tutmayı varlık nedeni olarak benimsemiş ve misyonunu kaybetmiş olsa bile dünyadaki varoluş mücadelesini tasavvuf hayat tarzıyla özdeşleştirmek olan yeni bir tekke olarak yeniden doğmuştur. Zamanla etkisini gösteren Mahmud Efendi böylesine güçlü bir mirası miras aldı. Bu bakımdan Gümüşhanevi ile birlikte “zorbayı mağlup eden şeyh” fikrini müritlerine aşılayan İmam Rabbani’nin izlerini Mahmud Efendi’nin tasavvufunda da bulabiliriz.
Gümüşhanevi’nin açtığı ufuk zamanla daraldı (her ne kadar meslektaşım Doçent Necdet Yılmaz bu konuda benimle aynı fikirde olmasa da) ve Derviş tekkesi Mahmud Efendi ile bir kez daha amacına ulaştı. Aslına bakılırsa ne geçiş döneminde ne de cumhuriyet döneminde tekkenin dini hayatın sorunlarıyla baş etmede nasıl bir tavır aldığını Mahmud Efendi gelene kadar kesin olarak bilmiyorduk. Bu bir “sessizlik” ve geri çekilme aşaması olarak mı yorumlanır bilmiyorum ama böyle bir izlenim edindim. Mehmed Zahid Efendi’nin başlattığı yeni yolun Mahmud Efendi vasıtasıyla amacına ulaştığını belirtmek gerekir.
Mahmud Efendi’nin tasavvuf anlayışı belli bir tasavvuf geleneğiyle uyumlu olmakla birlikte, geleneksel Derviş tekkesi anlayışıyla çelişen yaklaşımlar da göstermektedir. Her şeyden önce onun tasavvuf anlayışı, tasavvufu İslam’la özdeşleştiren bir bakış açısını korur. Çıkardığı ilk derginin “İslam” adını taşıması bize onun duruşu hakkında bir ipucu veriyor. Mahmud Efendi, modern dünyanın ortasında meselenin İslam’ı bir müdafaa veya savunma meselesi olduğunu düşünmüş ve neredeyse iki asırdır yaşanan derin kriz karşısında sağlam bir taraf olmaya çalışmıştır. Tasavvufun Müslüman toplum uğruna ve İslam’ın zaferi için mücadele etmeyi amaçladığı fikrini destekledi. Böylece tasavvuf, bir şeyhin rehberliğinde bir nefsi arındırma yöntemi olmanın ötesine geçerek, İslam’ın çok kapsamlı ve güncel bir savunuculuğu haline gelecektir.
Tasavvufun İslam’la özdeşleştirilmesi, tekkenin zamanla farklı hassasiyetlere sahip bir topluluğa dönüşmesi anlamına gelir; aslına bakılırsa durum buydu. Böylece Mahmud Efendi hem cemaatin lideri, hem şeyh, hem de modern dünyada cemaatin inşa ettiği tüm kurum ve kuruluşların başı oldu. Onun mücadelesinin bu dönemi, geleneksel İslam’ın çağdaş dünyadaki serüvenini anlamak için takip edilebilecek önemli ipuçları taşıyor. Sözü fazla uzatmadan Müslüman toplumunun karşılaştığı soruna ilişkin bir hususa işaret edebiliriz:
Mahmud Efendi, faaliyetlerini meşru zemin ve sistemlere dayalı olarak sürdürecek “çağdaş kurumlar” kurmak istiyordu. Bu bakımdan onun ülkemizdeki İslami faaliyetlerde lider ve öncü olduğunu kabul etmek gerekir. Bu amaçla dernekler (çevre örgütleri kurma vizyonuna hala hayret ediyorum), hayır kurumları, okullar, hastaneler vb. kurarak geleneksel kurumlar yerine modern kurumlar inşa etmek istedi. (Bu yüzden bazen Mahmud Efendi’nin özünde İstanbulluydu ama aklında kesinlikle Ankaralıydı.)
Ancak modern kurumların kurulması ve sürdürülmesi bu kadar büyük bir azme yetmedi. En zor kısım gelecek nesli bu görev için yetiştirmek, geleneksel kurumları dönüştürmek ve son olarak ama en önemlisi değişimin ilk filizlerini beklemekti. Öte yandan modern kurumları nizamlara göre sürdürmek ve yönetmek hiç de kolay olmadı ve aslında bırakın geçmişi, Müslüman toplumu içinde bu konuda kat edilecek çok mesafe var. Mahmud Efendi hayatı boyunca bununla baş etmekte o kadar zorlanmıştır ki, bundan kaynaklanan sorunlar Müslüman toplumun birçok kesiminde yaşanmaya devam etmektedir.
Allah ona rahmet etsin ve ona yüksek makamlar nasip etsin!
Kendisini saygıyla anıyoruz.