Bugün Türkiye, ekonomik krizden yönetim krizine, hukuksuzluktan eğitimdeki kalitenin düşmesine, sokaklarda yaşanan şiddetten dış politikada yaşanan belirsizliklere kadar birçok olumsuzlukla karşı karşıya. Ülkemizdeki bu acı gerçekler hepimizi derin bir şekilde etkiliyor. Türkiye, 22 yılı aşkın bir süredir AK Parti hükümeti tarafından yönetiliyor, benim de bir dönem milletvekilliği yaptığım bu parti. İlk 12-13 yılda bazı olumlu adımlar atıldığını, hukuk, özgürlükler ve kalkınma konularında ilerlemeler sağlandığını kabul etsek de, son on yılda yaşanan sorunları görmezden gelmek mümkün değil. Zira Türkiye, öyle bir yönetim krizi yaşıyor ki, iktidarın sıkça başvurduğu etkileyici ‘hamaset’ söylemleri bile gerçekleri gizlemeye yeterli olmuyor. Bir gün, “Türkiye Yüzyılı” gösterileriyle dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olduğumuzu, insansız hava araçları ve uçak gemileri ürettiğimizi, aya sert inişler yapma hevesinde olduğumuzu anlatıyoruz. Diğer yandan, “İsrail tehlikesinin ülkemize yaklaştığı” korkusunu yayarak, her an saldırıya uğrama kaygısına kapılıyoruz.
Bir başka gün, dünyanın en güçlü ilk on ekonomisinden biri olma yolunda ilerlediğimizi ilan ediyoruz ama emeklilere 12.500, asgari ücretlilere ise 17 bin lira vermekle yetiniyoruz. Hanke’nin Yıllık Sefalet Endeksi’nde 2022 yılında Türkiye, 157 ülke arasında sefaletin en yüksek olduğu 10. ülke olarak listelenmiş durumda. Başka bir zaman, teröristlerin ayakkabı numaralarını bile tespit edebilecek bir istihbarata sahip olduğumuzu iddia ediyoruz; ancak muhtemelen gerekli istihbaratı sağlayamadığımız için sokaklarımızda silahlı çatışmalar, mafya ve çeteler kol geziyor.
Daha da kötüsü, birçok hastane ve doktorun “yenidoğan çetesi” oluşturarak bebeklerin hayatı üzerinden hırsızlık yapdığı durumdan devletin haberi bile olmuyor. Bu durum, devletin, yani Sağlık Bakanlığı’nın denetim görevini yerine getiremediğinin açık bir göstergesi. İşler o noktaya gelince, Sağlık Bakanı “Gizli takipteydik” demek zorunda kalıyor. Fakat, 21 bebeğin ölümüne yol açan çete, Mayıs 2023’te CİMER’e şikayet edilmesine rağmen, o dönemde İstanbul Sağlık Müdürü olan bakan, neden harekete geçilmediğini açıklayamıyor. Çetenin çökertilmesinin üzerinden 11 ay geçtikten sonra 17 hastane kapatılıyor.
Maalesef, 22 yılın ardından, korkutucu bir tabloyla karşı karşıyayız. Hiçbirimiz geleceğimizden emin değiliz. Çürüme o kadar derinleşti ki adaletin terazisi bile bozuldu. Devletin işlevselliğinden kaynaklı endişelerimiz var, sokaklarımızda serbestçe dolaşan katillerden, bebeklerimizi hırsızlardan koruyamayan hastanelerden, köşe başında belirebilecek silahlı çetelerden korkuyoruz. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz okulların önünde uyuşturucu satıcıları cirit atıyor, bu durum bizleri tedirgin ediyor.
Her gün “bugün başımıza ne gelecek?” endişesiyle yaşamak zorunda olduğumuz bir ülkede devletin varlığından söz edilebilir mi? Ya da bu ülkede gerçekten bir iktidarın yönettiğinden emin olabilir miyiz? Acı ama gerçek şu ki, kesinlikle emin değiliz… Bu ülkede anayasa tartışılırken, Beştepe’de kimin adına konuştuğu bilinmeyen bir danışman milletvekillerine ve bakanlara talimat verebiliyor, kimse sesini çıkaramıyor. Ankara’nın ortasında güpegündüz eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi olayına dair adaletin nasıl işlediğine dair kimse bir şey anlayamıyor ve herkes MHP’nin işaretine yöneliyor. Ayrıca, günlerdir Narin cinayetinin faili hala açıklanmış değil. Kısacası, kelimenin tam anlamıyla ülkemizde bir yönetim boşluğu yaşanıyor, kurumlar işlevini yitiriyor ve hiçbir şey denetlenemiyor. İşte ülkenin gerçek durumu bu. İktidarımızın 22 yıl sonra yarattığı yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlik ve liyakatsizliğin sıradanlaştığı Türkiye’nin resmi bu… Herkes bu manzaradan, kendi payına düşeni alabilir.